Önce Kaliteli İnsan, Sonra Kaliteli İş, Gerisi Gelir…

Önce Kaliteli İnsan, Sonra Kaliteli İş, Gerisi Gelir…

 

Muhterem dostlar “Ekmeden biçmek!” diye bir söz var. Ne ekersen onu biçersin! Ekmediysen ne biçeceksin! Maalesef insanımız çalışmıyor, okumuyor.

 

Birinci yaşanmış hikâye

 

Köyde çalışırken 3”- 4 kişi bir arkadaşın buğday tarlasına çalışmaya gitmiştik. Biçilen buğdayları toplayıp traktörle harmana getiriyorduk. Hava çok sıcaktı. Baktım arkadaşlar çalışmıyor, kaytarıyor.

            “- Arkadaşlar dedim şu işi bitirelim de evimize erken gidelim. Hem de alacağımız parayı helâl ettirelim.”

Allah’ü Teâlâ razı olsun iki tanesi canla başla çalışmaya başladı. Birisi ise dalgasını geçmeye devam ediyordu. Üstelik onlar yevmiyesini alacaktı. Ben ise yardıma gitmiştim. Tarla sahibi daha sonra bana da fazlasıyla buğday verdi. O dalgacı da yevmiyesini fazlasıyla aldı. Hâlbuki ona yarım yevmiye bile çoktu.

Buna benzer sayısız örnek yaşadım.


            İkinci yaşanmış hikâye

Bir köy okuluna müfettiş geliyor. Müfettiş okulun bahçesine girer girmez hindiler ayağına dolaşıyor. Müfettiş öğretmene;

 

           “- Hocam kaç hindin var?” Diyor.

Öğretmen gururla;

            “- 70 tane müfettiş bey!” diyor.

Müfettiş bakıyor arı kovanları çok;

            “- Hocam kaç kovan arın var?” Diyor.

Öğretmen gururla:

“- 35 tane!” diyor.

Müfettiş bakıyor güzel inekler var…

            “- Hocam kaç tane ineğin var?” diyor.

Öğretmen gururla;

            “- Hocam 4 inek 3 tane de yavrusu toplam 7 tane var.” Diyor.

Nihayet sınıfa giriyorlar.

            Müfettiş tekrar soruyor:

“- Hocam kaç öğrencin var?” Diyor.

Öğretmen sararıp, soluyor…;

            “- … !!! … !!!...” Cevap veremiyor…

Müffettiş acı bir tebessümle diyor ki:

“- Hindilerin, kovanların, ineklerin sayısını çok iyi biliyorsun, ama öğrencilerinin sayısını bilmiyorsun!”

[Sakın çalışkan öğretmenlerimiz alınmasın! Elhamdülillâh çalışkan öğretmenlerimizin sayısı daha çok…]

 

            Üçüncü yaşanmış hikâye

 

            Bir yaz günü camiye öğle vakti müftü geliyor. Bir iki cemaat gelmiş. Bakıyor ezan okuyan yok. Müftü ezanı okuyor. Namazı kıldırıyor. Cemaatle tanışıyor. Birisi müftü efendiyi misafir edip ağırlıyor. İkindi namazını da kılıyorlar. Cami imamı yok. Akşam yine aynı, yatsı yine aynı… Yatsıdan çıkınca Müftü efendinin yanına imam geliyor. Tanışıyorlar.

Müftü efendi soruyor. Cemaat pür dikkat dinliyor.

“- Hocam öğle, ikindi, akşam, yatsı neredeydin?”

           “- Hocam ek işte çalışıyorum. Biliyorsunuz maaş yetmiyor. Zaten camiye gelen de yok! Üç dört cemaat ancak var…”

            “- Hiç cemaat olmasa camiye hiç mi gelmeyeceksin?”

            “- … !!! … !!!...” Cevap veremiyor…

           “- Peki, yaz Kuran kursunda kaç taleben var?”

           “- Yaz Kuran kursuna da gelen pek az. İki üç kişi…”

            “- Bir öğrenci bile olsa; o yavrumuzun vebali yok mu?”

            “- … !!! … !!!...” Cevap veremiyor…

            “- Peki, cemaati, öğrenciyi artırma çalışması yaptın mı? Cemaate sürekli cemaatle namaz kılmanın, Kur’an”- ı Kerim okumanın okutmanın faziletlerini, anlattın mı?”

“- Şey, yapamadım!”             

Müftü Efendi hiddetle devam ediyor.

           ”- Hocam, özellikle sabaha namazları camiye düzenli geliyor musun?”

Cemaat dikkatle dinliyor.

İmam bir müftüye bir cemaate bakarak cevap veriyor.

“- Hocam Pazar günleri haftalık izinliyim; ava gidiyorum!”

“- Caminin dibinde oturuyorsun. Diyelim devlet izin verdi. Cumartesi, Pazar namaz yok mu? İzinli olunca namaz düşüyor mu?”

Cemaat nefes almadan dinliyor. Çünkü imam Cumartesi Pazar günleri; camiye neredeyse hiç gelmiyor.

            “- Şey… Evde…”

            “- Hocam evde kılacağına camide kıl! Haftada bir gün izinlisin, camiye gelmek çok mu zor? Allah’ü Teâlâ’nın verdiği ücret az mı?”

