Kayıtlar

Doğruluğun Sonu Böyle Olur

Doğruluğun Sonu Böyle Olur     Adam, Harem-i Şerif'in kapısında hep aynı duayı okuyordu:     - Ey doğrulara yardım eden, haramdan kaçınanları koruyan!..     Ona 'Sen başka dua bilmez misin?' dediler. O şöyle açıklama yaptı bu duayı tekrar etme sebebi olarak:     - Ben Beyt-i Şerif'i tavaf ederken ayağıma takılan şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla imanım mücadeleye tutuştular. 'Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar.' dedi şeytanım.     İmanım ise, 'Bu haramdır, boşuna saklama, sahibini bul, teslim et.' dedi. Ben böyle mücadele içinde iken birinin sesi duyuldu.     - Burada içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise versin, ona otuz altın müjde vereyim.     Bin haramdan, otuz helal hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce hemen satın

Hak Yola Getiren İki Söz

Hak Yola Getiren İki Söz     Büyük erenlerden Hasan Basrî, bir gün arkadaşlarıyla birlikte yolda giderken memleketinin tanınmış devlet büyüklerinden birinin oğlu ile karşılaşır. Devlet büyüğünün oğlu yağız atının üzerine kurulmuş, beraberinde de hizmetçileri, bütün sükse ve ihtişamıyla yoluna devam etmektedir.     Hasan Basrî yolun ortasında durarak hoş beşten sonra devlet büyüğünün oğluna şöyle seslenir: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Sizler her şeyi mal ve para ile değerlendirirsiniz. Size şu iki sözü satmak istiyorum, alır mısınız? Çünkü bu sözleri size benden başka kimse söylemeye cesaret edemeyecektir. Sonra bu sözler sizi aydınlık Allah yoluna sokacaktır."     Devlet büyüğünün oğlu, "Peki kaça satacaksınız?" deyince Hasan Basrî, "Birincisini bir, ikincisini de iki gümüş para karşılığında veririm." diye karşılık verdi. "Evet, alırım" deyince de ilk sözünü söylemeye koyulur ve şöyle der: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Senin evin va

Rum Elçisi

Rum Elçisi     "Rum elçisi, Medine-i Münevvere'ye siyasi bir görüşme için gelir. Halife Hz. Ömer'in sarayını sorar. Sorduğu kimseler:     "Halife'nin köşkü yoktur. Onun parlak bir gönül sarayı vardır. Kendisinin dünyaya ait yalnız, fakirlerin ve gariplerin barındığı gibi bir kulübesi vardır." derler.     Rum elçisinin bu sözler üzerine dehşeti ve hayreti artar. Yükünü, atını, hediyelerini başıboş bırakır. Hz. Ömer Farûk' aramaya koyulur. Her tarafta Halife'yi sorar. Hayretle kendi kendine:     "Demek dünyada böyle bir hükümdar var ki, aynı rûh gibi, etrafın nazarından gizli kalıyor!..." diye mırıldanır Halife'ye ram olmak için, O'nu aramaya devam eder...     Bir Arap kadın:     "İşte senin aradığın Halife, şu hurma ağacının altındadır! Herkes yatakta, döşekte yatarken; O, bunların zıddı olan kumların üzerindedir! Git de, hurma ağacının gölgesinde yatan zıll-i ilahi'yi (Hakk'ın gölgesini) gör!..." der

Sizin Yanlışınızı Düzeltecek Adam Anasından Doğmamış mı?

