Kayıtlar

Her Şey Bitti Yalnız O Kaldı

Her şey bitti yalnız o kaldı Komiser işe aldığı mühendise soruyordu: – Aklı başında adamdın, sana ne oldu böyle? – Komiser bey, mevki gitti, makam gitti, servetim bitti, işimden ayrıldım, ispirto içmeye başladım. Her şey bitti komiser bey, sadece Allah kaldı! Bu adam da Allah’a sövmeye başlayınca şişeyi kafasına indirdim... Adam ellerini önüne bağladı, başını eğdi. Komiser şikâyet edene nasihat etti. – Git bir daha olay çıkarma. Nice hastalar için en büyük güvence Allah. Borçlular, çaresiz kalanlar, zor duruma düşenler Allah’tan başka kime sığınabilirler? Bahtiyar o insandır ki en iyi gününde de Allah demiştir. Bir gün arının bir tanesi odama girdi, dolaştı. Her halde kendisine uygun bir şey bulamadığından dışarı çıkmak istedi, cama çarptı aşağı düştü. Kendini topladı tekrar uçtu tekrar cama çarpıp düştü. Yaklaştım dedim ki: “Sen de Müslüman mısın?” Arı ters ters yüzüme baktı. Müslümanlar da günahların, heveslerin zindanından kurtulup cennet misal bir dünyada

İlme'l-Yakîn Nedir?

İlme'l-Yakîn Nedir? Kesin ve şüphesiz bilgi demektir. Yakîn, ilmin sıfatı olup kesinliğe ulaşmış, kendisinde hiç şüphe bulunmayan, vakıaya uygun ilim anlamına gelir. Akıl ve naklin, nazar ve haberin ifade ettiği, gerçeği yansıtan, içinde yalan bulunmayan, kesin olan bilgiye “ilmel-yakîn” denir. Mesela âyet ve sahih hadislerde âhiret ahvali ile ilgili verilen bilgiler “ilmel-yakîn” bilgilerdir. İnsan bunları dünyada, kesin bilir, inanır, öldüğü, kıyamet koptuğu zaman görür, müşahade eder ki bu aynel-yakîndir. "Hayır, ilmel-yakîn bilseydiniz, elbette cehennemi görürdünüz, (gözünüzle görmüş gibi kabul ederdiniz.) sonra elbette onu aynel-yakîn göreceksiniz." (Tekâsür, 102/5-7) Her insanın öleceği Kur'ân-ı Kerim’de bildirilmektedir (Âl-i İmrân, 3/185). Bunun doğru ve kesin olduğu, ölen insanlarla anlaşılmaktadır. Bu teorik ve pratik bilgi “ilme'l-yakîn” dir. İnsan öldüğü zaman bu ilim, ayne'l-yakine dönüşecektir. "Sana yakîn (ölüm) gelinceye k

Anne Baba Duası Almanın Önemi

Anne Baba Duası Almanın Önemi Dünyaya gelmemize vesile olan anne babalarımız, bizlerin büyümesi, yetişmesi, ailesine, nesline, nefsine ve topluma yararlı insanlar olması için yememiş yedirmişler, giymemiş giydirmişler, hasta olduğumuz zaman bizlerden daha çok hasta olup gecelerini gündüz etmişler ve daha sayamayacağımız nice nice fedakârlıklara katlanmışlardır. Peygamber Efendimiz Sallallahu Alaeyhi Vesellem, “Cennet annelerin ayakları altındadır!” (Ali el-Müttaki, Kenzü’l-Ummal, nr. 45439.) buyurarak cennete ve ilahi rahmete vasıl olmanın yolunun, anne ve babanın rızasını kazanmaktan geçtiğini bizlere bildirmiştir. Anne baba duası almanın önemi Allah Teâlâ sadece kendisine ibadet edilmesini emrettikten sonra hemen arkasından anneye babaya iyilikte bulunulmasını, itaat edilmesini emrediyor. Anne babanın, çocuklarının yanında ihtiyarlamaları halinde, çocuklarının onarı söz ile dahi incitmemelerini ve onlara tatlı sözler söylemelerini istiyor. Bu da anne babaya itaatin İslam

