Kayıtlar

İnsanlar Kabirden Nasıl Kalkacak?

  İnsanlar Kabirden Nasıl Kalkacak?   Hazret-i Muaz Radiyallahü Anh, “Hepiniz bölük bölük gelirsiniz” mealindeki âyetin tefsirini sorunca, Peygamber efendimiz   Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Kıyamette ümmetimden 12 sınıf aşağıda bildirildiği şekilde haşr olacaktır: 01- Zekât vermeyen, kabrinden karnı yılan ve akreplerle dolu olarak, 02- Namazda gevşeklik gösteren, domuz suretinde, 03- Alışverişte yalan söyleyip aldatan, ağzından kan gelerek, 04- Komşularına eza eden, el ve ayakları kesik olarak, 05- Allah’ü Teâlâ’dan korkmayıp, gizlice günah işleyen, leşten daha pis kokar hâlde, 06- Yalan söyleyen, yalancı şahitlik yapan, dili kesik olarak, 07- Haklı bir şahitliği yapmayan dilsiz olarak, 08- Zina eden, avret yerinden irin akarak, 09- Haksız yere yetim malı yiyen, karnı ateşle dolu olarak, 10- Alkollü içki içen, yüzleri kızarmış, gözleri yerinden fırlamış, dişleri öküz boynuzu gibi sivrilmiş, dudağı karnına, karnı da uyluğuna sarkmış

Hırs Ve Şehvet

Hırs Ve Şehvet   Bir arı, bir karıncanın bin bir güçlükle taneyi yuvasına götürdüğünü görünce, ona şöyle seslendi:             “- Ey karınca, bu kendine yüklediğin nasıl bir meşakkat, seçtiğin nasıl bir yüktür? Gel de benim yediğim içtiğim yeri bir gör. En güzel ve en hoş yiyecekler benden artmadıkça padişahlara ulaşmaz. İstediğim yere konar, istediğimi seçer ve istediğimden yerim.”             Bu sözleri söylerken uçtu ve kasap dükkânında bir etin üzerine kondu. Kasap elindeki bıçağı o mağrur arının üzerine öyle bir vurdu ki onu iki parçaya böldü ve yere attı. Karınca gelip onu ayağından çekti ve şöyle dedi:             “- Nice bir anlık şehvet vardır ki, sahibini uzun zaman üzüntüde bırakır.” Arı ise: “- Beni istemediğim yere götürme!” dedi. Karınca da: “- Kim hırs ve şehveti sebebiyle dilediği, arzu ettiği yere konarsa, onu istemediği yere götürürler!” diye karşılık verdi. İsmail Hakkı Bursevi’nin Ruhul Beyan kitabında geçen arı ile karıncanın ibretlik hikaye

Çocukluğa Özlem!

Resim
  Çocukluğa Özlem!   Bakma öyle şaşkın şaşkın gözlerime çocuk! Bizi de sardılar patiska kundaklara Bizim için de yapıldı loğusa şerbetleri Kırk uçurmalar, diş buğdayları Biz de uyuduk göğsünde anamızın En masum uykuları…   Biz de ağladık olur olmaz şeylere Mızıkçılık yaptık oyunlarda Canımız sıkıldı, üzüldük yenilince Oysa ne ağır yenilgiler alacaktık sonra Ne çok aşklarda yanacaktı canımız En zor kazanılan oyun… Hayatmış! Sonra anladık…   Gösterişli kutlamalar olmasa da Bizde üfledik yaşgünlerinde mumlu pastalara Küçük ellerimizle alkışladık sönünce Bilmiyorduk ki ne çok mumlar yakacaktık sonra İmkansız düşler için Ellerimiz kaç kez boş kalacaktı Sonra anladık...   Bizde çizdik sayfalara Mutlu bir ev, yanına agaç, mavi bulutlar Oysa yanyana ama çok uzak Hayatlar varmış yaşanan Evler mutlu degilmiş her zaman Gri de olurmuş bulutlar! Sonra anladık...   Biz de ter içinde oynadık sokaklarda Düştük, bizim de yaralandı dizl

Beytullah'ta Ben

  Beytullah'ta Ben   Ey! Beytullah yolcusu, Ey! Fazilet zengini; Meleklere vermedi, Rabb'im senin dengini. Ah! Bir görsen yüzünün, o nûrâni rengini; Ne mutlu ki, en kârlı ticaret şimdi senin; Karşılığı yüzbindir, Kâbe'de bir secdenin.   Ey! Beytullah yolcusu, Ey! Davetli misâfir; Nebîler sana yoldaş, Peygamberler müzâhir. Darlık yüzü yok artık, sana dünya ve âhir; Arafat müjdesinden, şüpheye düşme sakın; Yeniden doğmuş gibi, olacağın gün yakın.   Bekliyor şimdi seni, bir sabır imtihanı; Önce kendi içinde gizlenen nefsi tanı. Öfke ve isyan ile sevindirme şeytanı; Kazanmak istiyorsan, Mina'daki savaşı; İbrahim gibi fırlat, elindeki her taşı.   Yakında giyeceksin, beyaz ihramlarını; Çözeceksin ölümün, ölümsüz sırlarını. Bıraktın... Gidiyorsun, işte bütün varını; Sana hüzün vermesin, çoluk çocuk ve eşin, Beytullah'ta bekliyor, milyonlarca kardeşin.   Kâbe'yi ilk gördüğün, o muhteşem anda sen; Nasıl bir vecd içind

Nerde kaldın ey Resul?

Nerde kaldın ey Resul?   Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip, göklerde buluşan Ezanların vardı!   Mescit mümin, minber mümin... Taşardı kubbelerden tekbir, Dolardı kubbelere “amin”...   Ve mübarek geceler dualarımız; Geri gelmeyen dualardı... Geceler ki pırıl pırıl Kandillerin yanardı... Kapına gelenler ya muhammed, - uzaktan, yakından – Mümin döndüler kapından...   Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, İki dünyada aziz ümmet; Muhammed ümmetiydi.   Konsun -yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler... Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!   Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi... Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi... Nerde kaldın ey Resûl, Nerde kaldın ey Nebi?   Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı... Ve bir gün, ki gaflet Çöller kadardı, Halîme’nin kucağında

Ezelî Nur

Ezelî Nur   Nûrdan çehrendeki bu nikâp da ne? Güneşlere taç giydiren ışıkken. Hep hicranla bunca yıl bunca sene Geçmiş gidiyor biz bahar beklerken...   Doğ rûhlara arştan gelen bürhanla! İnlet dört bir yanı altın sadânla! Hayat üfle sihirli râyihanla! Hak adına üfül üfül eserken.   Konuş ki hatipler haddini bilsin! İlâhi nefhanla rûhlar dirilsin, Erilecek zirvelere erilsin; Başlamış gökler de bunu dilerken..   Ey mukaddes Kitap, ey ezelî nûr, Ey iklimi ziyâ, etrafı huzûr; Son demde bir kere daha ne olur, Ağar, ışık karanlığı boğarken!   Bahar olmasa da sonbahar olsun, Her taraf tekmil âvâzınla dolsun; Namın yeniden her yanda duyulsun! Şu fâni ömürlerimiz biterken...   Nûrdan çehrendeki bu nikâp da ne? Güneşlere taç giydiren ışıkken. Hep hicranla bunca yıl bunca sene Geçmiş gidiyor biz bahar beklerken...   Doğ rûhlara arştan gelen bürhanla! İnlet dört bir yanı altın sadânla! Hayat üfle sihirli râyihanla! Hak adına üfü