Cemaat bu sorunun cevabını çok merak ediyor. İmam kızarıp bozararak;

            “- … !!! … !!!...” Cevap veremiyor…

            “- Hocam camiye gelmediğin vakitleri maaşından keselim ister misin?”

            İmam şok olmuştur.

            “- Aman efendim yapmayın!”

            Müftü efendi ağır konuşuyor.

            “- Allah aşkına Hocam! Siz de yapmayın! Lütfen camiyi ezansız, cemaati imamsız bırakmayın!”

[Sakın çalışkan imamlarımız alınmasın!

Elhamdülillâh çalışkan, görevlerini hakkıyla yapan imamlarımızın sayısı daha çok…]

 

             Dördüncü yaşanmış hikâye

 

2000’li yılların başında Ankara’da bir iş için bir bakanlığa gitmiştim. Bir daireye gönderdiler. İçeride görevli 10’dan fazla bayan vardı. Kimisi kahve falı bakıyor, kimisi kazak dokuyor, kimisi cep telefonuyla konuşuyor, kimisi mesaj çekiyordu. Bana;

            “- Bekle!” Dediler.

Beklemeye başladım. 15”- 20 dakika sonra birisi;

            “- Buyurun beyefendi!” Dedi.

İsteğimi söyledim. Beni başka bir birime yönlendirdi. Bir yönlendirme için dakikalarca boşa bekledim…”

[Sakın çalışkan memurlarımız ve memurelerimiz alınmasın! Elhamdülillâh çalışkan memurlarımızın sayısı daha çok…]

 

Beşinci yaşanmış hikâye

Ünlü bir doktorun oğlu da doktor olmuş. Bir gün sevinçle babasının yanına gelmiş.

“- Babacığım senin yıllarca tedavi edemediğin hastayı bir muayene de teşhis edip iyileştirdim!”

Babası olan ünlü doktor, gülerek demiş ki;

“- Aferin oğlum! O hasta senin yıllarca tahsil masrafını karşılıyordu. Ondan dolayı iyileşemiyordu. Borcunu ödemişsin!”

[Sakın çalışkan doktorlarımız alınmasın! Elhamdülillâh çalışkan doktorlarımızın sayısı daha çok…]

 

Muhterem dostlar kimse alınmasın! Yukarıdaki hikâyelerin hepsi de gerçektir. İnanın daha da acı durumlar var.

            Maalesef insanımız çalışkan değil. Bir de yaptığı işi tam hakkıyla değil yarım yamalak yapıyor. Bu işler sadece kamuda değil özel sektörde de aynı. Hatta daha da vahim durumlar var.

Geçenlerde bir gömlek aldım. Açtım giydim. Düğmelerinin biri aşağıda biri yukarıda… Düğmeleri kesip yeniden kendim diktim. Kardeşim senin kalite kontrol birimin yok mu? Ürettiğin niye malları kontrol etmeden satıyorsun? Bu malları yurt dışına satsan geri iade ederler. Gidiş, geliş, yükleme maliyetlerini de ödersin. Kat kat zarar edersin!

Kışın başında bir elektrikli battaniye aldım. Elektrik anahtarı bozuk çıktı. Aldığım yere gittim. Elektrikli battaniyenin kalite belgesi olmaz dediler.

“- Neden olmasın?” diye sordum.

Alırken garanti belgesini istemeyi unutmuşum.

“- Hık, mık…”

Bir tükenmez kalemin bile kalite belgesi olur.

Dedim ki:

“- Battaniye aslında güzel. Üç kuruşluk açıp kapama anahtarının kalitelisini koysanız da müşteri ile yüz göz olmasanız iyi değil mi? Hem haram para kazanmamış olursunuz. Ben size hakkımı helâl etmiyorum.”

Kısa süre sonra o mağaza yandı kül oldu. Milyarlarca lira zarar ettiler. Ders aldıklarını sanmıyorum.

Gittim yangın sebebini soruşturdum. Elektrik kontağı dediler. Sigortadan para çekmek için kendileri kasıtlı çıkarmış!” diyenler de oldu. Allah’ü Teâlâ bilir.

            Yapılacak iş önce kaliteli insan; ne iş yaparsa yapsın yaptığı işin en iyisini yapan insan... Sonra kaliteli üretim... Bu ikisi gerçekleşmediği takdirde hiçbir zaman kalkınamayız. Gelişmiş ülkeler seviyesine çıkamayız.

1967 yılında iki şirketin İzmir'den İtalya'ya gönderdiği zeytinyağında makine yağı iddiaları yüzünden Türkiye ihracat itibarının lekelendiğini hatırlayalım. Gemiler götürdükleri malları getirmiş Türkiye’nin imajı sıfıra inmiş o kalleşliği yapan firmalar milyarlarca lira zarar etmişti.

Diyoruz ki: Önce, kaliteli insan, sonra kaliteli görev, daha sonra kaliteli üretim… Eğer bunları gerçekleştirebilirsek; ihracat artacak, döviz gelecek, faiz düşecek… Türkiye’nin önünde durabilene aşk olsun!

Allah’ü Teâlâ bizleri yaptığı işleri en iyi yapanlardan; dünyada ve ahirette yüzü ak çıkanlardan eylesin!

Hoşça kalın, dostça kalın, Allah’ü Teâlâ’ya emanet olun efendim!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis