Kayıtlar

Hikâyesi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Allah’ü Teâlâ ile Ortak Olan Adam! (Gerçek Bir Hayat Hikâyesi)

Allah’ü Teâlâ ile Ortak Olan Adam! (Gerçek Bir Hayat Hikâyesi) Geçen yüzyılın sonunda Baltimore’lu bir delikanlı, kendine yepyeni bir hayat düzeni kurmak üzere New York’a gider. Yaşlı bir aile dostu ona, hayatını kazanmak için ne yapacağını sorar; Delikanlı, “Ben her işi yapabilenlerden değilim, sabun ve mumdan başka bir şey yapamam.” der… Yaşlı adam da gencin elini sıkıp başarı diledikten sonra şunları söyler, “İyi çalışmak şartıyla başarılı olabilirsin, Tanrı ile ortakmışsın gibi çalış ve kazancının onda birini O’nun payı olarak ayır, göreceksin işin o zaman daha iyi gidecek!” Genç adam, kısa bir süre sonra Manhattan Sabun Fabrikasının yöneticisi olur, iki yıl sonra da kendi işini kurar, ancak yaşlı adamın öğüdünü hiç aklından çıkarmaz, kazancının onda birini ayırıp, yardım kuruluşlarına bağışlamaya başlar… İşler giderek gelişir, o da kazancının onda birlik payını onda ikiye çıkartır, genç adamın işindeki başarısı da, iyilikseverliği oranında artmaya başlar… G

Alın Teri Hikâyesi

Alın Teri Hikâyesi   Çocuklar için ders alınacak harika bir hikaye daha.. Evvel zamanların birinde, evlilik çağına gelen bir delikanlı herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi: “Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alın terinle kazandığın bir altın getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.” Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle! Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıkla bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu: “Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?” Babası başını iki yana salladı: “Hayır oğlum. Sana kendi alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altın getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki.” Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Ertesi gün bu defa annesind

Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi

Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi Siyasetname adlı şaheserin yazarı, Haşhaşileri dize getiren devlet adamı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin koca veziri Nizamülmülk'ün baş döndürücü hayat hikâyesi 'Vezir' ile yazıldı. Büyük Devlet Adamının Hayat Hikâyesi Siyasi tarihimizde büyük padişahların yepyeni bir çığır açtıklarını, devleti ve toplumu bambaşka mecralara taşıdıklarını biliriz. Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, bu meyanda ilk planda akla gelen padişahlardır. Ama sadece padişahlar damga vurmamışlardır tarihimize; zaman zaman padişahları da gölgede bırakırcasına büyük devlet adamları, vezirler, komutanlar, kendi isimlerini yazdırmışlardır yaşadıkları döneme… Osmanlı'da Sokullu Mehmet Paşa, Halil ve Ali Paşalarıyla Çandarlılar, 17. yüzyılda Köprülüler, padişahları aşan bir şöhrete, başarıya ve güce erişmişlerdir. Selçuklu tarihinde de bu payeye erişebilen zirve bir isimdir Nizamülmülk. Kendisi pek çok açıdan ya

Müthiş Bir Dostluk Hikâyesi

Müthiş Bir Dostluk Hikâyesi İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yasardı. Fleming'di adi. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ''Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum'' dedi. Yoksul ve onurlu Fleming ''Kabul edemem!'' diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. ''Bu senin oğlun mu?'' diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla ''Evet!'' dedi. Aristokrat devam etti: ''Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim a

