Allah’ın Adaleti de Ahireti Gerektirir
Allah’ın Adaleti de Ahireti Gerektirir
Şu kâinata baktığımızda, her şeyde çok hassas bir ölçü görürüz.
Bu ölçü büyük şeyler de kendini gösterdiği gibi, küçük şeylerde de kendini
göstermektedir. Bu kâinatın hâkimi olabildiğine adaletli olduğunu kâinattaki
icraatı ile bizlere gösteriyor. Eğer bu kâinatın sahibi son derece adaletli
birisi ise böyle bir adaletin gereği olarak onun mülkünde adaletsizliğin
olmaması lazım, Yani zalimin zulmü yanına kar kalmamalı, mazlumunda ahı... Oysa
kâinatta ki gidişata baktığımızda zalim zulmü ile gidiyor. Mazlumda ahı ile
gidiyor. Adeta zalimin zulmü yanına kalıyor, mazlumunda ahı yanına kalıyor gibi
bir manzara var. Oysaki insan adalet ister, adaletsizlik gördüğünde hemen
tepkisini gösterir. “Olmaz, olamaz der” Eğer adaletsizlik bir insan tarafından
yapılıyorsa onun adı zalimdir. Zülüm ise insanlık tarafından çirkin görülen bir
haslettir. İnsanlar arasında bile çirkin görülen bu hasletin Allah’ta görülmesi
mümkün değildir. Öyle ise bu dünyada zulmün ve adaletsizliğin olması ahireti
gerektirir. Zalimin zulmünün cezasını göreceği mazlumun sabrının mükâfatını
görüp hakkını alacağı bir Mahkem-i Kübra olmalı, olmasını Allah’ın sonsuz
adaleti gerekiyor. Eğer bu dünya ardında bir mahkeme olmadan değerlendirilir ve
öyle bakılırsa dünyanın her tarafına sinmiş bir zülüm ve haksızlık her yerde
görülür. Bir Mahkeme-i Kübra olmadığını düşündüğümüzde ortaya çıkacak
çarpıkları örnekler üzerinde görelim;
İnsanların kimisi sakat doğuyor, kimi insanların çocukları
olmuyor, kimileri de birilerine göre çirkin oluyor. Eksiği olanlar
sabrediyorlar bunun bir adaletsizlik olmadığını, imtihan dünyasının doğal bir
sonucu olduğunu düşünüyorlar ve duruma sabretmelerinin mükâfatını da ebedi bir
hayatta ebedi bir saâdet olarak bulacaklarına inanıyorlar.
Yine Namaz kılan bir insanla kılmayan bir insan oruç tutanla tutmayan,
cihat edenle etmeyen, gece kalkanla kalkmayan, her türlü zorluğa katlanıp dine
hizmet edenle etmeyenin bir olduğu terazi bunların bir tutulduğu bir ilahi
nizam adil olamaz. Hz Muhammed ile Sallallahü Aleyhi Vesellem Ebu Cehil’i bir
tartan terazi olamaz, hele hak terazisi hiç olamaz. Zira Yüce Rabbimiz yüce
kitabımızda bize kendini şöyle tanıtıyor; “4-40. Şüphe yok ki Allah zerre kadar
haksızlık etmez....” “34-3. ....Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile
O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık
kitaptadır (yazılıdır).” "Biz Kıyamet gününe mahsus adalet terazileri
koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O şey
bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (Mizana koyarız). Hesapçılar
olarak da biz yeteriz" (Enbiya 47).”
Hadisi şeriflerde bu konuyu izlediğimizde şunları görüyoruz;
"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Kimin
üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve
dirhemin bulunmadığı (Kıyamet ve hesaplaşmanın olacağı) gün gelmezden önce daha
burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nispetinde
kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa arkadaşının günahından alınır, kendisine
yüklenir” Evet buradan üzerinde bir kul hakkı ile gidenler hak sahiplerine
karşı verecek bir şeyleri olmaz ise karşı tarafın günahından kendi üzerine yüklenmekle
yine hak tahakkuk ediyor.
-Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Allah ile kul arasındaki
bir konuşmanın devamında kulun Allah’a şöyle deyişi ile devam eder;
- Hesap öylesine adilane alınıyor ki, kimsenin görmediği hiç bir
şahidi olmayan olaylar bile hesaptan geçiriliyor;
"Bugün sana tek şâhid olarak nefsin, çok şahit olarak da
kirâmen kâtibin kâfidir" buyurur." Resûlullah devamla dedi ki:
"Ağzına mühür vurulur ve diğer organlarına:
"Konuş!" denilir. Onlar adamın amelini haber verirler. Sonra konuşma
hususunda serbest bırakılır. Adam organlarına: "Yazıklar olsun size!
Buradan defolun! Ben sizin için mücadele etmiştim" der”
-Hak terazisinde namaz kılanla kılmayanı da bir olmadığı gibi,
namaz kılanlar üzerlerindeki bu Allah hakkını iye eda etmediklerinde onun da
hesabını verecekler;
"....Kıyamet günü, kişi amelleri arasında önce namazın
hesabını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk
olursa, hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab Teâlâ
Hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nafilesi var mı?"
buyurur. Böylece, farzın eksikleri nafile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu
tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir."
- Hak terazisi öylesine hassas ki; insanlar arası haktan öte
hayvanlar arası hak bile hak sahibine eda ediliyor;
"Kıyamet günü hak sahiplerine haklarını mutlaka eda
edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas
alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı
niye yaraladığından sorulacak."
Kendini bize böyle tanıtan Allah’ın haksızlara hesap soracağı
bir mahkemesi ve yine haksızlığa uğrayanlara mükâfat vereceği bir saadet diyarı
olacaktır. Olmaması mümkün değildir. Nihayetsiz adalet bir hesap gününü
gerektirir.
Allah kullarına haksızlık yapmaz. Burada Allah’ın haksızlık
yapmaması kulların bir hakkı olduğundan değildir, kendi adaleti öyle
gerektirdiğindendir. Bir kul Allah’a bir ömür boyu kulluk yapsa bunu yaparken
de kulluk hayatın her saniyesini kuşatsa yine kulun Allah’a karşı bir hak iddiası
olamaz. Zira bir ömür boyu yapılan kulluk bir nefes nimetinin karşılığı bile
olamaz.
Bir hakkımız olduğunda karşımızdakinin hakperest davranması
güzel bir harekettir. Ama hiç bir hakkımız olmadığı halde ve birde üstelik
üzerimizdeki hakları tam olarak yerine getiremediğimiz halde Allah Celle
Celâlüh bize karşı haktan adalet den ayrılmıyorsa O gerçek adildir. Onun
adaletinde haksızlık yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder