Kayıtlar

Benim Gözlerim Göreceğini Gördü...

Benim Gözlerim Göreceğini Gördü...               O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkâm yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip               “Ne var evlat?” diye sordu.               Asker hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu.               “Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?”               O zaman asker tok sesiyle;               “Üzülmeyin efendim!” diye cevap verdi.                “Benim gözlerim göreceğini gördü” (Evet düşman gemilerine tam

Alicenap Türkler

Alicenap Türkler               Ruşen Eşref (Ünaydın), Karargâh-ı Umumi Muhafız Piyade Bölüğü Kumandanı Mülazım-ı Evvel Ruhi ile gerçekleştirdiği mülakatında Mehmetçiğin ağzından şu hatırayı kaydeder:               "Bizim mıntıka kumandanı Süvari Kaymakamı Mahmut Bey tayyarelere pek kızar efendim. Daima ateş ettirir onlara; katiyyen üzerimize sokmaz onun zaten tabiatı böyledir. Bir tayyare geldi miydi, haydi bütün bataryaya ateş ettirir. "               "Evet, efendim; tayyare düştü. Hava hafif sisli olduğu için tabii gemiler bu sükûtu (düşüşü) görmüyorlardı. Tayyareciler kendilerini denize attılar. Kendi gemilerini istikametine yüzmeye başladı. Bunu gören bataryamız düşmanın kendi gemilerine iltihak etmemesi için efendim, ateş etti ki tayyareciler geriye dönsünler. O vakit gemilerde tayyarenin burada düştüğünü anladılar. Onlar da ateş açtılar. Tayyare tahrip edildi. O vakit de bizim hiç olmazsa bir esire fevkalade ihtiyacımız vardı. Çünkü düşmanın o dakikadaki

Sağ Kolumu Kaybettim Ama Sol Kolum Var!

Sağ Kolumu Kaybettim Ama Sol Kolum Var!               Seddülbahir ve Conkbayır'ın büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuş'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu:               "Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. "               "Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz

Ka'benin Anahtarının Sahibi

Ka'benin Anahtarının Sahibi Mekke-i Mükerreme fethedilmişti. Peygamber Efendimiz Ka'be'ye girmek istedi. Anahtar ise henüz daha Müslüman olmamış olan Osman bin Talha'da idi. Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazreti Ali Radiyallahü Anh’yi anahtarı getirmesi için ona gönderdi. Osman bin Talha: — Ben Muhammed'in hakiki peygamber olduğuna inanmıyorum ki, Ka'be'nin anahtarını teslim edeyim. Anahtar dedelerimden bana kalmıştır, dedi. Fakat Hazreti Ali Radiyallahü Anh, Resûlüllah'ın emrini yerine getirmek üzere anahtarı halen müşrik olan Osman bin Talha'nın elini sıkarak zorla aldı ve Resûlüllah'a getirdi. Peygamber Aleyhisselâm ve eshap Ka'be'ye girip putlardan temizlediler ve içerde iki rek'at da şükür namazı kıldılar. Bu arada Hz. Abbas, Ka'be'nin anahtarının kendisine verilmesi için ricada bulunmuştu. O esnada: — Emâneti ehline verin, âyeti celîlesi nazil oldu. Bunun üzerine Efendimiz anahta

9 Evi Dolaşan Kelle

9 Evi Dolaşan Kelle Eshaptan birinin, evine bir yerden bir koyun başı gelmişti. Evde başka yiyecekleri de yoktu. Hanımına onu hazırlamasını söyledi. Pişirdiler, hazırladılar; tam yiyecekleri zaman bir komşu gelip: — Günlerden beri açız. Bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları kelleyi verdiler. Kelleyi alan sahabi eve götürdü, sevinç içinde çocukları ile yiyeceği bir sırada başka bir komşu bu sefer onlara gelip: — Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? dedi Onlar da komşudan aldıkları kelleyi, tadına bile bakmadan verdiler. Bu arada kelleyi ilk veren zat, komşudan bir şeyler almak için başka bir sahabinin evini çaldığında, onlar da önlerine koymuş bir kelle yemeye hazırlanıyorlardı. O gelip de: — Günlerden beri açız, bize verecek bir şeyiniz yok mu? deyince, önlerindeki kelleyi hiç tereddüt etmeden komşularına verdiler. Kelleyi ilk veren eve getirip de baktığında, kendisine verilen kellenin, kendisinin verdiği kelle ol