Sizin Yanlışınızı Düzeltecek Adam Anasından Doğmamış mı?     Bir gece Medine sokaklarında Halife Hazreti Ömer ve Abdurrahman bin Avf hazretleri gezerken bir evin içinden karışık seslerin geldiğini duyarlar. Biraz yaklaşınca sorar Halife:     - Ey Abdurrahman, bu evin kime ait olduğunu biliyor musun?     Abdurrahman bin Avf, "Bilmiyorum" der. Şöyle açıklama yapar.     - Burası Rebi'a bin Ümeyye'nin evidir. İçindekiler de sarhoşlar, içmişler bağırıp çağırışıyorlar. Ne dersin, bunlara ne türlü bir ceza uygulayalım? Gecenin bu saatinde  bu haldeler...     Abdurrahman bin Avf der ki:     - Bana kalırsa ceza uygulanacaklar onlar değil, biziz!     İrkilir Halife.     - Neden? Diye sorar. Şöyle izah eder büyük sahabe:     - Allahü Azimüşşan 'İnsanların gizli ayıplarını araştırmayınız' buyuruyor. Biz ise gecenin bu saatinde evinin içindeki ayıplarını araştırıp meydana çıkarmakla meşgulüz. Aslında cezalık işi biz yapıyoruz demektir!     Bunun üze

Allah’ın Adaleti de Ahireti Gerektirir

Allah’ın Adaleti de Ahireti Gerektirir Şu kâinata baktığımızda, her şeyde çok hassas bir ölçü görürüz. Bu ölçü büyük şeyler de kendini gösterdiği gibi, küçük şeylerde de kendini göstermektedir. Bu kâinatın hâkimi olabildiğine adaletli olduğunu kâinattaki icraatı ile bizlere gösteriyor. Eğer bu kâinatın sahibi son derece adaletli birisi ise böyle bir adaletin gereği olarak onun mülkünde adaletsizliğin olmaması lazım, Yani zalimin zulmü yanına kar kalmamalı, mazlumunda ahı... Oysa kâinatta ki gidişata baktığımızda zalim zulmü ile gidiyor. Mazlumda ahı ile gidiyor. Adeta zalimin zulmü yanına kalıyor, mazlumunda ahı yanına kalıyor gibi bir manzara var. Oysaki insan adalet ister, adaletsizlik gördüğünde hemen tepkisini gösterir. “Olmaz, olamaz der” Eğer adaletsizlik bir insan tarafından yapılıyorsa onun adı zalimdir. Zülüm ise insanlık tarafından çirkin görülen bir haslettir. İnsanlar arasında bile çirkin görülen bu hasletin Allah’ta görülmesi mümkün değildir. Öyle ise bu dünyada zulm

Azgın Arzular, İğnelerini Kalbe Batırırlar

Azgın Arzular, İğnelerini Kalbe Batırırlar İbrahim Havvas (rahimullahu) anlatıyor: Bir gün Likam dağında idim. Bir nar ağacı gördüm, canim çekti, ondan bir nar kopararak yardım, ekşiymiş, elimden attım ve yoluma devam ettim. Az ileride birini gördüm, yere serilmiş ve üzerine arılar üşüşmüştü. Adama selâm verince "aleykümselam, ya İbrahim" diye cevap verdi. "Beni nereden tanıyorsun" diye sordum. "Allah Celle Celâlüh'ü tanıyanlara hiç bir şey saklı değildir!" karşılığını verdi. Ona "Anlaşılan Allah Celle Celâlüh ile münasebetin var, şu arılardan seni kurtarmasını O'ndan istesene" diye takıldım. Bana şu cevabı verdi, "Ben de senin Allah Celle Celâlüh ile münasebetin olduğunu sanıyordum. Asıl kendin, nar düşkünlüğünden seni kurtarmasını istesene! Nar düşkünlüğünün acısını insan ahirette çeker, oysa arı sokmasının acısı dünyadadır. Öte yandan arı sokması vücudu incittiği halde azgın arzular, iğnelerini kalbe batırırlar.&quo

Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi

Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi Siyasetname adlı şaheserin yazarı, Haşhaşileri dize getiren devlet adamı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin koca veziri Nizamülmülk'ün baş döndürücü hayat hikâyesi 'Vezir' ile yazıldı. Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi Siyasi tarihimizde büyük padişahların yepyeni bir çığır açtıklarını, devleti ve toplumu bambaşka mecralara taşıdıklarını biliriz. Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, bu meyanda ilk planda akla gelen padişahlardır. Ama sadece padişahlar damga vurmamışlardır tarihimize; zaman zaman padişahları da gölgede bırakırcasına büyük devlet adamları, vezirler, komutanlar, kendi isimlerini yazdırmışlardır yaşadıkları döneme… Osmanlı'da Sokullu Mehmet Paşa, Halil ve Ali Paşalarıyla Çandarlılar, 17. yüzyılda Köprülüler, padişahları aşan bir şöhrete, başarıya ve güce erişmişlerdir. Selçuklu tarihinde de bu payeye erişebilen zirve bir isimdir Nizamülmülk. Kendisi pek çok açıdan ya

Nefsi Yenmek Ve Şeytana Karşı Koymak

Nefsi Yenmek Ve Şeytana Karşı Koymak Akli başında olan kimsenin, nefsin azgın arzularını açlıkla sindirmesi gerekir. Çünkü Allah’ın Celle Celâlüh düşmanını (nefsin azgın arzularını) ancak açlık gemleyebilir. Nefsin azgın arzulan, yemek ve içmek şeytanin vasıtalarıdır. Nitekim Peygamber'imiz Sallallahü Aleyhi Vesellem söyle buyurur: "Şeytan, insan vücudunda kan damarları yolu ile dolaşır, Binanaleyh siz onun dolaşım yolunu açlıkla daraltınız. Kıyamet günü, insanların Allah Celle Celâlüh'e en yakın olanı, en uzun müddet aç ve susuz kalanıdır." İnsanoğlu hesabına en büyük tehlike kaynağı, midenin doyumsuz arzularıdır. Hz. Âdem (A.S.) ile Havva’nın huzur ve istikrar yurdundan (cennetten) çıkarılarak horduk ve yokluk diyarına (dünyaya) gönderilmelerinin sebebi odur. Bilindiği gibi bir ağaç meyvesinden yemek, kendilerine Allah Celle Celâlüh tarafından yasaklandığı halde azgın arzularına yenilerek söz konusu ağacın meyvesinden yediler de çırılçıplak kalıver

Mecusi'nin İmana Gelişi

Mecusi'nin İmana Gelişi Bir mecusî, İbrahim Halil Hazretlerinden misafir edinilmesini istedi. İbrahim Aleyhisselâm: - "Eğer Müslüman olursan seni misafir ederim." dedi. Bunun üzerine mecusî savuşup gitti. Bu manzaradan dolayı Cenab-ı Hak İbrahim kuluna vahyederek buyurdu: - "Ey İbrahim! Neden ona dinini değiştirmeden yedirmedin. Hâlbuki ben yetmiş seneden beri onun küfrüne rağmen kendisine yediririm. Eğer onu bir gece misafir etseydin, senin ne zararın olurdu?" Bu vahiyden sonra, İbrahim Aleyhisselâm, mecusînin ardına düştü. Onu çevirip misafir etti. Mecusî, İbrahim Aleyhisselâm'a sordu: - "Senin bu şekilde hareket etmenin sebebi nedir?" İbrahim, hadiseyi olduğu gibi mecusîye anlattı. Mecusî hadiseyi dinledikten sonra: Allah bana böyle mi muamele yapıyor? Deyip sonra İbrahim Aleyhisselâm'a, bana İslâm dinini telkin et, dedi ve Müslüman oldu. Kaynak: İhya'dan Hikayeler (Mahmut Yılmaz - Harf Yayınları)

