Kayıtlar

Kur’an-ı Kerim’le İlgili Hadis-i Şerifler

Kur’an-ı Kerim’le İlgili Hadis-i Şerifler   01- “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğreteniniz ve öğreneninizdir.” (Darimi: 2/437) 02- “Kur’an-ı Kerim’i seslerinizle süsleyiniz.” Ebu Davut: 2/74, Nesai; 2/79 03- “İçinde Kur’an-ı Kerim’’den bir şey olmayan kişi harap eve benzer.” (Sünen-i Tirmizi; 5/177) 04- “Allah’ü Teâlâ yeryüzünde azabı hak etmiş olanları azaplandıracağı zaman, Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye çalışan çocukların yüzü suyu hürmetine azap etmekten vazgeçer.” (Darimi: 2/439) 05- “Kim Kur’an-ı Kerim’den bir ayet dinlerse, dinlediği ayet onun için (dünyada ve ahirette) nur olur.” (Darimi:2/444) 06- “Şüphesiz Kur’an-ı Kerim’i okuyana bir sevap, onu dinleyene iki sevap vardır. Darimi: 2/444 07- “Şüphesiz insanların bir kısmı Allah’ü Teâlâ’nın dostlarıdır. Onlar Kur’an Kerim ehl-i olanlardır.” (İbn-i Mace: 1/78, Darimi: 2/433) 08- “Kur’an-ı Kerim, Allah’ü Teâlâ’ya gökler, yerler ve onlarda bulunanlardan daha sevimlidir.” (Darimi: 2/441) 09- “Kur’a

Mal Sevgisi Kalbi Kaplamamalı

Mal Sevgisi Kalbi Kaplamamalı Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi: - Ya imam, gemin battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut) İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra - Elhamdülillah dedi. - Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi: - Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş. İmam bu yeni habere de: - Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü: - Ya imam, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle? İmam-ı Azam izah etti: - Sen gemin battı diye haber geti

Kâfir mi, Mümin mi?

Kâfir mi, Mümin mi? İmam-ı Azam’ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: “Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rüküşüz secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kafir midir, mümin mi?” Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine “Bunlar kafirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kafirin ta kendisidir.” dediler.İmam-ı Azam susuyordu: “Ya imam sen ne dersin?” dediler. İmam-ı Azam, “Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir” dedi. itiraz ettiler: “Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?..” diye. İmam tek tek açıkladı: “Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah’ı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah’ı görmez ama kesin inanır, rükusuz secdesiz kıldığı namaz cenaze namazıdır, fitneyi sever, çünkü fitneden maksat mal ve evladdır, (Kur’an’da mal ve evladın müminler iç

İmam-I Âzam Ve Kadılık

İmam-I Âzam Ve Kadılık Zamanında İmam-ı Azam ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan görülmemiştir. Hem derya gibi ilmi, hem de herkese nasip olmayan zeka ve mantığı sayesinde hepsinden kendisi galip çıkıyordu. Abbasi Halifesi Me'mun İmam-ı Azam'ı Kufe'ye kadı yapmak istiyordu. İmamı çağırdı ve bu niyetini açıkladı. İmam-ı Azam yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi. - Ben kadılık yapamam, dedi. Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı. Bu nedenle Halife sert çıktı: - Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın! İmam-ı Azam akan suları durduracak şu cevabı verdi: - Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer “yapamam” dediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam.

Yavuz Sultan Selim’in Son Anları

Yavuz Sultan Selim’in Son Anları Yavuz Selim hastalanınca Edirne’de bulunan Vezir-i Azam’ı Piri Mehmed Paşa’yı Sırt köyüne çağırtmış ve kendisine şunları söylemiştir: «-Cümlenizden ziyadesi ile ikram beklerim. Asker evlatlarım hastalığımdan kat’iyyen haberdar olmamalıdır. Askere ihsan dağıtılsın, âsâr-ı sürür göstermesi için Yeniçeri teşvik edilsin. Düşmanlarımız yatağa düştüğümüze zinhar muttali olmasın. Gayri şimdilik söyleyecek sözüm yok.» diyerek son emrini vermişti. O gece Yavuz nedimine «Bu ne haldir Hasan Can?» demiş. Hasan Can da: -Sultanım, Cenab-ı Hakk’a teveccüh idüp Allah ile olacak zamandur! Yavuz da: -Bizi bunca zamandan berü kimin ile bilür idin? Cenab-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu fehm ittün. Haşa ki, bir zaman zikr-i Rahman’dan gufül müşahede itmüş olam. Lakin bu zaman, gayri zemana benzemedüğü cihedden ihtiyaten cesaret eyledüm! Yavuz Sultan Selim Hân, bu sırada Hasan Can’a: «- Sure-i Yasin tilâvet eyle» demiş ve Hasan Can’la beraber Sure-i

