Kayıtlar

Son Nefes Endişesi

Son Nefes Endişesi Cenâb-ı Hak buyuruyor “Ey îmân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) Rasûlullah (sav) buyurdular “Bir kimse son nefeste (hâlis bir kalb ile) kelime-i tevhîd getirirse, cennete girer…” (Hâkim, Müstedrek, I, 503) “Süleymâniye Medresesi’nden emekli Hadis müderrisi Salih Efendi, ömrünün son demlerinde tasavvuftan da nasib almak ister. Allah’ın kaderde tâyin ettiği mürşidini aramaya koyulur. İstanbul’daki tüm sûfî simalarla görüşür, sonunda Kelâmî Dergâhı postnişîni Muhammed Esâd Erbilî hazretlerinde karar kılar. Yanına varıp elini öper ve ona “Araştırdım ve gördüm ki, devrimizin en büyük kutbu, en büyük gavsi sizsiniz” der. Şeyh Es’ad Erbîlî (ks) ona “Hocaefendi, bize kutubluk verilirken yanımızda değildiniz. Dolayısıyla bilmiyorsunuz. Biz, aslında kutub falan değiliz. Sizin hüsn-i zannınıza göre şeyhiz ve kutubuz” cevabını vererek, müderrise şu soruyu yöneltir. “Hocaefendi! Sö

Sıkıntıların Sebebi

Sıkıntıların Sebebi Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyurdular: Hadîs-i şerîfte: “Kul işlediği günah sebebiyle bol rızıktan mahrum olur.” buyurulmuştur. Geçiminde darlık, rızkında zorluk ve hâlinde dağınıklık gördüğün zaman, bu hâlin Allâh'ın emrini terk edip nefsinin hevâsına uyduğundan dolayı olduğunu bil. Sana başkalarının eli ve dili ile saldırdığını, zâlimlerin âilene ve malına kasd eylediğini gördüğünde, Allah'ın haram ve yasaklarını işlediğini, üzerine düşen hukuku yerine getirmediğini, dinin hududunu aştığını bilmelisin. Kalbinde hüzün, gam, şiddetli sıkıntı ve endişeler toplandığı zaman, Allâh'ın sana takdir eylediği şeye itiraz üzere bulunduğunu, senin ve diğer yaratılanlar hakkında Cenâb-ı Hakk’ın tedbîrine razı olmadığını, Hakka itimadında noksanlık olduğunu muhakkak bilmelisin. Sen bu hallerden birini kendinde gördüğünde hemen o hâlini düzeltmeğe çalış ve tevbe et. 

Hâtem-İ Esam Hazretlerinden

Hâtem-İ Esam Hazretlerinden Hâtem-i Esam Hazretleri buyurdular ki: Dört şeyi yapmadan dört şeyi iddia eden yalancıdır: 1- Mevlasını sevdiğini iddia ettiği halde onun haram kıldığı şeylerden sakınmayan, 2- Cennete girmeyi istediği halde, Allah yolunda malından harcamayan, 3- Resûlullah (s.a.v.)’i sevdiğini iddia ettiği halde onun sünnetlerine tâbi olmayan, 4- Yüksek derecelere nâil olmak istediği halde fakir ve miskinlerle arkadaş olmayan. Atalar sözü: • İnsana sıhhat gibi sermaye olmaz. • Sırrına dost olan dostuna söylemez. • Susuz ağaç meyve vermez.

Efendimiz'den Günümüze Mesaj Yüklü Örnekler...

Efendimiz'den Günümüze Mesaj Yüklü Örnekler... Resulü Ekrem Efendimiz'in Sallallahü Aleyhi Vesellem hizmetinde bulunan Enes Radiyallahü Anh, hatıralarını anlatırken şöyle der: -Bir terzi Rasulullah’ı Sallallahü Aleyhi Vesellem yemeğe davet etmişti. Ben de beraber gittim. Eve girdiğimizde sofrayı ortada hazır bulduk. Arpa ekmeği, güneşte kurutulmuş et ile kabak ve bir de çorba vardı. Oturup yemeği birlikte yedik. Hadis âlimleri, Hz. Enes'in anlattığından çıkardıkları hükümleri şöyle sıralarlar: 1- İnsan kendisinden aşağı görüntüde olanların davetine icabet etmelidir. Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem de sıradan bir terzinin davetine icabet buyurmuş, aileyi memnun etmiş, bir ayırımda bulunmamıştır. 2- Davetlere Efendi hizmetçi ile işveren de işçisiyle gidebilir, sofraya birlikte oturabilirler. Nitekim Efendimiz hizmetçisi Enes ile gitmiş, sofraya birlikte oturmuşlardır. Yeter ki, bu kimseler münasip terbiye almış, adab-ı muaşereti öğrenmiş olsunlar. Hz. Ene

Müslümanlara Karşı Bu Hristiyanlığın Zaferidir

Müslümanlara Karşı Bu Hristiyanlığın Zaferidir Defile, mankenlik, podyum ve benzeri bir takım kelimelerle anlatılan çağdaş kadın pazarları; temiz, asil ve namuslu Müslüman-Türk gençlerini mazisinden, dini inançlarından, if­fet ve hayâ duygularından koparmak için düzenlenmiş bir tuzaktan başka bir şey değildir. Hem öyle bir tuzak ki, altın kupada sunulan zehirden farkı yok Ar damarı çatlamamış, utanma duygusunu yitirmemiş hiç bir genç kız man­kenlik veya benzeri meslekler adına sahnelere, podyumlara çıkıp çırılçıplak denecek şekilde kendini teşhir edemez.  Çirkin bakışlara, şehvet salgılayan ahlaksızlara muhatap olamaz. Belli ki bu türlü toplantılara, programlara gelen insanlar; daha çok şehevi hislerini tatmin etmek, hayvani duygularını okşamak için harekete geçmişlerdir. Kısaca ifade etmek gerekirse güzellik(!) yarışmaları vb. sos­yal faaliyetlere(!); gerçekte cemiyet için, mutlaka kurtulunması gereken sosyal bir cüzzam illetidir. Sözü 1932 senesinde yapılan dünya güzellik

Erzurumlu Mustafa Amca Anlatıyor

Erzurumlu Mustafa Amca Anlatıyor (17 Mart 2010 tarihinde yaşlı, Erzurumlu Mustafa Amca’dan dinlediğim, bir Ermeni Soykırım hikâyesi anlatacağım. Olaylar yüzde yüz olmuştur ve gerçektir.) Rahmetlik babam Rus işgali döneminde şöyle anlatmıştı. Ruslar Erzurum Kars yöresinde birçok yeri işgal etmişti. Bir gün köyümüze silahlı iki Rus askeri geldi. Birisi beni tuttu. Birisi tarladan gelen öküzün birini hanımın elinden aldı. Hanım itiraz ettiyse de dinlemediler. Öküzü kesip yemek için götürüyorlardı. İki gözü ama hafız bir akrabamız vardı. Tartışmaları uzaktan duymuştu. Hızla geldi, silahlı Rus askerine öyle bir vurdu ki Rus askeri sendeledi, düşmekten zor kurtuldu. Kendini toplayınca ama hafıza silahını doğrulttu. Diğer Rus askeri hızlıca geldi, arkadaşına Rusça bir şeyler söyledi. Rus askeri silâhını indirdi. Öküzü almadan dönüp gittiler. Ertesi gün on kadar Rus askeri tekrar gelip öküzü götürdüler. Yapacak bir şey yoktu. Çok acılı günler yaşadık. Rusya’da Bolşevik ihtilali

Allah'ın Varlığının Delilleri Nelerdir?

