Kayıtlar

Şeyh etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Şeyh'ül Ekber Muhyiddin ibn Arâb-î Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler

Şeyh'ül Ekber Muhyiddin ibn Arâb-î Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler 01-   Kusurları örtenlerden ol, Allah yardımcın olur. Akraba ve komşularına iyilik et, Müslüman olursun. Dostlarına iyilik et, mümin olursun. Allah’ın farz kıldığı ibadetleri yap, âbid (ibadet eden) olursun... 02-   İnsan adaleti önce kendi nefsinde uygulamalı, insana yakışan ne kadar güzel şeyler varsa, onları doğru bir şekilde kendisine mal etmeli. 03-   Faydasız ilim, şifasız ilaca benzer. Güzel ilim, çalışma ile beraber olandır. 04-   İnsanın kendi şahsına rahmeti, başkasına rahmetinden daha büyüktür. 05-   Peygamberlerden sonra, insanlar üzerinde en büyük hak, ana ve baba hakkıdır. Duada, nefsini, ana babasına takdim emir olunmuştur. Kur’an-ı Kerim 71/28 bunu, “Rabbim beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helâkını arttır,” şeklinde belirtir. 06-   Eğer söz sahibi isen, hak ile söyle, hak ile hükmet. Heva ve hevese uyma. 07-   H

Büyük Bir Şeyhin Namaz Kılışı

Büyük Bir Şeyhin Namaz Kılışı Diyanet Gazetesi, sy. 207 (15 Şubat 1979), s. 4. İslâm dini kendisine aklı muhatap edinmiştir. Bütün mükellefiyetler, kulluk vazifeleri akıllı kimselere terettüp eder. Mesela çocuklar aklî tekâmülleri tamamlanmamış olduğundan sorumlu sayılmazlar. Hatta akıl ve irade sahibi bir kişinin, gafillik ve cehaletle yapacağı kusurlar, günahlar bağışlanmış, kasıt ve taammüd ile sehv ve hatanın arası tefrik edilmiştir. Daha da ilerisini söyleyelim, bir kimse aklı yerindeyken hür iradesiyle sonu zarara varan bir hareket yapsa, doğru olduğuna inanmış ve iyi bir niyetle yapmışsa, yine suçlu sayılmaz. Çünkü amellere mükâfât ve ceza vermede esasen niyetin iyiliği veya kötülüğüne bakılır. Demek ki hareketlerimizi iyi niyet ve duygularla akıl ve irademizi kullanarak yapmalıyız. İyi niyet olmayınca netice ne olursa olsun kişi günahkâr sayılıyor. Akıl ve irade hâkimiyeti olmadan ihtiyarsız, şuursuz, duymadan hissetmeden yaptığımız mihaniki fiillerin neticesi ise b

Selâmsız Şeyh

Selâmsız Şeyh Selâmî Ali Efendi’nin bir lakabı da, “Selâmsız Şeyh” tir. Onun bu lakabı, Üsküdar’daki “Selâmsız” mahallesiylede özdeşleşmiş ve bugüne kadar yaşatıla gelmiştir. Mutasavvıfın “Selâmsız Şeyh” lakabıyla tanınmasıyla ilgili olarak şöyle bir menâkıb rivâyet edilmektedir: “Selâmî Baba, sokakta yürürken sağına soluna bakmaz daima önüne bakarmış. Bir gün müritleriyle Cuma namazına giderken, halk, kenarlarda ayağa kalkıp ona selâmda, saygıda bulunmak isterler. O mübarek de önüne baktığı için kenarda kendini selâmlamak isteyen insanları görmezmiş. Selâmî Baba bir gün yine müritleriyle birlikte cuma namazına giderken yanındaki dervişlerden biri, Selâmî Baba’ya: - Azîzim, insanlar size saygıda bulunmak için ayağa kalkıyorlar fakat siz başınızı sağa sola çevirmeden yürüyorsunuz, bunun sebeb-i hikmeti nedir, diye sormuş. Bunun üzerine Selâmî Baba: - Evlât! Bir daha selâm vermek isteyenler olursa bana haber ver, demiş. Üç beş metre sonra yine halk ayağa kalkmış. Derviş:

Şeyhin İki Kölesi

Şeyhin İki Kölesi    Padişahın birinin çok sevdiği bir âlim vardı. Padişah bu âlime çok saygı duyar, arada onun nasihatlerini dinlemek için yanına giderdi. Ondan dünyaya ve ahirete ait bilgiler alırdı.    Bir gün bu âlimin yanına giden padişah, onun nasihatinin etkisinde kaldı ve şeyhin dünyalık ihtiyacını gidermek isteyerek:    - "Ey şeyhim! Dile benden ne dilersen"  dedi.    Şeyh, padişahın bu isteğine cevap vermeyince, padişah ısrar etti. Padişahın bu ısrarına kızan şeyh:     - "Ey dünya padişahı! Bana böyle bir teklifte bulunmaya utanmıyor musun? Bundan vazgeç. Benim hakir ve zelil olan iki kölem vardır ki, onlar sana hâkim ve âmirdir. Sen onlardan emir almaktasın."  deyince, padişah şaşırdı ve:    - "O iki zelil köle de kimlerdir ki, onların bana hâkim ve amir olmaları benim için zillettir"  diye şeyhe sordu.    Şeyh:    - "Biri gazap (öfke), diğeri ise şehvet (kötülüğe ilgi)dir."  cevabını verdi.    Öğ

Hazreti Şeyh Bişri Hafi (Kaddesallahü sırrahul aziz)