Milletinin Derdiyle Ölen Sultan I. Abdülhamid

Milletinin Derdiyle Ölen Sultan I. Abdülhamid Sultan I. Abdülhamid, büyük kardeşi Sultan III. Mustafa’nın vefâtı üzerine 49 yaşında Osmanlı tahtına geçmiştir. Tahta geçtiği sırada yaptığı konuşmada orduya hitap ederek birlik ve beraberliğe riâyet edilmesini ve düşmandan intikam alınmasını söylemiştir. Özellikle 1774 senesinde Rusya ile girişilen savaş Osmanlı için iyi bir netice getirmemiştir. Şumnu karargâhı da kuşatmaya uğrayınca barışa râzı olunmuş ve Rusya ile Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Kırım, Kuban ve Bucak Tatarların hâkimiyetine bırakılmış ancak dini olarak hilafet makamına bağlı olarak kalması kararlaştırılmıştır. Kaynarca antlaşmasının bazı maddeleri, Kırım’ı kanayan bir yara haline getirdi. Yaptıkları işin yanlış olduğunu anlayan Kırım Mirzaları ve Osmanlı’dan ayrılmak istemeyen halk eski hanlarından olan Devlet Giray’ı başlarına geçirdiler. Bunun üzerine Devlet Giray İstanbul’a gelerek sultana bağlılığını bildirmiş ve sonuna kadar topra

Necip Fazıl’dan İki Ramazan Hatırası

Necip Fazıl’dan İki Ramazan Hatırası  “Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaş’ta oturduğumuz büyük konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı: – Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor! Ödüm patlamıştı sanki… Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım. Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim. Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum: – Günahınızı niçin Allah’la aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yapa

Yavuz Sultan Selim Han’ın Şahsiyeti

Resim
Yavuz Sultan Selim Han’ın Şahsiyeti Dokuzuncu Osmanlı Padişahı olan Yavuz Sultan Selim’in babası Sultan II. Bayezid Han, annesi Dulkadiroğlu Alaüddevle’nin kızı Âişe Hâtun’dur. (Gülbahar Hâtun olduğu da ifade edilmektedir.) 10 Ekim 1470’de Amasya’da doğdu. Küçük yaşta İstanbul’a gönderilen Selim, dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han’ın terbiyesinde yetişti. Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı. Arâbi ve Fârisi’yi mükemmel konuşacak şekilde vâkıf oldu. Çok çevik ve zeki idi. Bir defa dinlediğini bir daha kolay kolay unutmazdı. Spora meraklıydı. Ata binmek, güreş tutmak, ok atmak, ve kılıç kullanmak hususunda büyük maharet sâhibi oldu. Babası II. Bayezid Han padişah olduktan sonra askeri sevk ve idare ile ilgili devlet yöneticiliği öğrenmesi için kendisini Trabzon’a vâli tâyin etti. Trabzon’da devlet işlerinin yanında ilimle uğraşır ve büyük âlim Mevlana Abdülhalim Hazretleri’nin derslerini takip ederdi. Bu arada edebiyat ve tarih ile de ilgilendi. Eyâletini ç

Ateşi Kalpten, Nuru Akıldan Bir Sevgi

Ateşi Kalpten, Nuru Akıldan Bir Sevgi   Bir küçük çocuk, annesi nakış işlerken dizlerinin dibinde oturup onu seyretmeyi çok severdi. Bir keresinde aşağıdan annesine doğru bakıp sordu: “Anneciğim, ne yapıyorsun?” Annesi, tatlı ve şefkatli bir sesle cevap verdi: “Nakış işliyorum yavrum. Bu kasnaktaki kumaşın üstüne güzel desenler işlemeye çalışıyorum.” Küçük çocuk: “Ama yaptığın şey, hiç güzel görünmüyor, karmakarışık…” Gerçekten de çocuğun baktığı yerden, annesinin elinde tuttuğu kasnağın altındaki ipler, birbirine giriyor, kasnağın üstünde görülen sanatlı işlemelerden ise hiçbir eser görünmüyordu. Çocuğun bu sözüne annesi gülümseyerek: “Hadi sen git, biraz oyna,” dedi. “Nakışımı bitirdiğimde seni dizime oturturum, o zaman o nakışa benim yakınımdan bakar ve ne olduğunu anlarsın.” Çocuk oynarken, annesinin parlak renkli ipliklerin yanında, o kapkara iplikleri neden kullandığını merak etmekten kendisini bir türlü alamadı. Biraz sonra annesinin sesi duyuldu: “Gel kızım

Hifa Hatun

Hifa Hatun Medine’nin kadınları hem güleryüzlü, hem de güzeldirler. Ancak Hifa Hatun başka güzeldir ve bambaşka gülümser. Öylesine sıcakkanlı ve öylesine samimidir ki kadınlar onu canları gibi severler. Oğlu, abisi, erkek kardeşi olanlar akraba olmaya kalkar, hatta bazıları beylerine ister. Onu ciddi ciddi sıkıştırır, araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif ederler. Hifa Hatun’un methi hızla yayılır ve çoook uzaklara gider. Bırakın hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer. Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece ALLAH’ın rızasını diler. Ama taliplerin ardı arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer… Kimi cevahirler döker… Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı? Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp “Ey ALLAH’ın Resûlü” der, “bana cennete götürecek bir şeyler öğretsene.” Doğrusu o, Peygamber Efendimiz’in (sallALLAHu a

İslam’da Kendimi Buldum

İslam’da Kendimi Buldum İslam’ın nuruyla aydınlanan pırıl pırıl bir yürek, gözlerinden sürekli akan şükür gözyaşları. İslam’a girdikten sonra başlayan zorlu imtihanlar. Ama öyle iman dolu ki gönlü, hiçbir zorluk yıldıramamış, hatta kat be kat arttırmış imanını!.. Adım adım yaklaştırmış Rabbine bütün iman bedelleri. Eşinin vefatı, kızının kanser karşısında günden güne eriyişi, ye’se düşürmemiş. Tek endişesi, “kızımı Allah’a bir mümin ve iyi bir Müslüman olarak vermek istiyorum” da gizli. Günümüzde fani diplomalar için gayret gösterip de ebedî diploma için endişe duymayan ebeveynlere mümtaz bir numune Hayriye Hanım. Gözyaşı ve duygu atmosferiyle yoğunlaşan bir röportaj yaptık ve İslam’ın güzelliklerini onun yüreğinden seyrederken, kendi imanımızı bir kez daha yokladık. Buyurun sizler de yoklayın, iman atmosferinizi. Bu röportajın tercümesinde emeği geçen kıymetli Arnavut kardeşlerimiz Nur, Hümeyra ve Rabia hanımlara; ayrıca Hayriye hanımla çok yakından ilgilenen, kendisine maddî

Ey Hidâyeti Lütfeden! (Ya Hâdî, Entel Hâdî!!)

Ey Hidâyeti Lütfeden! (Ya Hâdî, Entel Hâdî!!)  Mukaddes suyla oğlu günahlarından ayıklanırken (!); yemin etmiş annesi, onu dindar bir Hristiyan olarak yetiştireceğine dâir! Uzun düşüncelerden sonra ismini Anselmo koymuşlar papazla birlikte. Ve o gün karar vermişler, “bu çocuk, İstanbul’da mükemmel bir misyoner olarak yetiştirilecek!” diye. Kilise, Anselmo’yu himâyesine almış, annesi de oğlunun müreffeh bir hayat sürmesi adına vakfetmiş oğlunu kiliseye… Ve çalışmalar başlamış; hem annesi, hem de kilise Anselmo’ya her yönüyle tam bir Hristiyan kültürü vermek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış. Öncelikle kiliseyle yakinen bağlantıda kalabilmek için, kilisenin hemen yakınındaki bir eve yerleşmiş Anselmo’nun âilesi… Her Pazar, annesi elinden tutup kiliseye götürmüş, papazdan duâ alıp, ekmek ve şarapla kutsanmış(!). Bir yaramazlık yapsa, papaza gidip günah çıkarmadan, annesi onunla tek kelime konuşmamış. Ve kilise, Anselmo’nun hayatının vazgeçilmezlerinden biri olmuş. Öğretimini d

Bayramda Neler Yapılır Ve Ne Şekilde Hareket Edilir?