Allah'ın Varlığının Delilleri Nelerdir? Varın ispatı, yokun ispatından her zaman daha kolaydır. Bir elma cinsinin yeryüzünde bulunduğunu, bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Hâlbuki yokluğunu iddia eden kimse bütün yeryüzünü, hatta kâinatı dolaşıp, ancak ondan sonra onun yokluğunu ispat edebilir. Bu ise, imkânsızlık çapında bir zorluk demektir. Öyleyse diyebiliriz ki; yok, hiçbir zaman ispat edilemez... Bir sarayın kapılarından 999'u açık, biri kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez. İşte inkârcı, devamlı surette kapalı olan o bir tek kapıyı nazara verip onu göstermek ister. Aslında o kapı da, o inkârcı ve onun gibi olanların gözlerine çekilmiş perde sebebiyle onların ruh dünyalarına kapalıdır. Mümin için kapalı kapı yoktur. Yeter ki gözlerini yummasın!... Zaten 999'u herkese açıktır. Hem de ardına kadar... İşte o kapı ve  delillerden birkaçı : İmkân Delili:   İmkân, Bir şeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması dem

Testideki Vasiyet

Testideki Vasiyet Hz. Ebu Bekir Radiyallahü Anh, vefat edeceği zaman, kendisinden sonra halifelik vazifesini yüklenecek olana verilmek üzere   vasiyet ettiği bir testi bıraktı. Hz. Ömer Radiyallahü Anh halife olunca testiyi ona verdiler. Halife testiyi kırdırttı. İçinden küçük küçük paracıklar ve bir mektup çıktı. Mektupta şunlar yazıyordu: “Bu paralar, bana verilen maaştan arta kalanlardır. Ben Medine’nin en fakirini kendime ölçü kabul etmiştim (ona göre yaşadım). Artan miktarı bu testiye koydum. Bunlar hazinenin malıdır.” Hz. Ömer Radiyallahü Anh mektubu okuyunca ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem de şöyle diyordu: “Kendinden sonrakilere çok ağır bir yük bıraktın! Ya Ebu Bekir Radiyallahü Anh!”

Bir Zamanlar Ayaz Adlı Bir Köle Varmış

Bir Zamanlar Ayaz Adlı Bir Köle Varmış Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud’un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan’ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlardaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikâyet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan’ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş: – “Köle Ayaz’ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim. ” Sultan kulaklarına inanamamış. – “İşin aslını

Besmele

Besmele Bişrî Hâfî yol kesici bir kimse olup yanında bir takım güzel sesli hafızları gezdirirmiş. Gittiği şehirlerde o hafızlara Kur’an-ı Kerim okutur ve bütün insanları bir yere toplarmış. İnsanlar Kur’an dinlemek için toplandığı ve herkesin aşk ve şevkle dinlemeye başladığı sırada, kendisi kalkıp şehirden dışarıya çıkar ve tenhada yakaladığı kimseleri soyarmış. Bir gün yol üzerinde ve toz toprak içinde bir kâğıt bulur. Bakar ki kağıtta «Besmele-i Şerif» yazılıdır. Hemen alır, tozlarını temizler ve bir miktar da güzel kokular sürerek yüksekçe bir duvarın üzerine koyar. O diyarda zühd ve takvası ile meşhur olan bir zat, o gece rüyasında üç defa Hak Celle ve Âlâ Hazretlerini görür ve Hak Teâlâ Hazretleri O’na hitaben: – Ey kulum! Bişri Hâfî’ye git. O bizim ismimizi tazîmen kaldırdı, biz de O’nun ismini kaldırdık. O bizim ismimizi aziz etti, biz de O’nun ismini aziz ettik. O bizim ismimizi güzelleştirdi, biz de O’nun ismini güzel kıldık, böylece kendisine söyle, haberi olsun,

