Kayıtlar

Duanın Edepleri

  Duanın Edepleri   Duada elleri kaldırmak ve Allah’ü Teâlâ’ya hamd etmek, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem efendimize salât ü selam getirmek, sonra dileğini söylemek, dua ederken göğe bakmamak, duayı bitirince elleri yüze sürmek duanın edeplerindendir. Bu edepleri şöylece sıralayalım:   1- Şerefli zamanları kollamaktır: Arefe günü, Ramazan ayı, Cuma günü, gecenin son üçüncü bölümü ve seher vakitleri gibi. 2- Şerefli halleri değerlendirmektir: Secde hali, savaşçıların karşılaşması ve yağmur yağması halleri, namaz için ikâmet okunurken ve kalbin rikkat hali gibi. 3- Kıbleye dönmek, elleri kaldırmak ve duadan sonra yüze sürmek. 4- Gizlilik ve seslilik arasındaki bir sesle yalvararak söylemek. 5- Seci yapmaya kendini zorlamamak. Duada haddi aşmak bununla tefsir edilmiştir. Ayet ve hadislerde belirtilen ve rivayet edilen dualarla yetinmek en iyisidir. Çünkü herkes kendiliğinden dua etmeyi beceremez, bu sebeple haddi aşmasından korkulur. 6- Tazarrû, huşû ve korku ile

Sözü Feraset ve Nezaketle Söylemek

  Sözü Feraset ve Nezaketle Söylemek   Padişahın biri, Rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür! Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tabircilerini huzuruna çağırtır! Rüyasını anlattıktan sonra tabirci başına: “- Hele bir söyle, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” Diye sorar! Tabirci başı hiç düşünmeden: “- Maalesef şerdir padişahım!” Der ve sözlerine şöyle devam eder: “- Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz!” Tabirci başının bu yorumu, padişahın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir! Bir anlık sessizliğin ardından pâdişâh hiddetle kükrer: “- Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!” Muhafızlar, tabirci başıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar! Padişah, bu kez huzurundaki diğer bir tabirciye dönerek: “- Sen söyle bakalım, rüyamın tabiri n

Arkadaş Seçimi

  Arkadaş Seçimi   Arkadaş seçiminin kıyamet günündeki etkisini vurgulayan “O gün Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dışında, dostlar birbirine düşman olurlar.” (Zuhruf, 43/67.) ayetiyle ilgili olarak Kurtubi’nin Tefsir’inde şöyle bir rivayet nakledilir: İki mümin ve iki kâfir dost vardır. Müminlerden birisi ölür ve Rabbinin huzuruna vardığında: “- Rabbim filan kişi bana, sana ve Rasulü’ne itaati emrediyordu. İyiliği emrediyor, kötülükten alıkoyuyordu. Benim senin huzuruna çıkacağımı söylüyordu. Rabbim benden sonra onu saptırma, beni hidayete eriştirdiğin gibi onu da hidayete eriştir. Bana kereminden lütfettiğin gibi ona da lütfet.” der. Nihayet diğer mümin arkadaşı da vefat edince, Allah her ikisini bir araya getirir ve birbirlerini övmelerini ister. İkisinin de birbirlerinden hayırla bahsetmeleri üzerine Yüce Allah: “Ne güzel dost, ne güzel kardeş ve ne güzel arkadaş!” buyurur.   Kâfirlerden birisi ölünce ise: “- Rabbim filan kişi bana, sana itaati, Rasulü’ne itaat

Dürüst Oduncu

  Dürüst Oduncu   Bir varmış iki yokmuş... Evvel zaman içinde kocaman bir ormanın kenarında küçücük bir köy varmış. Köyün adamları ormanda odunlarını keser, kestikleri odunlarla geçimlerini sağlamaya çalışırlarmış. Köyün en dürüstü bu odunculardan birisiymiş. Herkes ona çok güvenirmiş. Yalanı hiç sevmez, kendi kazandığı paradan başka kimsenin cebinde gözü olmazmış. Günlerden bir gün, bu dürüst oduncu her zamanki gibi yine ormana odun kesmeye koyulmuş. Baltasını ağaçlardan birinin hemen dibine bırakmış. Sonra da başlamış kesilecek ağaç aramaya. Bir ağacı gözüne kestirdikten sonra baltasının yanına geri gitmiş. Ancak baltası bıraktığı yerde yokmuş. Aramış taramış, bir sağa bakmış yok, bir sola bakmış yok. Çaresizce ağlamaya başlamış. “Ne yaparım ne ederim ben şimdi. Baltam yoksa nasıl odun keser para kazanırım!” diyerek ağlarken gözyaşları sel olmuş. Oduncunun bu perişan halini gören orman cini dayanamamış, oduncunun haline acımış. Hemencecik altın kaplama bir baltayı oduncunun a

