Kayıtlar

köy etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Köy Destanı

Köy Destanı Çift odalı bir evimiz, küçük idi penceremiz, Çömlektendi tenceremiz, ne zevkliydi köy hayatı… Otururduk kerpiç evde, mezar gibi toprak yerde. Bulamazdık ilâç derde, ne zevkliydi köy hayatı… Kahvaltımız çorbamızdı, bavul valiz torbamızdı, Gaz lambası sonra çıktı, ne zevkliydi köy hayatı… Bulamazdık has ekmeği, her öğünde tek yemeği, Unutmazdık şükretmeyi, ne zevkliydi köy hayati… Mum yok idi çıra yaktık, tenekeye musluk yaptık, Kırık ayna bulup taktık, ne zevkliydi köy hayatı… Yeni elbise giyemezdik, ayakkabı göremezdik, Lastik ile gezemezdik, ne zevkliydi köy hayatı… Yoktu bizim varlığımız, kepek ekmek azığımız, Çökelekti katığımız, ne zevkliydi köy hayatı… Bazan olmaz acı soğan, üstümüzde delik yorgan, Mama bilmez yeni doğan, ne zevkliydi köy hayatı… Kağnı ile yol alırdık, ne görürdük ne tanırdık, Kasabaya geç varırdık, ne zevkliydi köy hayatı… Dağa bayra gider iken, koyun kuzu güder iken, Hep ayağa batar diken, ne zevkliydi köy hayatı… Verem

Son Gazi

Son Gazi Çanakkale Merkez Haliloğlu Köyü'nden Halil Koç, Çanakkale savaşlarında, birliği 27. Alay'da Arıburnu bölgesinde Anzak'lara karşı savaştı. Top güllelerinin altında, bir cehennem ateşi içinde, her zaman ölmeye hazır bir neferdi... Tüfek ve süngü hücumları sırasında hemen hemen tamamına yakın arkadaşını şehit verdi... Ömrünün sonuna kadar, hep savaş anıları ile kendini yenilemesini bilmişti... Zaman zaman kendini bizzat savaşın içinde zannederek diz üstü dikilir, kollarını da yanlara açar ;" Sen, sağ cenaha Hasan Hüseyin Çavuş... İngiliz düşman üstüne! Sen de sol cenaha Abdullah Onbaşı... Anzak üstüne!" Diye bağırırdı. Onunla çok iyi bir diyalog içinde bulunmuş, şehitlik alanları mihmandarlarından Zekeriya Ekici, Gazi Halil Koç'un vefatı esnasında yaşanan bir olayı bana nakletmişti. - "Gazi dedem Halil Koç'la sıkça görüşürdüm... Bana savaş anılarını anlatırdı... Bir keresinde; (Zekeriya, sana çok önemli açıklamalarda bulunaca

Bosna’da Bir Köyde Türkleri Bekleyen Teyzenin Hikâyesi

Bosna’da Bir Köyde Türkleri Bekleyen Teyzenin Hikâyesi Tufan Gündüz anlatıyor: “Bu olayı Bosna Hersek’te bizzat yaşadım. Bana çok kişi, bu hikâyeyi siz mi yazdınız diye sordu. Hayır, ben yazmadım. Bosna’da halen görev yapan askerlerimizden, bir üniversitede misafir öğretim görevlisi olduğum sırada bizzat dinlediğim bir hikâye. Bizim oradaki askerlerimiz küçük istihbarat evleri şeklinde görev yapıyorlar ve asıl büyük grup da Saraybosna’da bulunuyor. İstihbarat evleri dediğim küçük evler, bunlar açık istihbarat topluyor ve Yufor komutanlığına bildiriyor. Gizli saklı bir şey yok. Fakat bizim ordumuz özel olarak yardıma muhtaç köy ve okulları dolaşıp gerekli yardımlarla donatıyorlar. Dolaşırken bir köyün muhtarına gidip kimlere yardım edilebileceklerine dair liste istiyorlar. Yardım paketleri de Türkiye’den paketlenip askeri kargo uçağıyla oradaki gümrük işlemlerine takılmasın diye aktarılıyor. Bir köye gidiyorlar. Köyde listeye göre dağıtım yapılıyor. Fakat köyün ileri gelen

Haldeh: Bir Arap Köyü (حلدح) إحدى قرى عشيرة المحلمية في تركيا

Haldeh: Bir Arap Köyü (حلدح) إحدى قرى عشيرة المحلمية في تركيا Haldeh bir Arap köyüdür. Beni Bekr Aşiretinin bir kolundan gelmektedir. Türkiye’de Mardin ilinin doğusunda yer almaktadır. Bu yazıyı genç bir kişi kaleme almıştır. Bu genç bize Haldeh’i anlatacak. Bu genç Haldeh’te dünyaya geldi. Haldeh, dağlar arsında yer alır. Bu nedenle bulutlar sisler arasında kalır. Etrafında vadi ve tepeler vardır. Buğday ve darı ekili verimli tarlaları ve üzüm bağları vardır. Dağlarına tepelerine yayılmış meşe palamudu ağaçları vardır. Yağış mevsiminde şarıl şarıl akan dereleri vardır. Köyün huzur veren sessizliğinde dere şırıltılarını duyarsınız. Köyde sabahlar çok güzel olur. Köy evleri adeta güneşi karşılar. Köy güneşi, saçları omuzlarına dökülmüş güzel bir kız gibidir. Köylüler sabahları horoz sesiyle uyanır, ocaklarını yakmaya başlar. Ocakta kaynattıkları sütle, tandır ekmeği, tereyağı ve pekmez yerler. Çiftçiler tarlarına gider. Çobanlar hayvanlarını otlaklara götürür. Şehirde i