Gerçek Fakirlik

Gerçek Fakirlik Bir kimse, fakirliğini basiret sahiplerinden birine şikayet etti ve bundan çok üzüldüğünü belirtti. O basiret sahibi ona dedi ki: - Senin iki gözden kör olup on bin dirhemin olması seni sevindirir mi? - Hayır! dedi. - Dilsiz olup da on bin dirhemin olsa! - Hayır! - Ellerin ayakların kesik olduğu halde, yirmi binin olsun? - Hayır! - Deli olup da on bin dirheme sahip olasın? - Hayır! - O halde utanmaz mısın Mevlanın senin yanında elli bin değerinde nimetleri olduğu halde şikayet ediyorsun!.. Kaynak: İhya'dan Hikayeler

Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları

Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakları Bu mevzuda söylenebilecek olan sözün özü sudur: Nikâh bir çeşit bağlılıktır; Kadın erkeğin cariyesidir. Buna göre kadın, kocasının; mahiyeti günah olmayan her emrine kayıtsız - şartsız olarak uymak zorundadır. Erkeğin haklarına saygı gösterilmesi konusunda birçok hadisler vardır. Peygamber'imiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyor ki: “— Kocası kendisinden hoşnut bir halde ölen kadın. Cennet'e girer.” Peygamber'imiz zamanında adamın biri bir yolculuğa çıkarken karısına evin üst katından alt katına inmemesini tembih eder. Kadının babası alt katta oturmaktadır. Adam hastalanır. Kadın birini Peygamber'imize göndererek evin alt katına inip babasını görmeye izin ister. Peygamber'imiz “Kocanın emrine uy!” diye haber gönderir. Bu orada Kadının babası ölür. Kadın yine alt kata inmek için Peygamberimizden izin ister. Peygamber'imiz tekrar “Kocanın emrine uy!” diye haber gönderir. Kadının babası toprağa verildikten

En Hayırlı Amel

En Hayırlı Amel Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla verin, rükû edenlerle beraber rükû edin.” (Bakara, 43) Rasûlullah (sav) buyurdular: “En hayırlı ameliniz, namazdır…” (Muvatta, Tahâret, 6) Namaz İslâm’ın en önde gelen şiârıdır. Müslüman ile gayr-i müslimi ayıran alâmet-i fârikâdır. O hâlde namaza ehemmiyet vermek ve ona büyük bir azimle devam etmek lâzımdır. Bunun için Rasûlullah (sav), son vasiyetlerinden biri olarak namaz üzerinde ısrarla durmuştur. Peygamber Efendimiz’in, son vasiyetleri esnasında bilhassa namaz üzerinde ısrarla durduğunu gösteren diğer bir rivâyet şöyledir: Enes (ra) şöyle anlatır: Vefatı esnâsında Peygamber Efendimiz’in yanındaydık. Bize üç defâ: “–Namaz hususunda Allah’tan korkunuz!” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti: “–Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkunuz, iki zayıf hakkında Allah’tan korkunuz: Onlar dul kadın ve yetim çocuktur. Namaz hususunda Allah’tan korkunuz!” Rasûlullah (sav) daha

Ayasofya Ağlıyor

Ayasofya Ağlıyor Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Allah’ın mescitlerini O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” (Bakara, 114) Rasûlullah (sav) buyurdular: “…Mescidler ne için yapılmışlarsa ancak o maksatlarla kullanılacak mekânlardır.” (Müslim, Mesâcid 80, 81. İbni Mâce, Mesâcid 11.) Anadolu'nun dilinde Ayasofya'nın adı İstanbul'la beraber yaşadı. Sultanahmet Camii kendisine rakip olduğu gün bile mutluluğu bozulmadı. Vatanın her köşesinde kubbeler kabarıyor, minareler yükseliyor, fakat Ayasofya'nın sevgisi, ilk evlat sevgisi gibi hiç bir zaman eksilmiyordu. O, Fatih'in yadigârıydı... Kimsenin bu şerefi kendisiyle paylaşamayacağını biliyor, gururlandıkça gururlanıyordu. Kimse ona dil uzatamıyor, "Sen Bizans'sın" diyemiyordu. O, Fatih&