İbretlik Bir Hikâye ve Alınacak Ders…

              İbretlik Bir Hikâye ve Alınacak Ders…   Zengin bir adam yemek yedikten sonra evinden dışarı yürüyüşe çıkar… Biraz yürüdükten sonra iki rekât namaz kılmak için bir mescide girer. O mescidin bir köşesinde bir adamın hıçkırıkla ağladığına şahit olur. Dayanamaz ve o adamın neden ağladığını sorar. “Yaklaşık 2000 TL borcunun olduğunu ve bu sıkıntıdan kurtulmak için Allah'ü Teâlâ’ya yalvardığını söyler…” Zengin olan Müslüman bu rakamın kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini bildirir ve o an cebinden 2000 TL’yi çıkarır verir… Para ile birlikte olası ikinci bir ihtiyaç durumunda kendisini araması için kartvizitini de verir… Adam parayı alır ama kartı iade eder… Sebebini sorması üzerine ömür boyu unutamayacağı şu harika sözü işitir: "- İkinci kez borçlandığım durumda yine Allah'ü Teâlâ’ya yalvaracağım. Seni aramayacağım… Çünkü O seni bana gönderdi, senden başkasını da bana gönderir!"   Sübhanallah! O kıssayı dinledikten sonra uzun uzun

Prof. Dr. Aziz Sancar Sözleri

Resim
  Prof. Dr. Aziz Sancar Sözleri Aziz Sancar (D. 8 Eylül 1946, Savur, Mardin) Kuzey Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik bölümü öğretim üyesi Türk moleküler biyolog. 001-       Ben Müslüman'ım Müslüman olarak doğmaktan ve müslüman olmaktan gurur duyuyorum. İslam ülkelerinin bilimden uzak kalmalarının sebebi ı Kerim'den uzaklaşmasıdır. 002-       Ben Türkiye'deki günlük politik çekişmeleri takip edersem üzüntümden çalışamam. Gençlere tavsiyem bu tür kavgalara girmeyin. Bütün enerjinizi işinize verin. Bilim öğrenmeye çalışın. Günlük dedikodularla, politikalarla uğraşmayın! Memlekete hizmet için bilim lazım. Avrupa ve ABD seviyesinde olmak için bilim lâzım. 003-       Çoğu insan zekaya inanır , ben inanmıyorum , bizi birbirimizden ayıran emektir , ben çalışmaya inanıyorum. 004-       Evrime inanmak diye bir şey yoktur. Evrim bir gerçektir ve inanç meselesi değildir. Güneş'i balçıkla sıvayamazsın. Evrim vardır ve kim ne derse desin bu gerçek ortadadır. 005

Zindandan Mehmed’e Mektup

  Zindandan Mehmed’e Mektup   Zîndan îkî hece, Mehmed’îm lâfta! Baba katîlîyle baban bîr safta! Bîr de, gerî adam, boynunda yafta… Halîmî düşünüp yanma Mehmed’îm! Kavuşmak mı? Belkî… Daha ölmedîm!   Avlu… Bîr uzun yol… Tuğla döşelî, Kırmızı tuğlalar altı köşelî. Bu yol da tutuktur hapse düşelî… Gît ve gel… Yüz adım… Bîn yıllık konak.   Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bîr âlem kî, gökler boru îçînde! Akıl, olmazların zoru îçînde. Üstüste sorular soru îçînde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan însan mı çıkar, tabut mu?   Bîr îdamlık Alî vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçtî gîttî, bîrkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefîl; Bahçeye dîktîğî üç beş karanfîl…   Müdür bey dert dînler, bugün ‘maruzât’! Çatık kaş.. Hükûmet dedîklerî zat… Benî Allah tutmuş, kîm eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dîlekçem… Anlamaz; ruhuma geçtî bîlekçem!   Saat beş dedî mî, bîr yırtıcı zîl; Sayım var, mal