Ey Hidâyeti Lütfeden! (Ya Hâdî, Entel Hâdî!!)
Ey
Hidâyeti Lütfeden! (Ya Hâdî, Entel Hâdî!!)
Mukaddes
suyla oğlu günahlarından ayıklanırken (!); yemin etmiş annesi, onu dindar bir
Hristiyan olarak yetiştireceğine dâir! Uzun düşüncelerden sonra ismini Anselmo
koymuşlar papazla birlikte. Ve o gün karar vermişler, “bu çocuk, İstanbul’da
mükemmel bir misyoner olarak yetiştirilecek!” diye. Kilise, Anselmo’yu
himâyesine almış, annesi de oğlunun müreffeh bir hayat sürmesi adına vakfetmiş
oğlunu kiliseye…
Ve
çalışmalar başlamış; hem annesi, hem de kilise Anselmo’ya her yönüyle tam bir
Hristiyan kültürü vermek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış. Öncelikle
kiliseyle yakinen bağlantıda kalabilmek için, kilisenin hemen yakınındaki bir
eve yerleşmiş Anselmo’nun âilesi…
Her
Pazar, annesi elinden tutup kiliseye götürmüş, papazdan duâ alıp, ekmek ve
şarapla kutsanmış(!). Bir yaramazlık yapsa, papaza gidip günah çıkarmadan,
annesi onunla tek kelime konuşmamış. Ve kilise, Anselmo’nun hayatının
vazgeçilmezlerinden biri olmuş. Öğretimini de Hristiyan okullarında tamamlamış.
Biraz daha büyüdüğündeyse artık kilisenin aranan adamı olmuş. Bu arada hem
Hristiyanlık dinini, hem kültürünü, hem de güncel her detayı inceden inceye
öğrenmiş. Tek şey hâriç, İslâm!
İslâm’ı
öğrendiği kaynaklar da, yine kilise basımı olduğu için -hâşâ- “Hazret-i
Muhammed’i sara hastası, Kur’ân-ı Kerîm’i tezat dolu uydurma şiir ve efsâne
kitabı” diye tanımış. Ve Anselmo, dünyayı yola getirmek için “Misyoner Anselmo”
olmuş. İslâm’ın bir güzel ahlâk dini olduğunu söyleyenlere, çevresindeki
Müslümanları göstererek:
“-Martaval!”
demiş.
Hep
açık aramış… “Müslümanım!” deyip kilisede duâ edenleri; “Elhamdülillah
Müslümanız!..” deyip, Ramazan’da ilâhî söyleyen, ama bayram gelince dansöz
oynatanları… ve daha nicelerini gördükçe de kendince bulmuş o aradığı açıkları…
Ve karar vermiş bu bahtsız insanları kurtarmaya!
Hristiyan
akâidi konulu bir araştırma için Hristiyanlık propagandası yapan siteleri
gezerken karşılaştık, biz de Anselmo’yla. Koyu Hristiyan ve müthiş zekî bir
insandı. Birkaç sorumuza gâyet zekîce cevaplar alınca dedik ki:
“-Bu
insan Hristiyan kalamaz; bu akıl, mutlaka hakikati kavrar, Allah’ın izniyle. Yâ
Hâdî, Entel-Hâdî (Ey hidâyet lutfeden Rabbim, Hidâyet ancak sendendir!)” ve
başladık akîdeleri tartışmaya.
“Teslis”in
akla uygunsuzluğunu örtmek için “Tevhîd”e yüklenmek istedi, ama nâfile… Çünkü
kendi ağzıyla söylüyordu:
“-Aslında
biz de tevhîde inanıyoruz; Hristiyanlıkta sadece yansıma… vs vs…”
Biz
cevap verme ihtiyacı bile duymadan, o konudaki âyetleri yazmaya başladık; onu
hiç duymuyormuş gibi… Sanki âyetler, Anselmo’ya cevap olmak için inmiş gibi
netti. Anselmo, papazların, kendini dine adamışlığından ve ruhbanlıktan
övünerek bahsedince Hadîd Sûresi, 27. âyet tam bir cevap oldu.
“…Onların
uydurduğu ruhbanlığı ise biz farz kılmadık; yalnızca Allâh’ın rızâsını kazanmak
için yaptılar, ona da hakkıyla riâyet etmediler…”
Sonra
Âl-i İmrân Sûresi, Anselmo’nun misyonerliğini yüzüne çarptı.
“Kitap
ehlinden bir kısmı sizi yoldan çıkarmak ister, fakat yalnızca kendileri yoldan
çıkarlar da bunun farkına varmazlar. Ey kitap ehli, göz göre göre niçin Allâh’ın
âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey kitap ehli, niçin Hak’la bâtılı karıştırıyor
ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz.” (Âl-i İmrân, 69-71)
Bu
âyetlerin üzerine daha ne denilebilirdi ki?
İslâm’ı
kendi kafasında kötü gösteren her türlü aksaklığı sordu. Kafasındaki
çelişkileri, bir bir ortaya döktü; bizi kurtarmak adına… Ama bilmiyordu ki, ava
giden avlanır!
Hocalarımız
ve akâid araştırmasına katılan arkadaşlarımızla hummâlı bir çalışma başlattık,
misyonerlerin sorularına nass’a dayalı aklî cevaplar verebilmek için!.. Ve
elhamdülillâh, Kur’ân-ı Kerim, inceden inceye her sorularının cevâbını
veriyordu. Hadîs-i şerîflerse, sanki Anselmo’lara neler söyleyeceğimizi
bildiriyordu. Verdiğimiz cevaplar her ne kadar tatminkâr olsa da, Anselmo’nun
tatmin olmadığı ve bizi vurduğu bir nokta vardı.
“-Kitabınız
dininiz böyle diyorsa, bu Müslümanlar niçin yaşamıyor? Niye bu hâldeler?”
Kilitlenip
kalıyorduk, bu soru karşısında… Çünkü ne söylersek söyleyelim tatmin olmuyordu.
İnsanların her birinin imanının farklı kuvvetlerde olduğunu söyleyip
açıkladığımızda bile:
“-Bundan
kolay nasıl bir hüküm olabilir, inandıktan sonra bunu yapamayacak bir insan
tanımıyorum.” diyordu!
Bir
müddet sonra, artık bizi Hristiyanlığa çağırmaktan vazgeçmişti. Sorularını sırf
öğrenmek ve içindeki boşlukları tamamlamak için sorduğunu fark eder olmuştuk.
İslâm’ı bizim tavsiye ettiğimiz eserlerden okuyup güzelliklerinin farkına
vardıkça, İslâm’a ve Peygamber Efendimize hayran kalıyor, ama bize hakkıyla
yaşayamadığımız ve lâyık olamadığımız için kızıp duruyordu.
Günümüz
Müslümanlarının hâllerini öyle ağır bir dille ortaya koydu ki; donup kaldık.
“-Aslında
misyonerlerin İslâm’ın kuyusunu kazmasına gerek yok! Müslümanlar birbirinin
kuyusunu kazdıkça İslâm’ı da batırıyorlar insanlığın nazarında!.. Biz boşuna
çaba harcayıp yoruluyoruz! Siz, biz misyonerlerin yapmaya çalışıp
yapamadığımızı zaten yapıyorsunuz! Beni bırakın da İslâm’ı bildiğini sanan
Müslümanlara anlatın İslâm’ı!”
İslâm’la
alâkalı şüpheleri azaldığı sıralarda Anselmo isminin bize hiç de yabancı olmadığını
farkettik. Bu benzerliğe biz de şaşırmıştık. İsimleri aynı, kaderleri benzer
olan Allâh dostunu Anselmo’ya da bildirme ihtiyacı hissettik.
“İnsan,
ismi ile müsemmâ olur.” derler ya, onu umud ederek; Endülüs Emevî Devleti
zamanında yaşamış, papalığa aday gösterilen Anselmo Turneda’nın araştırarak
ulaştığı ebedî huzur dîni Islâm ile nasıl Abdullah Tercüman hazretleri olduğunu
ve “Hristiyanlığa Reddiye” adlı kitabıyla hristiyan dünyasını nasıl yerinden
sarstığını anlattık. Daha fazla detaya ulaşmak için kendisi de Abdullah
Tercüman Hazretleri’nin hayatını araştıracağını söyleyip ayrıldı siteden…
Bu
yazışmanın ardından uzun müddet karşılaşmadık Anselmo’yla… Kilise’den kopmamak
için bizle olan tartışmaları bıraktığını, devam etse Allâh’ın izniyle müslüman
olacağını düşünüyorduk çünkü…
Akâid
araştırmalarımızı toparlayıp, misyonerlere cevap mâhiyetindeki sitemizi
kurduğumuzda ilk aldığımız tebriklerden biri, bizi sitemizin kurulmuş
olmasından daha çok sevindirdi. Mesajda Hâdî’nin büyüklüğü, gayretin de izleri vardı:
“Eşhedü
en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühû” “Bir
zamanların Anselmo’su, şimdinin Abdullâh’ından duâ ile…”
Sadece
bir geçmişe dönüp hatırlayalım, yavrunuzu ilk kucağınıza aldığınızda içinizde
onu ne için yetiştireceğiniz niyetini geçirmiştiniz? İlk kez kaç yaşında câmiye
gitti ve en son ne zaman bir câmiye girdi?
Peki,
yaptığı ufak yaramazlıkları sebebiyle ilerdeki büyük günahlarını önlesin diye
kaç kez tevbe etmesini istedik. Bir soralım kendimize Anselmo’nun annesinin
çocuğuna dîni öğretme gayretinin kaçta kaçı bizde var?
Eğer bu
sorulara hep eksik cevaplar veriyorsak, çocuğumuzun bir misyonerle değil de bir
tebliğci ile karşılaşması için dua edelim.
Hümeyra
Nezihe Gül
Yorumlar
Yorum Gönder