Sabah Duası

Sabah Duası Günaydın güzel sabah! Kalkıyoruz bismillah, Lâ ilâhe illâllah Muhammed Rasulullah! Sana şükürler olsun, Sevgili Allah'ımız. Mutlulukla başlasın, Bugün de sabahımız! Şükrederiz biz sana. Uyandık sağlıcakla. Hepimizi bütün gün Yardımınla kucakla! Gökhan Evliyaoğlu

Zikre Dalmış Her Şey

Zikre Dalmış Her Şey Bir sahâbî Allâh Resûlü'ne gelerek: – Hangi cihâdın ecri daha büyüktür? Diye sordu. Peygamber Efendimiz: “– Yüce Allâh’ü Teâlâ’yı en çok zikredeninki!” buyurdu. Adam: – Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz: “–Allâh’ü Teâlâ’yı en çok zikredeninki!” buyurdu.  Bundan sonra adam, namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı.  Fahr-i Kâinât Efendimiz bunların hepsine de: “– Yüce Allâh’ü Teâlâ’yı en çok zikredeninki!” buyurdu.  Bunun üzerine. Ebûbekir -radıyallâhu anh-, Hz. Ömer'e: – Yâ Ebâ Hafs! Allâh’ü Teâlâ’yı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü! Dedi. Bunu duyan Kâinâtın Efendisi onlara doğru yöneldi ve: “– Evet, öyledir!” buyurdu.  (İbn-i Hanbel, III, 438; Heysemî, X, 74) Zikir, insanın kalbini cilâlayıp temizlediği için, böyle bir kalble yapılan ameller ihlâs ve samîmiyet itibariyle, böyle olmayan kimselerin yaptıklarından çok daha farklı olmakt

Her Durumda Allah'a Teslim Olmak

Her Durumda Allah'a Teslim Olmak Sahrada (çölde) oturan bir adam vardı. Adamın, kendisini sabah namazına kaldıran bir horozu, kendisini ve malını hırsızlardan koruyan bir köpeği ve suyunu, çadırını yüklediği bir merkebi vardı. Bir gün yakınında bulunan kasabalıların yanına, onlarla konuşmak için gitti. Onlarla birlikte kahvelerinde otururken, kendisine, horozunu tilkinin yediğini bildirirler. Adam bu haberi duyunca; - Hayırdır inşallah, der. Bir müddet sonra, köpeğinin de ölüm haberi gelir ve adam yine; - Hayırdır inşallah, der. Yine bir müddet sonra, kurdun, eşeğinin karnını yardığı haberi gelir, bu sefer de adam; - Ümit edilir ki, bu işte de bir hayır vardır, der. Gece olunca çadırına gider ve uyur. Sabahleyin, o kasabada yaşayan insanların düşmanlarının geceleyin kasabaya baskın yaptıklarını, horozların öttüğü, köpeklerin havladığı ve merkeplerin anırdığı evlerin yerini keşfedip bütün mallarını yağma ettiklerini görür. Kasabada sadece kendisinin mallarına bir

Allah’ü Teâlâ’dan İstedim de Vermedi Demeyin!

Allah’ü Teâlâ’dan İstedim de Vermedi Demeyin! Hz. Süleyman aleyhisselâm ve Hüdhûd kuşu arasında geçen şöyle bir ibretli hadise nakledilir: Hz. Süleyman aleyhisselâm bir gün, Hüdhûd kuşunu azarlamıştı. Bunun üzerine Hüdhûd kuşu, Hz. Süleyman’ı tehdit etti: “–Senin saltanatını ve sarayını mahvederim!” dedi. Hz. Süleyman aleyhisselâm gülerek: “–Senin gücün ne ki, benim sarayımı mahvedesin!” dedi. O küçük Hüdhûd kuşu şöyle cevap verdi: “Ayak tırnaklarıma vakıf çamurunu alır, getirir ve Hz. Süleyman’ın sarayının damına koyarım, Hz. Süleyman’ın sarayı YERLE YEKSAN OLUR.” Binaenaleyh vakıf malı en büyük kul haklarının başında gelir... Bu meyanda aşağıda acı bir gerçeği dile getirmek üzerimize borçtur. Bazıları derler ki “Allah Teâlâ’dan istedim de vermedi.” Bu kişilere cevap ise şudur:  “İstemeyi de dua yapmayı da bilmedin bâri yalan söyleme” İhramcızâde İsmail Hakkı

Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi

Resim
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi   Endülüs’ün büyük İslam âlimi Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli eserinde kuvvetli senetlerle ve rivayet silsilesi ile bize Hazreti Abdullah ibni Ömer’den şu mucizesi naklediyor: Bir seferde, Allah Resulü’nün Sallallahü Aleyhi Vesellem yanına bir bedevî geldi. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem ona sordu: “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Aileme.” diye cevap verdi. Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem tekrar sordu: “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî sordu: “Nedir?” Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem cevap verdi: “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî sordu: “Bu şehadete şahit nedir?” Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem cevap verdi: “Vadi kenarındaki şu ağaç şahit olacak.” İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri ikiye yardı, Allah Resulü’nün Sallallahü Aleyhi

Mâlik bin Dinar Hazretleri Bir Hâtırasını Şöyle Anlatır

Mâlik bin Dinar Hazretleri Bir Hâtırasını Şöyle Anlatır Bir gün toprakla oynayıp bazen gülen bazen ağlayan bir çocuğa rastladım. Önce çocuğa selâm vermek istedim. Fakat kibirden selâm vermedim. Hemen nefsime; "Ey nefis! Peygamber efendimiz büyüklere de küçüklere de selâm verirdi." diyerek çocuğa selâm verdim. Çocuk: "Ve aleyküm selâm, ey Mâlik bin Dinar!" diye cevap verdi. Hayret içinde kalarak çocuğa; "Sen beni hiç görmediğin halde nasıl tanıdın?" diye sordum. Çocuk: "Ruhlar âleminde benim ruhumla senin ruhun karşılaştı. Orada bizi Allah’ü Teâlâ karşılaştırdı." dedi. Çocuğa; "Akıl ile nefis arasında ne fark var?" diye sorunca, Çocuk; "Nefsin seni selâmdan men etti. Aklın ise seni selâm vermeye teşvik etti." diye cevap verdi.

Anne Şefkati

Anne Şefkati Leylek yavruları, çok sıcak bir yaz günü sıcaktan pişiyorlarmış. Anne leylek şemsiye gibi kanatlarını açarak, yavru leyleklerini sıcaktan koruyormuş. Ama yavrular akşama doğru bir bakmışlar ki anneleri hiç hareket etmiyor. Şefkatli leylek, bütün gün kanatlarını açıp güneşte yandığından dolayı ölmüş. Yavrular hüzünle ağlamaya başlamışlar. -Ah anneciğimiz ah! Bizi korumak için kendini feda ettin! Bir daha bizleri kim koruyacak? Senin haklarını nasıl ödeyeceğiz? Şefkatli mübarek annelerimizi ve babalarımızı sakın üzmeyelim! 