Hazreti Şeyh Bişri Hafi (Kaddesallahü sırrahul aziz) Bu zatı şerifede azim bir riyazet mücahedesi vardı. Merv şehrinde doğmuş, Bağdad vilayetinde vefat etmiştir. Tevbei nasuh eylemesine sebeb şudur: Yerde bulduğu, bir kâğıt parçası üzerinde (Bismillahirrahmanirrahman) yazısını öpüp başına koydu. Miskü anber kokuları sürüp sakladı. O gece rüyasında "Ya Bişr! Sen benim adımı güzel kokularla ağırladın. Benim ululuğum ve izzetim hakkı için bende senin adını iki cihanda hoş kılacağım" kelamlarını işitip uyandı. Ağladı. İstiğfar edip nasuh tevbesi eyledi. Hak taala aşkından öyle hayran oldu ki ayağına ayakkabı giymezdi. Onun için hafi derlerdi (Hafi: yalın ayak yürüyene derler). Niçin ayakkabı giymediğini sordular. Hak taala "yer benim döşeğimdir", buyurduğu için dedi. Hatırlayınız: Peygamberizişan birisinin cenazesiyle giderken ayakları parmağı ucuyle durmuşlardır. Bu hali sahabei kirama şöylece buyurdular: "O kadar çok melaike vardı ki üzerlerine basma

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh Şeyh Hammad (Ebu'l-Hayr Tınatî) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l-Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı: — Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi-kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular. Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı: — Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefere çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım, iskenderiye'den sonra Dimyat'a dökülen ırmak kenarındaki dağa, kamıştan bir ev yapmıştım. O sıralarda Dimyat'a çok gelen - giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarının artıklarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi. Kış

Manifaturacı İle Şeyh

Manifaturacı İle Şeyh Birgün Şeyh Ebu Bekr-i Tahir Hazretleri bir manifaturacı dükkânının önünden geçiyordu. Manifaturacının oğlu şeyhin bağlılarındandı. Babası dükkânda olmadığı halde dükkânı bırakıp şeyh ile birlikte gitti. Babası geldiğinde oğlunu bulamadı. Doğruca şeyhin yolunu tuttu. Oğlunu şeyhin huzurunda buldu. Şeyhin yanında oğluna bağırıp çağırdı. Bir hayli eziyet ettikten sonra alıp götürdü. Ebu Bekr-i Tahir Hazretleri o geceyi geçirdi ama çok huzursuz olmuştu. Sabah olunca cariyesini de alarak manifaturacının yanına vardı ve dışarı çağırarak: — Dün geceyi çok huzursuz bir vaziyette geçirdim. Dünya malı olarak da bir cariyem var. Eğer seni incittiğimden dolayı kabul edersen bunu sana verdim gitti, beni bağışla... Yok eğer kabul etmezsen azat ettim gitti, dedi. Manifaturacı hata ettiğini anlıyarak hemen şeyhin ayaklarına kapanıp özür diledi ve: — Ey Şeyh! Günahı ben işliyorum, sen özür diliyorsun. Sen benim hatamı affet!, dedi. Şeyh: — Doğrusu günahı

Şeyhin Kedisi

Şeyhin Kedisi Zamanın ulularından Ahi Fere Zencanî Hazretleri'nin bir kedisi vardı. Evinde de hiç misafir eksik olmazdı. Her zaman müritleri ziyarete gelirler o da müridlerine bir şeyler ikram ederdi. Gelecek misafirlere yemek hazırlamak istendiği zaman kedi çağrılırdı. Kedi ne kadar miyavlarsa hizmetçi tencereye o kadar su ilâve ederdi. Her miyavlaması için bu miktar, bir bardaktı. Bir gün yemek hazırlandı, misafirlerin önüne kondu. Fakat gelen misafirlerin sayısı hazırlanan yemekten bir fazla çıktı. Kedinin eksik miyavlamasına şaşırıp kaldılar. Biraz sonra kedi misafirlerin içine girdi, misafirleri teker teker kokladı. Ve en sonunda da birinin üzerine vardı, işedi. Sonra araştırıldığı zaman o kimsenin bir gayr-i müslim (dinsiz) olduğu anlaşıldı. Yine bir gün, aşçı çömleğe sütlaç yapmak için süt doldurmuştu. Bir zehirli yılan gelerek çömleğin içine girdi. Aşçının bundan haberi yoktu, kedi gelip çömleğin etrafında miyavlamaya ve feryat etmeye başladı. Aşçı kedinin bu

Derviş isen kardeş takvaya çalış

Derviş isen kardeş takvaya çalış Hicri 918 (M. 1512) senesinde bir gün, Şeyh Şemseddin Dimyati hazretleri ile birlikte bir yerden geçerken şeyh, kızı tarafından yedilen kör bir adam gördü. Hemen hayvanından indi ve adamın elini öptü. Uzun bir süre beraberce yürüdüler. Sonra Şeyh Dimyati hazretleri dönüp geldiğinde kendisine, adamın kim olduğunu sordum. Şu açıklamayı yaptı: O, çocukluğumda önünde bir miktar Kuran okuduğum bir kişidir. Kendisini gördüğümde, yanından binitli olarak geçemiyorum. Sözünü ettiğim Şeyh Dimyati (k.s.); inancı, ameli, ilmi, salah ve takvasıyla meşhur, hükümdarların bile kendisine saygı gösterdikleri bir zattı. Biz akranları arasında onun gibi birisini görmedik... (Tenbihül-Muğterrin) Netice olarak talebe hocasına, çok hürmetkâr olmalı, gıyabında bile ondan ismi ile değil, hürmet ifade eden bir kelime ile bahsetmelidir. Hocalarımız bizim için çok değerlidir. Şu rahmete bakın ki, İnsanlar bütün azalarıyla günah işlerken, Sadece diliy