Kayıtlar

Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Kendisine Hediye Edilen Hurmaları Üç Defa Aynı Kişiye Vermesi

Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Kendisine Hediye Edilen Hurmaları Üç Defa Aynı Kişiye Vermesi Bir gün Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz ashâbıyla birlikte otururlarken, Seyyidinâ Ebâbekir, Peygamberimizin tâze hurmayı çok sevdiğini bildiği için, bir miktar hurma alıp hediye olarak getirdi ve "Yâ Resûlallah Sallallahü Aleyhi Vesellem, tâze hurma gördüm, satıyorlardı, sizin tâze hurmayı sevdiğinizi bildiğim için alıp size getirdim, buyrun" dedi ve hurmaları Efendimizin önüne koydu. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem daha elini hurmalara uzatmadan, ortaya çıkan bir adam: "Yâ Resûlallah, o hurmaları bana versene" dedi. Dikkat edin, "Hurma ver!" demedi "hurmaları ver!" dedi yani hepsini istedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem, hurmalara hiç elini sürmeden hepsini birden o adama verdi. Bunu görenler, Efendimizin sevdiği ve istediği halde o tâze hurmalardan yiyemediğine üzüle

Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Bayram Günü Ağlayan Yetim Çocuğu Sevindirmesi

Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimizin Bayram Günü Ağlayan Yetim Çocuğu Sevindirmesi "Bayram günleri fukarâ için musîbet günleridir" buyururlar ve her bayram öncesi şu kıssayı anlatırlardı: Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bir bayram sabahı bayram namazını kıldırdıktan sonra mescitten dışarı çıktı. Baktı ki bütün çocuklar bayram yapıyor, oynaşıyorlar yalnız bir çocuk kenarda boynu bükük oturmuş ağlıyor. Resûl-i Ekrem Efendimiz pek rakîk yani ince kalbi oldukları için çocuğun ağladığını görünce hemen onun yanına giderek başını okşadı ve ona sordu: “Evlâdım, bugün bayram, sen niye ağlıyorsun?” Resûlullah'ı tanıyamayan çocuk, şöyle cevap verdi: “Ben ağlamayayım da kim ağlasın. Benim kimim kimsem yok. Babam bir gazâda şehîd olmuş, annem de başka biriyle evlendi, ben kimsesiz kaldım. Bugün sevinip oynayan çocukların karınları tok, sırtlarında da güzel elbiseleri var. Benim ise ne sırtımda doğru dürüst bir elbise ne de karnımda bir lokm

Allah’ü Teâlâ ile Ortak Olan Adam! (Gerçek Bir Hayat Hikâyesi)

Allah’ü Teâlâ ile Ortak Olan Adam! (Gerçek Bir Hayat Hikâyesi) Geçen yüzyılın sonunda Baltimore’lu bir delikanlı, kendine yepyeni bir hayat düzeni kurmak üzere New York’a gider. Yaşlı bir aile dostu ona, hayatını kazanmak için ne yapacağını sorar; Delikanlı, “Ben her işi yapabilenlerden değilim, sabun ve mumdan başka bir şey yapamam.” der… Yaşlı adam da gencin elini sıkıp başarı diledikten sonra şunları söyler, “İyi çalışmak şartıyla başarılı olabilirsin, Tanrı ile ortakmışsın gibi çalış ve kazancının onda birini O’nun payı olarak ayır, göreceksin işin o zaman daha iyi gidecek!” Genç adam, kısa bir süre sonra Manhattan Sabun Fabrikasının yöneticisi olur, iki yıl sonra da kendi işini kurar, ancak yaşlı adamın öğüdünü hiç aklından çıkarmaz, kazancının onda birini ayırıp, yardım kuruluşlarına bağışlamaya başlar… İşler giderek gelişir, o da kazancının onda birlik payını onda ikiye çıkartır, genç adamın işindeki başarısı da, iyilikseverliği oranında artmaya başlar… G

Ben de Bir Yosmanın Müptelasıyım

Ben de Bir Yosmanın Müptelasıyım Ben de bir yosmanın müptelasıyım, Benim de yolumu bekleyen vardır. Ben de bir babanın güz cilasıyım, Benim içinde bir inleyen vardır… Benim de annem var kandaşlarım var, Benim de eş­im var yoldaş­lar­ım var. Benim de halı­mla haldaş­ları­m var, Beni de gö­nü­lden ö­zleyen vardı­r. Hasretlik d­­­üşürü­r merdi ayaktan, Hazin feryat gelir evden ocaktan. Baş­ koyup secdeye seherde Hakk’dan, Benim de asl­ımı­ dileyen vardı­r… Gizlice derdim var elemim gizli, Yazamaz derdimi kalemim gizli. Yârim içün derd-ü ­ gamı­m gizli, Gizli ferya­dı­mı­ dinleyen vardı­r… Hulusi sabr edü­p eyleme keder, ­insafsı­z­ın gö­nlü­ anlamaz haber. Bir gü­n o da olur elbet derbeder, Çünkü Hakk’dan bö­yle dileyen vardı­r… Darendevî Hulûsi Efendi