Peçeyi Tarihinde Sigara Hikâyesi

Peçeyi Tarihinde Sigara Hikâyesi Bin dokuz senesi Hud Aleyhisselâm udunda ingiliz keferesi getirdiler ve bazı hastalıklara şifa olmak namına sattılar. Ehli keyfden bazı yaran keyfe müsaadesi vardır Diye müptelâ oldular. Giderek ehli keyif olmıyan Sahi kullanır oldular. Hattâ büyük ulemadan ve eshabı devletten niceleri ol iptilâya uğradılar. Kahvelerde erazil ve evbaşnı çok tütün içmelerinden kahveler gök duman olup içinde olanlar birbirini görmemek mertebelerine vardılar. Sokaklarda ve pazarlarda dahi lüle ellerinden düşmez oldu. Birbirinin yüzüne gözüne püf püf Diye sokakları mahalleleri dahi kokuttular. Hakkında nice yave şiirler naznıedip münasebetsizce okuttular. Bazı ahbap ile bir nice defa münâkaşa olundu. Bunun kötü kokusu hemen adamın bıyığını, sarığını, sırtındaki elbisesini, bilhassa içinde kullandığı evini kötü kötü kokuttuğundan gayri halı ve keçe gibi evinin döşemesini yaktığı, küliyle artığı ortalığı kirlettiği ve ayrıca muttasıl içildiğinden insanı işden güçten alı

Bir Letonya Hikâyesi

Bir Letonya Hikâyesi Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış. Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış. İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış. İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da: “Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım!” demiş. Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş.

Hikâyenin Hikâyesi

Hikâyenin Hikâyesi Osmanlı şair ve nüktedanlarından Cenanî'ye, zamanın padişahı, anlattığı fıkra ve hikâyeleri bir kitap halinde toplamasını söylemişti. Cenanî bildiklerine kendi uydurduklarını da ekleyerek bir kitap yazdı. Kitabı güzel yazı yazan birine verip temize çektirdikten sonra yaldızlanması ve ciltlenmesi için ciltçiye vermişti. Böyle bir kitabın yazılıp ciltçiye verildiğini duyan padişahın nedimlerinde Derviş Eğlence, isimli bir hikâyeci Cenanî'den habersiz olarak daha ciltçide iken baştan sona okuyup ezberledi. Derviş Eğlence, padişaha hikâye ve nükteler anlatır ve onu eğlendirirdi. Cenanî'nin yazdığı kitabı baştan sona padişaha anlattı. Olup bitenlerden habersiz Cenanî, kitabını ciltciden almış ve padişahın takdirini kazanacağı ümidiyle saraya getirip, Kapı Ağası aracılığı ile padişaha gönderdi. Cenanî, dışarda heyecanla padişahtan gelecek ihsanı bekliyordu. Biraz sonra Kapı Ağası Gazenfer Ağa, huzurdan çıktı ve: — Beyim, gerçi bizim Derviş

Merkezefendi Kuyusunun Hikâyesi

Merkezefendi Kuyusunun Hikâyesi Halen İstanbul’un, Topkapı civarında, istanbulluların ziyaret yerlerinden biri de Merkezefendi'nin tûrbesidir. Merkezefendi mezarlığına da adını veren bu büyük velînin menkıbeleri anlatılmakla bitmez. Bunlardan bir tanesi de Merkezefendi'deki kuyunun hikâyesidir. Bugün hâlâ kerametine inanılan bu kuyunun ilk kazılışının sebebi şöyle olmuştur: Bir gün Şeyh Merkezefendi, seccadesini sermiş namaz kılmakta idi. Başını seccadeye koyduğu zaman yerin altından bir ses: — Ya Şeyh! Ben burada yedibin yıldır kırmızı”renkli, sedef lezzetli hayat pınarıyım... Emrinle yeryüzüne çıkmaya hazırım. Beni Cenabı Hak humma hastalığına yakalananlara şifa olarak halketti. Elbette sen beni bu hapisten kurtaracaksın, Diye yalvarmaya başlar. Şeyh Merkezefendi müridlerine: — Gelin ahbaplar, şu seccadenin bulunduğu yerde bir kuyu kazalım, der ve Bismillah diyerek yere ayağını hızlıca vurur. Etrafında bulunan bütün sadık dervişleri başına üşüşür ve oraya bi

Hz. Yusuf Aleyhisselâm’ın Hikâyesi

Hz. Yusuf Aleyhisselâm’ın Hikâyesi Yusuf Aleyhisselâm, onbir ağabeyi olan küçük bir çocuktu. Yakışıklı ve akıllıydı. Babası Yakup en çok Yusuf Aleyhisselâm’ı severdi. Bir akşam Yusuf Aleyhisselâm uyuyunca ilginç bir rüya gördü. Rüyasında onbir tane yıldız, güneş ve ay toplanmışlar kendisinin önünde eğiliyorlardı. Uyandığında çok şaşırmıştı. Neden bir insanın önünde yıldızlar, ay ve güneş eğiliyordu? Gidip rüyasını babasına anlattı. - Babacığım onbir yıldız, güneş ve ay benim önümde eğildiler, dedi. Babası Yakup, bir peygamberdi. Bu rüyayı duyunca çok sevindi. - Yusuf Aleyhisselâm oğlum, dedi. Allah seni korusun. Sen bu- Ah babacığım, aramızda bir yarış düzenlemiştik, Yusuf Aleyhisselâm eşyalarımızın yanındaydı sonra bir kurt gelmiş onu yemiş, deyip koç kanına bulanmış gömleği gösterdiler. Ama Yusuf Aleyhisselâm’ın gömleğinde parçalanma izleri yoktu. Yakup bu yalana inanmamıştı: Hayır dedi, bu hikayeyi siz uydurdunuz. Yusuf Aleyhisselâm’ım ölmedi. Fakat

Şems ve 3 Ateistin Hikâyesi

Şems ve 3 Ateistin Hikâyesi İki ateist Mevlana’ya gitmişler ona: - Eğer müsaitsen sana 3 sual soracağız? Mevlana: - Ben müsait değilim Şems’e gidin demiş. Ateistler Şemse gitmişler Şems de o sıra bir kerpiç ile oyalanmaktadır. Ateistler: - Müsaitsen sana 3 sual soracağız Şems: - Müsaidim. Birinci soruyu sor. Ateistler aralarında bir sözcü seçmişler. Ateist: - Allah var diyorsunuz. Ama Allah’ı göremiyoruz. Allah’ı gösterin de biz de inanalım. Biz görmediğimiz saye inanmayız. Şems: - Diğer suali sor. Ateist: - Diyorsunuz" Şeytan ateşten yaratıldı ama daha sonra da diyorsunuz şeytan ateşle cezalandırılacak". Bu saçma değil mi ateş ateşe azap eder mi? Sems: - Son soruya geç. - Ne diye insanlara hep baskı kurarsınız, nedir bu şeriat, bırakın insanlar ne yapmak istiyorsalar onu yapsınlar o zaman insanlar daha mutlu olur. Bütün bu sorularımıza cevap ver ki Allah’a iman edelim veremezsen. Ateist daha cümlesini bitirmeden Şems yerdeki kerpici

Bir Çocuğun Namaz Kılma Hikâyesi

Bir Çocuğun Namaz Kılma Hikâyesi Türkân Hanım dindar bir ailede büyümüştü. Annesi her fırsatta ona ve kardeşlerine namaz kılmalarını söyler, hatta kızarak onları uyarırdı. Türkân Hanım namazın kılınması gerektiğine inanır, ama yine de kılmazdı, çünkü kılmak nefsine zor geliyordu. Bazen başlar, sonra terk ederdi. Evlendi ve çocukları oldu. Annesi her geldiğinde aynı şekilde namaz kılmaları için ikaz etmeyi sürdürüyor, o da ısrarla kılmamaya devam ediyordu. Çok istemesine rağmen bir türlü nefsine galip gelemiyordu. Bir gün arkadaşları ona oturmaya geldi. İçlerinden biri annesini de yanında getirmişti. Teyze çok mübarekti. Öyle tatlı konuşuyordu ki, onu dinleyen saatler geçse usanmazdı. Teyze bir ara namaz konusuna değindi. O anlatırken, Türkan Hanım, annesini hatırlamış ve annesinin eski günlerdeki namaz ikazlarını düşünüyordu. Misafirler de teyzeyi zevkle dinliyordu. Türkân Hanımın küçük oğlu Zekeriya, dört yaşındaydı. Oynadığı oyunu bırakmış, teyzenin koltuğu dibinde iki e

Gerçek Bir Japon Hikâyesi

Gerçek Bir Japon Hikâyesi Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce. Muhtemelen bu çivi 1-2 yıl önce, duvar yapılırken çakılmıştı. Peki, nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan o kadar zaman boyunca yaşamayı başarmış? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan uzun süre yaşamak çok zor olmalı. Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle... Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, bir kaç yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...