Bayramda Neler Yapılır Ve Ne Şekilde Hareket Edilir? Bayram günü aile, çoluk çocuk ve yakın akrabaya güzel ve güler yüzle muamele eylemelidir. Dargın olanları barıştırmalıdır. Her yıl, ramazan ayında günahlar af edildiği, Müslümanların sevindikleri, sürurlarının avdet ettiği, tekrar geldiği için Îyd denildi. Ni'met-i islâm kitabında deniyor ki: “Bayram günleri şunları yapmak sünnettir: Erken kalkmak, gusül abdesti almak, misvak ile dişleri temizlemek, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, Fıtır Bayramı namazından önce tatlı, hurma yemek. Tek adette yemek. Sabah namazını mahalle mescidinde kılıp, bayram namazı için, büyük camiye gitmek. O gün yüzük takmak, camiye erken ve yürüyerek gitmek. Bayram tekbirlerini, Fıtır Bayramında sessiz, Kurban Bayramında cehren söylemek. Dönüşte, başka yoldan gelmek... Çünkü ibadet yapılan yerler ve ibadet için gidip gelinen yollar, kıyamet günü şehadet edeceklerdir. Müminleri güler yüzle ve selâmün aleykü

Müslümanlar Terörist Öyle mi?

Müslümanlar Terörist Öyle mi? •        Birinci Dünya savaşını kim başlattı Müslümanlar mı? •        İkinci Dünya savaşını kim başlattı Müslümanlar mı? •        Hiroşima ve Nagazaki’ye Nükleer Bombaları kim attı? Müslümanlar mı? •        Avustralya’daki 20 milyon Aborjin’i kim katletti? Müslümanlar mı? •        Kuzey ve Güney Amerika’da 150 milyon Kızılderili’yi kim katletti?  Müslümanlar mı? •        180 Milyonluk Afrika Nüfusunun % 77’lik kadarını köleleştirip katleden kim? Müslümanlar mı? •        Vietnam’da 5 milyon kişiyi katleden kim? Müslümanlar mı? •        Bosna’da on binlerce Müslüman’ı BM güçlerinin gözü önünde katleden kim? Müslümanlar mı? •        Afganistan’da 70 bin kişiyi öldüren Müslümanlar mı? •        Irak’ta 1,5 Milyon kişiyi öldüren Müslümanlar mı? •        Filistin’de on binleri katleden kim? Müslümanlar mı? •        Müslümanlar terörist öyle mi?

Oyun için yaratılmadık

Oyun için yaratılmadık Behlül-i Dânâ Rahmetullahi Aleyh bir gün Bağdât sokaklarından birinde giderken, oynayan çocuklar gördü. Çocuklardan biri ise bir köşeye çekilmiş onlara bakıyor ve ağlıyordu. Behlül-i Dânâ o çocuğun yanına gitti ve; "Ey çocuk niçin ağlıyorsun? Gel sana bir şeyler alayım da sen de arkadaşlarınla oyna." dedi ve çocuğun başını okşadı. Çocuk bakışlarını Behlül'e çevirdi ve; "Ey aklı az adam! Biz oyun için yaratılmadık." dedi. Behlül bu söze şaştı ve çocuğa; "Ey oğlum! Peki niçin yaratıldık." diye sordu. Çocuk; "Allahü teâlâyı bilmek ve O'na ibâdet etmek için." dedi. Behlül hazretleri; "Peki bunun öyle olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Çocuk, Mü'minûn sûresinin 115. âyet-i kerîmesini okuyuverdi. Meâlen; "Sizi ancak boşuna yarattığımı ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?" Hazret-i Behlül tekrar; "Ey çocuk. Sen hakîmâ