Büyük Bir Şeyhin Namaz Kılışı
Büyük Bir Şeyhin Namaz Kılışı
Diyanet
Gazetesi, sy. 207 (15 Şubat 1979), s. 4.
İslâm dini
kendisine aklı muhatap edinmiştir. Bütün mükellefiyetler, kulluk vazifeleri
akıllı kimselere terettüp eder. Mesela çocuklar aklî tekâmülleri tamamlanmamış
olduğundan sorumlu sayılmazlar. Hatta akıl ve irade sahibi bir kişinin,
gafillik ve cehaletle yapacağı kusurlar, günahlar bağışlanmış, kasıt ve taammüd
ile sehv ve hatanın arası tefrik edilmiştir. Daha da ilerisini söyleyelim, bir
kimse aklı yerindeyken hür iradesiyle sonu zarara varan bir hareket yapsa,
doğru olduğuna inanmış ve iyi bir niyetle yapmışsa, yine suçlu sayılmaz. Çünkü
amellere mükâfât ve ceza vermede esasen niyetin iyiliği veya kötülüğüne
bakılır.
Demek ki
hareketlerimizi iyi niyet ve duygularla akıl ve irademizi kullanarak
yapmalıyız. İyi niyet olmayınca netice ne olursa olsun kişi günahkâr sayılıyor.
Akıl ve irade hâkimiyeti olmadan ihtiyarsız, şuursuz, duymadan hissetmeden
yaptığımız mihaniki fiillerin neticesi ise bir hiçten ve boşuna yorulmadan
ibaret kalıyor.
Yukarıdaki
hükümler, ibadetlerin her türlüsüne teşmil edilebilir. Bu duruma göre dinin
emrettiği ibadetler –ve mesela namaz– acaba sırf şeklen icra olunmakla kabule
şayan sayılır mı? Şüphesiz ki hayır! Derinden derine, hissetmeden arzusuz ve
heyecansız yapılan ibadetler, renksiz, kokusuz çiçek, balsız petek, özü boşalmış
kabuk, manasız söz ve ruhsuz ceset gibi değersizdirler.
O halde
bütün benliğimizle duyarak ve yaşayarak ibadet etmeli, tekrar tekrar yapılan
işlerin umumiyetle verdiği melâl ve mekanikliğe düşmekten çok şiddetle
kaçınmalıyız. Sevgili Peygamberimiz kişinin namazdan elde ettiği faydanın ancak
ve ancak anladığı ve akıl ettiği kadar olduğunu ruhen yüceltmeyen,
kötülüklerden alıkoymayan namazın sadece sahibini Allah’tan uzaklaştırmaya
yaradığını bildirmiştir.
Akıl başka
fikirlerle doluyken kılınan namaz bizzat namaz kelimesinin manasına da aykırı
düşmektedir. Arapça’da da bu ibadeti ifade eden “salât” kelimesi dua anlamına
gelir. Demek ki namazda her şeyden önce Allah’ın huzurunda olduğunu, O’na
hitapta münacatta bulunduğunu, konuşup affı için yalvardığını, O’ndan bazı
şeyler istediğini düşünmek, tevazu ve boyun büküklüğüyle durmak, ihtiram
ifadesi olan bütün vaziyetlere dikkatle riayet etmek gerekir.
Bir hadiste,
“Kul edeple namaza girer, gönlünü ve fikrini bu işe bağlar, etrafına bakmazsa,
Allah, kudret ve rahmetiyle ona teveccüh eder. Gönlünü dağıttığı, çevreyle
meşgul olduğu an, ilâhî rahmet geliyorken döner, geri gider.” buyurulmuştur.68
Bazı din
büyükleri namazda en önemli şart olan kalp huzurunu temin ve gaileleri zihinden
uzaklaştırmak için abdest almadan önce başlayan bir seri tedbire müracaat
etmişlerdir. Mesela Şeyh Hâtem-i Esam diye tanınan meşhur velî ve büyük
mutasavvıfa nasıl namaz kıldığı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Namaz
kılmaya karar verince önce herhangi bir sıkışıklığım varsa giderir, bedeni
rahatlandırırım. Sonra ağır ağır tam bir abdest alır, namaz kılacağım yere
gelirim. Bir müddet oracıkta oturur dinlenirim. Bu sırada zihnimi toplar,
endişemi yatıştırır, dağdağaları dağıtır, ondan sonra edeb ve tevazu ile
doğrulurum. Kâbe-i Şerîfi hemen karşımda, sırat köprüsü iki ayağım altında,
cennet sağımda, cehennem solumda diye tahayyül ederim. Ölüm meleği Azrail
ardımda beni bekliyor. Bu kıldığım sonuncu namazdır. Bundan başka bir namaz
kılmaya erişemeyeceğim diye düşünerek korku ve ümit arasında heyecanlı bir
durumda, ağlamayla tezellül ile tekbir alır, namaza girerim. Sevgili Peygamber
Efendimiz’in bildirdiği tarzda her rüknün hakkını vererek sükûnetle, edeple,
ağır ağır namaz kılarım. Bütün bunlardan sonra yine de namazım kabul edildi mi
edilmedi mi bilmem.”69
Sevgili
okuyucu! Böyle bir namazın verdiği tat ve fayda ne şekerde ne kaymakta
bulunabilir. İsterseniz bir de siz deneyin.
Dipnotlar
1. Ahmed b.
Hanbel, V, 172, hadis no: 21547; Ebû Dâvûd, “Salât”, 165, hadis no: 909; Nesâî,
“Salât”, 10, hadis no: 1195.
2. Gazzâlî,
İhyâu ulûmi’d-dîn, I, 178.
Yorumlar
Yorum Gönder