Acele Karar Vermeyin!
Acele Karar Vermeyin!
Bir köyde ihtiyar bir adam varmış…
Çok fakirmiş ama dillere destan bir beyaz atı yüzünden kral bile
onu kıskanırmış…
Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş
ama adam satmaya yanaşmamış…
“- Bu at, sadece at değil benim için, bir dost... İnsan dostunu
satar mı?” Dermiş hep...
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok… Köylü ihtiyarın başına
toplanmış:
“- Seni ihtiyar bunak... Bu atı sana bırakmayacakları,
çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi
yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın...”
İhtiyar:
“- Karar vermek için acele etmeyin. Sadece “at kayıp”
deyin. Çünkü gerçek olan bu… Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz
karardır. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz
bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç! Arkasının nasıl geleceğini kimse
bilemez!” demiş.
Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün
geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. At dağlara gitmiş kendi kendine…
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler…
“- Sen haklı çıktın... Atının kaybolması bir talihsizlik değil
adeta bir devlet kuşu oldu senin için... Şimdi bir at sürün var...”
“- Karar vermek için gene
acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece
bu! Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç...”
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında
nasıl fikir yürütebilirsiniz? Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler
açıktan, ama içlerinden:
“- Bu herif sahiden bunamış...” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan
ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden
oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara...
“- Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun
bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi
eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın!” demişler…
İhtiyar:
“- Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar
acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz karar.
Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan
sonra neler olacağı size asla bildirilmez...”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile
saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri
askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş,
giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes
biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler...
“- Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç
değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler.”
Oğlunun
bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer...
“- Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını
kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler
askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece
Allah biliyor demiş.
“Lao Tzu öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış”:
Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız
kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile
gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme
halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Yorumlar
Yorum Gönder