Osmanlı Köyünün Mutlu İnsanları…

Osmanlı Köyünün Mutlu İnsanları… Çok eskiden dersem fazla eski değil Osmanlı Ülkesi denen bir ülkede bir köy varmış. O köyde herkes güneşten önce horozlarla uyanır, erkekler sabah namazı için camiye gider, hanımlar çeşmeden sularını doldururmuş. Namazını kılan beyler doğru ahıra koşar hayvanların temizliğini yapar, yem ve suyunu verirmiş. Suları dolduran hanımlar hemen ocağı yakar sabah kahvaltısı, günlük azık ve yemek hazırlığına girişirmiş. Sabah yemeği yendikten sonra herkes işe koşarmış. Kimisi hayvan otlatmaya kimisi bağa bahçeye kimisi tarlaya gidermiş. Köyün Sübyan Mektebinde her çocuk Kur’an-ı Kerim, Arapça, okuma yazma, sevgi ve saygıyı öğrenirmiş. Yeşil Yamaç Köyü’nün çocukları Köy Medresesinde eğitimlerini görür zekâsı yüksek aşırı çalışkanlar medreseden sonra vilâyete veya büyük şehirlere tahsile gidermiş. Ekinler biçilip bağ bozumuna sıra gelince kız istemeler ve düğünler de başlarmış. Oğlanla kız aynı köyden ise çocukluktan birbirlerini uzaktan tanırlar, kı

Önce Kaliteli İnsan, Sonra Kaliteli İş, Gerisi Gelir…

Önce Kaliteli İnsan, Sonra Kaliteli İş, Gerisi Gelir…   Muhterem dostlar “Ekmeden biçmek!” diye bir söz var. Ne ekersen onu biçersin! Ekmediysen ne biçeceksin! Maalesef insanımız çalışmıyor, okumuyor.   Birinci yaşanmış hikâye   Köyde çalışırken 3”- 4 kişi bir arkadaşın buğday tarlasına çalışmaya gitmiştik. Biçilen buğdayları toplayıp traktörle harmana getiriyorduk. Hava çok sıcaktı. Baktım arkadaşlar çalışmıyor, kaytarıyor.             “- Arkadaşlar dedim şu işi bitirelim de evimize erken gidelim. Hem de alacağımız parayı helâl ettirelim.” Allah’ü Teâlâ razı olsun iki tanesi canla başla çalışmaya başladı. Birisi ise dalgasını geçmeye devam ediyordu. Üstelik onlar yevmiyesini alacaktı. Ben ise yardıma gitmiştim. Tarla sahibi daha sonra bana da fazlasıyla buğday verdi. O dalgacı da yevmiyesini fazlasıyla aldı. Hâlbuki ona yarım yevmiye bile çoktu. Buna benzer sayısız örnek yaşadım.             İkinci yaşanmış hikâye Bir köy okuluna müfettiş geliyor. Müfettiş okulu

Şehit Şerife Bacı

Resim
Şehit Şerife Bacı İşte Şerife gelin bu köylü ve 21 yaşında. O'nu 16 yaşında evlendirmişlerdi. Düğünden iki ay sonra Harbi Umumi patlak verdi. Kocasını askere aldılar. 6 ay sonra da Çanakkale'den kocasının ölüm tezkeresi geldi. Kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. "Bu tazeliğiyle yapayalnız durması yakışık almaz" diyen köyün yaşlıları, onu sakata ayrılmış bir asker gazisi olan Topal Yusuf ile evlendirdiler. Üç yıl sonra Şerife Gelin'in bir kızı oldu. Küçük kıza Elif adını koydular. Elif anasını emiyor, emdikçe Şerife Gelinin sütü artıyordu. Bunu fırsat bilen komşular, o günlerin salgın hastalıkları yüzünden anası ölen, yetim kalan, süt ememeyen hangi çocuk varsa, Şerife Gelin'e getiriyorlar; Köyün yetimlerini hep O emziriyordu. Belki de bunlar çile günlerinin tabii bir yansıması idi. Sonuç olarak bu köyde yetimlerin tamamı sütkardeşi, Şerife Gelin de sütanası olmuştu... Evdeki işlerle birlikte dışarı işlerini de Şerife gelin yapardı. Öküzlerle çift