Baba Şefkati

Baba Şefkati Aile pikniği çok güzel başlamıştı. Gölün karşısındaki meşenin dibine örtülerini sererek yayıldılar. Ali Hakan babası ile odun toplamaya gitti. Ömer Yasin’de annesi ile mangal hazırlıklarına başladı. Kısa sürede mangallar yakıldı. Etler kızartıldı. Salatalar hazırlanırken Ali Hakan’la, Ömer Yasin top oynamaya başladılar. Çocuklar var güçleriyle topa tepiyorlar, neşe ile hoplayıp zıplıyorlardı. “Kimin teptiği top daha çok havaya fırlıyor?” diye yarış diyorlardı. Ömer Yasin topa öyle bir hızlı tepti ki top havalandı yere düşünce zıplayarak göle fırladı. Ali Hakan eşofmanlarını çıkararak atlet kilot göle atlayarak topa doğru yüzmeye başladı. Topa dokundukça top ileri gidiyordu. Babaları Abdullah Bey dehşetle izlerken göl kenarına koşmaya başladı. Ali Hakan topu yakalarken top kayarak tekrar uzaklaştı. Babaları: -Oğlum topu bırak geri gel! Diye haykırdı. Fakat Ali Hakan dinlemeyerek topa doğru hızla yüzerken yavaş yavaş su yutmaya başlamıştı. Paniğe kapılan Öme

Eskici

Eskici Vapur rıhtımdan kalkıp da Marmara'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar: -Çocukcağız Arabistan'da rahat eder. Dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler. Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıyla halasının yanına, Filistin'in ücra bir kasabasına gönderiliyordu. Hasan vapurda eğlendi; gırıl gırıl işleyen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gibi iplere asılı sandallara, vardiya değiştirilirken çalınan kampanaya bakarak çok eğlendi. Beş yaşında idi; peltek, şirin konuşmalarıyla de güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti. Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktıktan sonra sıcak memleketlere yaklaşınca kendisini bir durgunluk aldı: Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardı ve ona İstanbul’d

Hapishanede Kılınan Namaz

Hapishanede Kılınan Namaz Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar. Vâli dedi ki: – Hepsini hapsedin! Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp: ”Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye duâ etti. Vâli uyurken rüyâsında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek’at namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı. Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu: – Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı? Müdür dedi ki: – Bunu

İyiliğin Peşinden İmtihan Gelir

İyiliğin Peşinden İmtihan Gelir Salih bir zat vardı. Çok cömertti. Elinde avucundakileri muhtaçlara dağıttığı gibi, yardım isteyen fakirler olursa, onlara belli etmeden, başkalarından kendi adına borç alır fakirlere hediye ederdi. Bu zat bir gün hastalanır, yatağa düşer. Hastalığı gittikçe artar. Bunu duyan alacaklılar, onun ölüm döşeğinde olduğunu düşünerek başucuna dikildiler. Salih zat bundan son derece utanmış, rahatsız olmuştu. Asık yüzlü, sıkıntılı tiplerle çevrili olması onu üzmüştü. Bir şeyler söylemek istedi ancak, bize para gerek, nasihat değil, diye susturuldu. Bu sırada dışarıdan helva satan bir çocuğun sesi duyuldu. Salih zat, bir adamına seslenerek helvaları satın alıp ziyaretçilere ikram etmesini istedi. Görevli, çocuğun tepsisindeki bütün helvaları aldı. Ziyaretçilere ikram etti. Herkes abus çehrelerle helvaları yediler. Çocuk gelip helvaların parasını istedi. Salih zat, – Evlat bunları bana borç olarak yazar mısın? deyince çocuk tek kelime söy

Namusa Saldıranın Cezası

Namusa Saldıranın Cezası Sizlere bu bölümde adalet ile ilgili hikâye, namus ile ilgili hikâye, dini hikâye, sahabe hikâyeleri aktarmaya çalıştık. Çok ibretlik bu hikâyeden nasiplenmeniz dileklerimizle. Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu. İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü. Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun sahip olduğu fıtrî güzelliği gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti. Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan Es’ile’ye seslendi: – Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım. Es’ile’nin cevabı makuldü: – Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni eş olarak iste. O seni reddetmez. Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu sa