Ben Turgut Özal İlkokul Son Sınıftayım

Ben Turgut Özal İlkokul Son Sınıftayım Aşağıda okuyacağınız cümleler dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal’ın konuşmasından alınan bir bölümdür. İnternette izlenme rekorları kıran bu bölümü ben de tarihî bir hatıra olduğu için Hayatım Roman okurlarıyla paylaşmayı arzuladım: Başımdan geçen bir hikâye… 1930’lu yıllar. Ben (Turgut Özal) ilkokul son sınıftayım. Tabii o zaman bizi bambaşka yetiştiriyorlar. İlkokulda okutulan şeyleri bugün benim yaşlarıma yakın olan kimseler herhalde hatırlayacaklar. Biz “bir Türk’ün on düşmana bedel” olduğunu, “bir Türk’ün dünyaya bedel” olduğunu, daha birçok şeyleri öğrendik. Ama kendimizin ufak dünyasında öğrendik. Dış dünyayla hiçbir alakamız yoktu. Dış dünyayı değil İstanbul’u bile bilmiyorduk. Ben bunları okuyorum kitaptan… İyi de bir talebeyim… Rahmetli dedem o sırada bize misafir gelmiş... O da gençliğinde İstanbul’da bulunmuş, Sultan Abdülhamid zamanında. Okuduğum tarih kitabında “kızıl sultan” diyor Sultan Abdülhamid’e. O kitap öy

Al Sana Yirmi Lira Baba!

Al Sana Yirmi Lira Baba! Adam yorgun argın eve döndüğünde, 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu. . Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk, "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam, "İllâ da bilmek istiyorsan 20 lira" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk, "Peki, bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip, "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü. "Belki de gerçekten lazımdı"... Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa,

Bir Korku Hikâyesi

Bir Korku Hikâyesi Vanlı'yım. 24 yaşındayım. Geçimini ziraat ve hayvancılıkla yapan bir ailenin oğluyum. Her yıl yaz mevsiminde köye gider hayvancılık ve daha çok buğday ve yonca ekimi yapardık. Bir gün ektiğimiz bir tarlanın suyunu kontrol etmek için tarlaya gitmiştim. Gittiğim tarla büyük ve düz bir dağın üzerindeydi köye yaklaşık 2 Km uzakta. Tarlaya vardığımda suyun gelmediğini gördüm gidip bakayım dedim. Tarlaya gelen su ise köyümüzde bulunan en büyük dağın dibinden kaynak suyu gibi gelir. Suyun en başından tarlaya gelen su patlak vermişti onardıktan sonra suyun akışı ile beraber tarlaya doğru yavaş yavaş yürüyerek bir sigara yakmak istedim. Hava rüzgârlı olmamasına rağmen yaktığım her kibrit sönüyor. Ya bir gariplik vardı ya da bana öyle gelmişti kibriti bitirmeme rağmen ateş yanmıyor ve arkamdan gerçekten bir enerji hissediyordum. Ben suyun gittiğini düşünürken bir baktım su kesilmiş bir daha patlak verdi diye geçirdim içimden. Geri döndüm bir daha, bir adım atayım de

Kalbinizdeki Sevgiyi Asla Öldürmeyin, Sizi Sevenleri Asla Terk Etmeyin!

Resim
Kalbinizdeki Sevgiyi Asla Öldürmeyin, Sizi Sevenleri Asla Terk Etmeyin! 1400 yıllarında 18 çocuklu bir ailenin resimle ilgilenen 2 erkek çocuğundan ikisi sanat okuluna gidip büyük bir ressam olma hayali kuruyorlar. Aile ise bu durum karşısında çaresiz… Madencilik yaparak geçinmeye çalışıyorlar ve karınlarını zor doyurabilmekteler. Bu durum karşısında iki kardeş kendi aralarında kura çekmeye ve kazananın sanat okuluna gitmesine, geride kalanın daha çok çalışıp diğer kardeşi okutması yönünde bir karar veriyorlar. Albert ve Albrecht arasındaki bu kurada okula giden dönüşte kardeşi okuması için okula gönderecek ve kendisi de madende çalışacaktı. Kurayı kazanan Albrecht okula gider ve bütün öğretim evlilerini kendine hayran bırakarak çok büyük başarılar elde eder. Okulu birincilikle bitirir. Eve büyük bir gururla döner. Ailesi onun onuruna güzel bir yemek verir. Kendisini öven konuşmalardan sonra söz alır ve kendisine bu fırsatı veren kardeşine teşekkür eder. Şimdi sıranın onda