Bağdat’ta Yangın Hikâyesi

Bağdat’ta Yangın Hikâyesi Bir gece halkın yanık bağrından çıkan ah ateşinin, Bağdat’ın yarısını küle çevirdiğini duydum. O anda adamın biri ellerini havaya kaldırıp Allah’a şöyle dua etmiş; “Çok şükür, bu yangın dükkânıma zarar vermedi. ” Yoldan geçen bir ulu kişi, adamın niyazını işitince onu uyarmak istemiş; “Ey bilgisiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün! Koca şehrin yarısı yanıp küle dönmüş, sense dükkânının kurtulduğuna seviniyorsun, öyle mi! İnsanların açlıktan karınlarına taş bağladığını gören birisi, taş yürekli değilse, ağzına bir lokma atamaz. Yoksulların açlıktan kan tükürdüğünü gören bir zengin, ağzındaki lokmayı ne yüzle çiğner! Hasta sahibi sağlıklıdır diye düşünme! Çünkü hastasının derdiyle kıvranmaktadır. Merhametli yolcular konak yerlerine vardıklarında, geride kalan dostları gelmedikçe uyumazlar. Diken taşıyan kişinin eşeği çamura saplandığı zaman padişahların gönlü bundan mustarip olur. ” Mutlu olmak isteyen irfan sahibi kimseye Sadi’nin şu sözü yetişir.

Cemşid ve Çeşme Taşı

Cemşid ve Çeşme Taşı İyi huylu Cemşid meğer bir çeşme taşına şunları yazdırmış; “Bizim gibi nice insanlar vardı, bu çeşme başında oturdu, dinlendi, sonra gözlerini kapayıverdi. Kimi mertlikle, kimi kuvvetle dünyaya hükümdar oldu. Ne ki aldıkları yerler hep geride kaldı. Süleyman peygamberi düşün. Mal-mülk, güç-erk her şey ondaydı. Tahtını sabah-akşam rüzgârlar taşırdı. Peki, şimdi o taht ve sahibi nerde? Asıl mutlu kişi, şöhretini ilmiyle adaletine borçludur. Gelen, gider; eken, biçer. İnsana iyi ya da kötü bir ad kalır geride. Düşmanını yendiğinde onu öldürme. Bu yenilginin acısı ona yeter. Düşmanının minnet ederek etrafında dolaşması; kanının, eteğine bulaşmasından daha iyidir. (Gülistan ve Bostan) 

Dara ve At Çobanı

Dara ve At Çobanı Dara Yun bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duydum. Bir at çobanı, koşarak ona doğru ilerliyormuş. Adamı tanımayan Daranın kalbine kuşku düşmüş ve kendine; “Bu gelen, düşmanlarından biri olsa gerek. Yanıma varmadan okumla onu öldüreyim.” demiş. Yayını germiş, okunu hazırlamış, biraz daha yaklaşsın diye beklemeye koyulmuş. Bunu gören çoban uzaktan seslenerek; “Ey İran’la Turan’ın şahı, ey ulu Dara; kem gözler senden ırak olsun. Ben düşman değilim. Efendimin atlarını besleyen basit bir çobanım ve işim yüzünden buradayım.” Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek; “Hey düşüncesiz adam, sana mübarek bir melek yardım etti. Yoksa öldüğün gün, bugündü.” Çoban da gülerek karşılık vermiş; “İnsan iyiliğini gördüğü efendisine hiç kötülük düşünür mü? Haddimi aşarak size, doğru yolu göstermek ve bu bağlamda öğüt vermek istiyorum. Dostuyla düşmanını ayıramayan sultan, acizdir. Büyükler, küçüklerini bilmeli. Siz, beni sarayınızda defalarca gördünüz