Lehvi Mahfuz

Lehvi Mahfuz Kelime anlamı olarak LEVH-İ MAHFUZ; “levh” levha, “mahfuz” ise korunmuş demektir. Allah’ın takdir ettiği, olmuş ve olacak bütün şeylerin üzerinde yazılı bulunduğu kabul edilen kader levhasına denir. Levh-i Mahfuz, Allah’ın gökleri ve yeri yaratmadan önce yazmış olduğu bir kitaptır. Levh: “yazı yazmaya uygun yassı ve düzgün yüzey” anlamındaki levh ile mahfûz mahfuz: “korunmuş” mânasındaki mahfûz kelimelerinden oluşan “Levh-i mahfuz”: “ Üzerine yazı yazılan, silinmekten ve değişikliğe uğramaktan korunmuş düzgün satıh” demektir. “Levh-i mahfuz” , değişmeyen kader levhasıdır. Burada olacak olan her şeyin son ve kesin şekli yazılıdır. Allah (o yazıdan) dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Ana kitap (olan Levh-i Mahfûz) ise O’nun katındadır." (Rad, 39) "Şüphesiz ki biz, her şeyi (Levh-i Mahfûz’da yazılmış) bir kadere göre yarattık." (Kamer, 49) "Çünkü gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (Levh-i Mah

Muhtaç Eyleme

Muhtaç Eyleme Ulu tanrım senden bir niyazım var, Kulunu namerde muhtaç eyleme… Derdimin dermanı her an sendedir, Lokmana tabibe muhtaç eyleme… Dermanım zehirse sen ver içeyim, İzin ver her yerden dümdüz geçeyim… Kanat ver de denizlerden uçayım, Köprüye sandala muhtaç eyleme… Yokluk verip başım dara getirme, Mezarımda karaçalı bitirme, Hasta edip döşeklerde yatırma, Senden başkasına muhtaç eyleme… Günden güne artmaktadır dertlerim, Eşten dosttan hem köyümden ırağım, Tek dağ başı olsun benim durağım, Senden başkasına muhtaç eyleme… Yolsuza düşünme kulun yolunu, Sen bilirsin garip bahtım halimi, Yaya aşam şu dağların belini, Senden başkasına muhtaç eyleme… Hodlu Noksani

Kadirbilir

Kadirbilir İstanbul’da, televizyon dizilerinde kostüm sorumlusu olarak çalışan kız, bir kokteylde âşık olduğu sigortacının peşine takılıp Antalya’ya göçtü. Evlendiler. Kız iş hayatından el etek çekti, evinin kadını oldu. İki aylık bir erkek bebekle mutlu bir aile olarak evliliğin bir yılını yeni doldurmuşlardı ki, kızın annesinin ani ölümü her şeyi alt üst etti. Çünkü yaşlı babası, ihtiyar dünyada yapayalnız kalmıştı. Deniz yolları emeklisi Kadir baba, koyu matemini sükûnetle yaşadıktan sonra, kızının ısrarı ile Antalya’ya gitti. İşinden ve eşinden sonra kırk üç yıllık “memleketi” İstanbul’dan da ayrılmak babayı sarstı. (Aslen Gümüşhaneliydi.) Tamamen içine kapandı; kimse ile konuşmuyor, hiçbir yere gitmiyor, doğru dürüst yiyip içmiyordu. Bir süre sonra damat, kayınpederin varlığından rahatsız olduğunu hissettirmeye başladı. Eşiyle sık sık tartışıyordu. Antalya’daki bir aylık sürenin sonunda bir gün baba, damadının tavrını hissetmiş bir bedbaht olarak, “Ben gidi

Abdülkâdir Geylânî Kuddise Sirrûh

Abdülkâdir Geylânî Kuddise Sirrûh Muhyiddin Ebû Muhammed Abdülkādir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî Doğumu 1077 İran, Büyük Selçuklu Devleti Ölümü 1166 Bağdat, Büyük Selçuklu Devleti Muhyiddin Ebû Muhammed Abdülkādir b. Ebî Sâlih Mûsâ Zengîdost el-Geylânî ya da daha bilinen adıyla Abdülkādir Geylânî, (1077 (H. 470) 1166 (H. 561) Bağdat; Arapça: عبد القادر الجيلانى 'Abd el-Kadir Gīlānī, Farsça: عبد القادرگیلانی , Kürtçe: Evdilqadirê Geylanî), Büyük Selçuklu Devleti döneminde, günümüz İran'ının Hazar Denizi kıyısındaki Gilan Eyaleti'nde doğan âlim ve mutasavvıf olan Kadiriye tarikatının kurucusudur… A ·      Acele etme. Acele eden, ya hata yapar veya hatalı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isabet kaydeder veya isabet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek, Allah’ü Teâlâ’dandır. Umumiyetle aceleye sebep, dünyalık toplama hırsıdır. Kanaat sahibi ol. Kanaat bitmeyen bir hazinedir. ·      Ahiret