İki Dargının Barışması

İki Dargının Barışması Bir mesele hakkında, Hazreti Hasan ve Hüseyin anlaşamadılar ve darıldılar. Durumu öğrenen eshap araya girip barıştırmak maksadıyla, önce küçük olduğu için Hz. Hüseyin'in yanına geldiler. O: — Ben dedem Resûlüllah'tan işittim. İki dargından hangisi önce barışırsa Cennete önce o girecek, buyurmuştu. Ben ağabeyimden önce Cennete girmekten hâyâ ederim, dedi ve ağabeyinin kendi yanına gelmesini istedi. Bu sefer eshap Hz. Hasan'ın yanına gidip durumu bildirdiler. O, hemen ağlayarak kardeşi ile barışmak üzere yola çıktı. Ağabeyinin geldiğini gören Hz. Hüseyin de onu yolda karşıladı ve aralarında hiçbir şey yokmuş gibi kucaklaştılar. (Alıntı)

Derdimin İlâcı Viranedir

Derdimin İlâcı Viranedir Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan, hastalanmış, ölüm döşeğine yatmıştı. Evlâtlarını toplayıp onlara vasiyetlerini söylemeye başladığında, içlerinden biri: — Baba, senin derdine hiçbir çare bulunmaz mı? dedi. Nuşirevan: — Olmaz olur mu? Her derdin bir çaresi vardır. Benim derdimin devası ise, viranede öten baykuşun etidir. Eğer ülkemde bir harabede öten baykuş bulur, bana getirirseniz derdimin çaresi bulunmuştur, dedi. Hükümdarın oğulları bu işe sevindiler. Dört yoldan İran'ın her yanında virane aramaya başladılar. Fakat ne kadar aradılarsa bulamadılar. Çünkü hükümdar milletine o kadar hizmet etmişti ki, ülkenin hiçbir yerinde, kendi haline terkedilmiş bir virane bulmak imkânsız hale gelmişti. Hükümdarın çocukları, babalarına üzülerek bir virane bulamadıklarını söylediler. Nuşirevan, zaten bulamayacaklarını daha önceden biliyordu. Onların haline gülümseyerek ruhunu teslim etti. Fakat bu hükümdar, Peygamberimizin:

Ne Güzel Sözler

Ne Güzel Sözler Üzülme! Derdin ne olursa olsun, bir abdest al nefes gibi ve bir seccade ser odanın bir köşesine. Otur ve ağla. Dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor unutma! Ben bir garip insanım... Ne tahtım var ne tacım... Tut elimden Allah’ım yalnız Sana Muhtacım! Küçük Bir Söz Yakarsa İçini... Dost bildiklerin anlamazsa seni... Boş ver dökme içini... Yaratana aç elini; ser yüreğini… Saat kaç? Niye kaçsın ki? Kaçan elimizdeki fırsattır. Ömür takviminin kopan sayfalarıdır, hayat ağacımızın dökülen yapraklarıdır. Gönül dünyamızın solan gülüdür. Nihayetinde kaçan saatler, geri getiremeyeceğimiz dünlerimizdir. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.” Kanuni Sultan Süleyman

19 Yaşında Kumandan

19 Yaşında Kumandan Peygamber Efendimiz, irtihaline yakın bir sırada İslâm ordusunun başına Zeyd bin Haris'in 19 yaşındaki oğlu Üsame'yi kumandan tâyin etmişti. O sırada bir sefre çıkılacaktı. Resülüllah: — “Harbe iştirak etmek isteyenler, Medine dışında Üsame'nin çadırı etrafında toplansınlar”, Diye emir buyurdu. Ordu Medine dışına karargâh kurmuştu. Resulüllah'ın hastalığının şiddetlendiği haberi geldi. Hazreti Usame: — Resülüllah bu kadar ağır hasta iken, sefre çıkmak pek doğru olmaz, dedi ve üç gün orduyu bekletti. Uç gün içinde de, Efendimiz irtihal-i Darî beka eyledi. Resülüllah vefat edip yerine Hazreti Ebubekir halife olarak geçince, Üsame'nin kumandanlığını yerinde bulmayan ve genç olduğunu ileri süren bazı ashap: — Ya Ebu bekir! Usame daha çok genç... Onu azledip yerine başka birini nasbetseniz daha iyi olmaz mı? diyerek azlini teklif etmişlerdi. Hazreti Ebubekir çok hiddetlendi ve: — Resulüllah'ın tâyin ettiği bir kum

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu

Hz. Musa Aleyhisselâm'nın Cennetteki Komşusu Hazreti Musa Aleyhisselâm: — Ya Rabbi! Bana Cennetteki komşumu bildir, Diye ilticada bulunmuştu. Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâm a: — Falan yere git! Senin komşun falan yerdeki kasaptır, Diye tAli Radiyallahü Anh matta bulundu. Hazreti Musa Aleyhisselâm tarif edilen yere gitti, kasabı buldu ve evine misafir oldu. Kasap akşam eve gelirken yanında bir miktar et getirmişti. Eve geldikleri zaman misafirden izin istedi ve onları pişirdi, bir zembil içinde tavanda asılı olan annesini indirdi, altını kuruladı ve eti parçalara bölerek onun ağzına vermeye başladı. Musa Aleyhisselâm Cennet komşusunun kim olduğunu öğrenmeye başlamıştı, sinek vızıltısı gibi bir sesin geldiğini farkedip: — Ne diyor? Diye sordu. Kasap annesini yerine astıktan sonra misafire: — Bu benim annemdir. Ben bunu senelerden beri bu şekilde yedirir, içirir ve bütün ihtiyaçlarını temin ederim. O da bana her zaman: “Oğlum Allah seni Cennette Musa

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası

Hz. Ömer Radiyallahü Anhin Oğluna Sopası Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu hastalanmıştı. Doktora götürdüler. Doktor ise Yahudi i idi. Yahudi i’bakalım halife kendi oğluna da Allah'ın emrini tatbik edecek mi' diye, Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğluna sarhoş edici bir madde içirdi. Onu ilâç zannederek içen halifenin oğlu kendinden geçtikten sonra, Yahudi inin teşvikiyle kızına da zina etti. Muradına eren Yahudi i sokağa çıkıp: — Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu benim kızıma zina etti, Diye bağırmaya başladı. Dedi - kodu her tarafa yayılıyordu. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh, meseleyi tahkik ettirdiğinde hakikaten oğlunun Yahudi inin kızına zina ettiğine kanaat getirdi ve yüz sopa vurulmasına karar verdi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh: — Zina eden benim oğlum olduğu için sopayı ben vuracağım, dedi ve seksen sopa vurunca oğlu öldü. Yirmi sopa da oğlunun ölüsüne vuran halife, ağlamaya başladı. Diğer ashap: — Ya Ömer Radiyallahü Anh ağlama şeriatın emridi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi

Behlül Dâna'nın Evlenmesi Behlül Dânâ'yı annesi ve kardeşi Harun er-Reşid, evlenmesi için ikna etmişler ve düğün yapıp gelin getirmişlerdi. Onların hatırı için evlenen Behlül, zifaf gecesi hanımıyla başbaşa kaldığı zaman, başını hanımının karnına koydu ve bir müddet dinledi. Dânâ, hanımını karşısına alıp şunları söyledi: — Şu ana kadar seninle evli idik, fakat şu andan itibaren seni üç talakla boşadım. Bundan sonra benim dünya - ahiret kardeşimsin. Sabah oldu. Damadı görmeye hazırlananlar, onu gelinle bulamadılar. Halife Harun er-Reşid, telâş içinde kalmıştı. Behlül'ü dergâhında buldular: — Suçsuz bir kadını bir gecede niçin boşadın? Diye sordular. O: — Sizden ayrılıp da içeri girdiğim andan itibaren, içerde bir kısim sesler duymaya başladım. Ben bu sesler nereden geliyor Diye araştırmaya başlayınca, gelinin karnından geldiğini anladım. Kulağımı verip iyice dinledim ki, ilerde gelecek olan çocuklar, kapının ağzına toplanmışlar bağrışıyorlar. Onlardan k

Bir Çuval Toprak Ve Arsa

Bir Çuval Toprak Ve Arsa Eski Endülüs Hükümdarlarından biri fakir bir kadının arsasına yeni bir saray yapılmasını emretti. Arsa hükümdarın sarayına alındı ve hükümdar arsanın bedelini de ödemiyordu. Müşkül durumda kalan kadın, çareyi, hükümdarı, kadıya şikâyet etmekle buldu. Zamanın Şeyhü'l îslâmı, kadını dinleyip haklı olduğuna hükmettikten sonra, hükümdara hiç bir şey söylemeden bir çuval ve bir de kazma kürek alıp kadının arsasından toprak doldurmaya başladı. Padişah sarayından Şeyhü'l îslâmı seyrediyor kendi kendine: — Herhalde Şeyhü'l İslâm aklını oynatmış olsa gerek, diyordu. Şeyhü'l İslâm çuvala bir miktar toprak doldurdu ve sırtına alıp götürmek istedi. Fakat ihtiyar olduğundan ve toprak da ağır olduğundan kaldıramamıştı. Biraz daha toprak koyup çuvalı ağzına kadar doldurdu. Tekrar kaldırmak istediğinde tabi ki, kaldıramaz! Şeyhü'l İslâmın bu acaip halini seyreden hükümdar daha fazla sabredemeyip huzuruna çağırdı ve: — Hocam, sen bu zayıf h

Sessizce cihad yapabilmenin 8 yolu

Sessizce cihad yapabilmenin 8 yolu Hepimiz Elhamdülillah Müslümanız ve gerçekten bunun için çok şükretmeliyiz... Şükretmenin yanında hayatımıza ekleyeceğimiz küçük detaylarla da Allah'a Celle Celalühü daha yaraşır bir kul olabiliriz. Belki siz de benim gibi İslami gruplara girip etkinlikten etkinliğe koşup aktif olabilecek kadar özgüvene sahip değilsiniz ya da müsait zamanınız yok. İşte tam bu haller için bu listeye bir göz atın... 1- Mescit dualarını yaygınlaştırmak. Biliyoruz ki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, unutulmuş sünnetlerini yayana 100 şehit sevabı verileceğini müjdelemiştir. Çok basit bir hareketle, unutulmuş ya da uygulamaya çok sık geçirilemeyen bir sünneti hep birlikte yayabiliriz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem mescide girerken "Allah'ım! Rahmet kapılarını bana aç." Müslim, mescitten çıkarken de "Allah'ım! Fazlından rahmetini talep ederim." Müslim diye dua edilmesi gerektiğini buyurmuşlardır. İşte bu dua

Abdülkadîr Geylani İle Kırk Eşkiya

Abdülkadîr Geylani İle Kırk Eşkiya Gavs-ül Vasilin Abdülkadir Geylânî, küçük yaşta ilim tahsiline başlamıştı. Daha dokuz yaşında iken annesinden izin alıp Bağdat'a ilim tahsiline gitti. Giderken annesi oğlunun beline kırk altın bağlamış ve bazı nasihatlarda bulunarak: — Oğlum sakın, ne olursa olsun yalan söyleme! Diye tenbihte de bulunmuştu. Abdülkadir'in de içinde bulunduğu kervan, Bağdat yolunda devam ediyordu. Bir vadiden geçerken kervanın önünü kırk kişilik bir eşkiya kesti. Eşkiyalar kervanda işlerine yarayan ne varsa aldılar. Ayrılacakları zaman, içlerinden biri Abdülkadir Geylânî'ye: — Senin neyin var? Diye sordu. O hiç tereddüt etmeden: — Belimde kırk tane altınım var! ., dedi. Eşkiyalar üzerini bile aramaya lüzum görmedikleri çocuğun öyle söylemesine hayret etmişlerdi. Onu alıp reislerinin yanına götürdüler. Reis: — Evlâdım biz seni aramayacaktık. Sen niye bende altın var dedin ve başını derde soktun, dediğinde, Abdülkadir: — Ben d

Sözünde Durmak

Sözünde Durmak Peygamberimize henüz peygamberlik gelmemişti. Mekke'de Muhammed-ül Emin olarak bilinirdi. Bir gün bir arkadaşıyla buluşmak üzere bir mahal tesbit etmişlerdi. Tayin edilen yere Muhammed-ül Emin tayin edilen saatte vardı. Fakat arkadaşı verdiği sözü unutmuştu. İki gün sonra arkadaşı sadece verdiği sözü yerine getirmek için tayin edilen yere geldiğinde, Muhammed-ül Emin'i orada bekler vaziyette bulup hayretler içinde kaldı. Adam Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem den özür dilemek istediğinde, O: — Ben sadece vazifemi yaptım. Seni burada bekleyeceğimi söylemiştim ve bekledim. Ben senin başına bir hal gelmiştir Diye üzülmüştüm, diyerek onun gönlünü aldı ve ismine lâyık olduğunu bir kere daha ispat etti. (Alıntı)

Peygamberimizin İki Mu'cizesi

Peygamberimizin İki Mu'cizesi Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın oğlu Abdullah anlatıyor: — Ensardan bir sahabî, Hazreti Peygamberin huzuruna gelip bazı şeyler sormak istediğini söyledi. Resûlüllah ona: — Otur! dedi. Biraz sonra Sakîf Kabilesinden bir zat geldi, o da bazı şeyler öğrenmek istediğini söyledi. Resûlüllah ona da: — Otur! dedi. O da oturdu. Hazreti Peygamber, Ensara: — Evvelâ sen geldiğin için, önce senin suallerine cevap vereceğim, dedi. Ensar: — Ben sıramı Sakif'li kardeşime veriyorum ya Resûlallah! dediğinde, Efendimiz, Sakafi'ye: — Ne söyleyeceğini sen mi söyleyeceksin, ben mi söyleyeyim? buyurdu. Sakafî: — Siz buyurun ey Allah'ın Resulü, dedi. Peygamber Efendimiz: — Namazdan, secdeden, rükudan soracaktın, buyurdu. O: — Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evet! Dedi. Peygamberimiz, ona namaz hakkında lüzumlu malûmatı verip gönderdiler. Sakafî ayrıldıktan so

Hiç Yemeden Üç Gün Oruç

Hiç Yemeden Üç Gün Oruç Hazreti Hasan ve Hüseyin (r. anhüma) hastalanmışlardı. Hazreti Ali Radiyallahü Anh ve Fatıma validemiz, çocuklarının iyileşmesi halinde üç gün oruç tutmayı adadılar. Çok geçmedi hastalar şifaya kavuştu, baba ve anne de oruçlarına başladılar. Birinci gün sahura kalkıp niyet ettiler ve akşama arpa ekmeğinden iftarlıklarını hazırladılar. Akşam oldu, tam iftar edecekleri sırada, bir fakir gelip: — Allah için bana bir yiyecek verin. Açım, dedi. Onlar yemeye hazırlandıkları yemeklerini, hiç başlamadan tamamını o fakire verdiler. Tabii bu durumda gece yiyecekleri bir şey bile kalmamıştı. Akşam bir şey yemedikleri gibi, sahura da kalkmadan oruçlarına devam ettiler. Sabahtan akşama kadar iftarlık bir şeyler hazırlamışlar ve iftara hazırlanıyorlardı. Bu sefer de bir yetim gelip: — Şey'en lillah - Allah için bir şey, dedi. Onlar yine ağızlarına almadan önündekilerinin tamamını yetime verip, su ile iftar ettiler. İftarsiz, sahursuz, oruçlarına deva

Rasûlullah’ın Ümmeti Olabilmek

Rasûlullah’ın Ümmeti Olabilmek Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Âl-i İmrân, 110) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.” (Müslim, Îmân 80) Cenâb-ı Hakk’a şükürler olsun ki, biz âciz kullarını meccânen, yâni bir bedel ödemeksizin Habîb-i Ekrem (sav) Efend

Hakkıdır, Hak'ka Tapan, Milletimin İstiklal!

Hakkıdır, Hak'ka Tapan, Milletimin İstiklal! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Bir kısım insanlar, müminlere: "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!" dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve "Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!" dediler.” (Âl-i İmrân, 173) Rasûlullah (sav) buyuruyor: “Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allahım,  şu düşmanı  perişan et ve bizi onlara karşı muzaffer kıl!” (Buhârî,Cihâd 112; Müslim, Cihâd 20) (Osman Nuri Topbaş) İstiklal Marşı Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal! Kahraman ırkıma bir gül! ne bu şiddet bu celal? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal, Hakkıdır, Hak'ka tapan, milletimin istiklal