Kayıtlar

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün?

Ben Gülmeyeyim De, Kim Gülsün ? Hz. Osman Radiyallâhu Anh abdesti bitiriyor, kurulanıyor, gülmeye başlıyor. Yanındakiler, “— Hayırdır inşaallah!”. Diyorlar. Hazret-i Osman Radiyallâhu Anh Anlatıyor: “— Bir gün, benim şu abdest aldığım yerde Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz abdest alıyordu. Biz de oradaydık. Resulullah abdestini aldı, gülmeye başladı. Sonra, ‘Neden güldüğümü, niye sor muyorsunuz?’ buyurduğu hatırıma geldi!”. “— Peki efendim, ne oldu?” “— Biz de, ‘Ya Resulallah Sallallahü Aleyhi Vesellem niye güldünüz?’ diye sorduk.”. Cevaben buyurdu ki: “— Bir müminin abdestte, yüzünü yıkarken, bütün (küçük) günahlarının, suyla beraber aktığını görüyorum. Elini yıkarken, başına mesh ederken, ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum. Ümmetim kurtuluyor diye seviniyorum, ben gülmeyeyim de, kim gülsün?” Nebiyy-i Ekrem Sallallâhu Aleyhi Vesellem’e içinde (pek az) su bulunan bir taş tekne getirdiler. Tekne ise içinde avuç açılamayacak kadar küçük idi. Orad

Kıble Yönü

  Kıble Yönü   Adam, bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, otogarın yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu. Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki lâvaboya yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek: “- Herhâlde namaz kılacaksınız, dedi. Abdest alma yerimiz de mevcuttur. Adam, elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken: “- Sen herhâlde görevlisin. Ne iş yaparsın burada?”. “- Temizlikçiyim efendim. Lâvabo ve tuvaleti temizliyorum!”. Adam, alaycı gözlerle sü-zerek devam etti: “- Ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım. Bu iş size öyle yakışıyor ki!”... Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu. Fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı. Vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih edip işine döndü. Adam, mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti. Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa fa

Vah Almancım Vah!

  Vah Almancım Vah!   Almancılar ev yaptırdı köyüne, kapalı kapısı. Oturanı bakanı yok çürüdü yapısı. Ha çöktü ha çökecek tavanı çatısı Oturmaya ömrü yetmedi! Vah Almancı vah!   İki senede bir ay izine gider. Eşe dosta borç verir parayı çar çur eder. Parası biter gönlüne düşer elem keder. Dönüşün hüzünlü olur! Vah Gurbetcim vah!   Almancı izine gelir gelmez uğraşır evin tamiriynen. Elektrikcisiyle sucusuyla uğraşır her biriynen Elinde evrak, dilekce çekişir dairede amirinen. İzinin biter işin bitmez! Vah Almanci vah!   Kimi köyüne ev yaptı kimi kayseride ev aldı. Kesin dönüş yaparım diye hayale daldı. Kendi geldi çocuklar gurbetde kaldı. Hayallerin boşa çıktı! Vah Gurbetcim vah!   Evine hırsız girer kapıyı peceyi söker. Bakımı olmaz suyu patlar çatısı çöker. Komşular çöplerini kapısının önüne döker. İzinin tamirinen geçer! Vah Almancim vah!   Güve düşer yıllar önce aldığı öteberiye. Kurban keser sözde hayırcılar üşüşür deriye Bo

Şikâyetname

  Şikâyetname   Fuzuli “Şikâyetname” (Selâm verdim rüşvet değildir deyi almadılar)   Halk arasında selâm için “Allah’ın selâmı” derler. -Yahu Allah’ın selâmını verdik, onu bile almadı diye serzenişte bulunurlar. Şair Fuzuli de ünlü mektubu Şikâyetname’ye “Selâm verdim, rüşvet değildir diye almadılar” şeklinde başlamış. Gelin geçmiş zamanın bu ünlü hikâyesini dinleyelim. 16. yüzyılın büyük Divan şairi Fuzuli, yalnız bir insandır. Onun şu beyitini çoğunuz bilirsiniz.   “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bad-ı sabâdan gayrı” Demiştir.   Yani şair o kadar yalnız birisidir ki evinin kapısından içeri sadece sabah rüzgârı girmektedir. Çileli geçen bir ömür… Yalnızlık, yoksuzluk, kimsesizlik onun için kader olmuştur. Hâlbuki Fuzuli, ana dili Türkçe dışında Arapçaya ve Farsçaya o derece hâkimdi ki üç dilde de divan sahibi olacak kadar… Her üç dilde de oldukça güzel şiirler yazıyordu ama bunlar, o devirde onun geçim sıkıntısını aşmasına yetmedi

Selâm Olsun (Şiir)

  Selâm Olsun (Şiir)   Selâm olsun bizden güzel dünyaya Bahçelerde hâlâ güller açar mı? Selâm olsun sonsuz güneşe, aya Işıklar, gölgeler suda oynar mı?   Hepsi güzeldi, kar, tipi, fırtına Günlerin geçişi ardı ardına Hasretiz bir kanat şakırtısına Mavi gökte kuşlar yine uçar mı?   Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan Dönmeyen gemiler olduk açıktan Adımızı soran, arayan var mı?   (Tanpınar 1981: 26)

Duanın Gücü...

Resim
  Duanın Gücü...   Kurak gecen bir yaz gününde cemaat Cuma namazı sonrası Camii imamı ile beraber kuruyan hasatlarını kurtarma ümidiyle bozkıra yağmur duasına gider. Hacet namazları kılınır, dualar edilir, kurbanlar kesilir ama gökyüzünden tek damla yağmur düşmez yine de. Cemaat boynu bükük tekrar kasabaya geri döner. Aradan bir kaç̧ gün geçer ve bir Allah’ü Teâlâ dostunun yolu kasabaya düşer. Kasaba halkı Allah’ü Teâlâ dostunun yanına gelerek kendileri için yağmur duasına çıkmasını söyler. Ancak Allah’ü Teâlâ dostu yağmur duası yerine kasabayı beraber gezmeyi önerir hakla. Halk şaşkınlık ve merakla birlikte Allah’ü Teâlâ dostunun ardına düşer, evleri dolaşmaya baslaralar. 3-5 evi dolaştıktan sonra, damı çökük kapısı kırık bir eve rastlarlar ve Allah’ü Teâlâ dostu kapıdan içeri doğru seslenip ev hanesini dışarı çağırır. İçeriden orta yaşlarda üzeri yamalı bir kadın ve iki küçük kız çıkar. Allah’ü Teâlâ dostu hâl hatır sorduktan sonra evin beyinin kalp krizi geçiri

Bereketin Sırrı

Resim
  Bereketin Sırrı   Adamın biri İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh ile tartışır ve: “- Bereket diye bir şey yoktur, inanmıyorum!” der. İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh: “- Koyunları ve köpekleri görüyor musun?” der. Adam: “- Evet!”. İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh: “- Hangisi daha çok doğurur?” Adam: “- Köpekler yediye kadar, koyun ise en fazla üçüz doğurur!” der. İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh: “- Etrafına baktığında hangilerinin daha çok olduğunu görürsün? Adam: “- Koyunlar çoktur!” der. İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh: “- Peki, sürekli kesilen ve sayısı azalan koyun değil mi?” Adam: “- Evet der!”. İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh: “- İşte bereket budur!”. Adam: “- Niye böyle olur Koyun neden köpeklerden daha fazla olur? Diye sorunca; İbrahim Ethem Kuddise Sirrûh der ki: “- Çünkü koyunlar gecenin ilk saatlerinde yatar, şafaktan önce de kalkarlar. Böylece rahmet saatini idrak eder ve üzerlerine bereket yağar. Ama köpekler, gece boyunca havlarlar. Sonra şafa

İstenmeyen Misafir

  İstenmeyen Misafir   Yıllardır sözleşmeli olarak çalıştığı iş yerinden kocasına verilen ani çıkışla hayatları alt-üst olmuştu. İşletmenin lojmanından ayrılıp tekrar kiracılığa, üstelik daracık bir eve çıkmak; aylardır maişetsiz, hep içerden harcamak Ayşe Hanım’ın sinirlerini iyice germişti. Çocuklara yeni elbise, okul masrafları derken bıçak kemiğe dayanmış, sıkıntının derinliği artık mutfağa da yansımaya başlamıştı. Bir türlü iş bulamamıştı kocası. Tuhaf adamdı. Tüm muhtaçlığına, garipliğine rağmen misafirsiz sofraya oturmama huyunda direniyor, illa; “- Çorbaya bereketli bir kaşık girsin!” diyordu. Bulundukları yer, kasabanın istasyon mahallesi idi. Şehirden trenle dönenler buradan minibüslerle çıkardı civar köylere. Yolculardan arabası geciken birini; yukarı köyün çiftlik sahiplerinden Hacı Osman’ı ısrarla getirdi akşam yemeğine. Misafiri odaya buyur ettikten sonra eşiyle konuşmak üzere mutfağa girdiğinde Ayşe Hanım öfkeyle patladı: “- Akşamın dar vaktinde gene mi m

Askerin Duası

Asker Duası   Elimde tüfek, gönlümde iman, Dileğim iki: Din ile vatan… Ocağım ordu, büyüğüm Sultan, Sultan’a imdat eyle Yâ Rabbi! Ömrünü müzdâd eyle Yâ Rabbi!   Yolumuz gaza, sonu şehadet, Dinimiz ister sıdk ile hizmet, Anamız vatan, babamız millet, Vatanı mamur eyle Yâ Rabbi! Milleti mesrur eyle Yâ Rabbi!   Sancağım tevhit, bayrağım hilâl, Birisi yeşil, ötekisi al, İslâm’a acı, düşmandan öç al, İslâm’ı âbâd eyle Yâ Rabbi! Düşmanı berbat eyle Yâ Rabbi!   Kumandan, zabit, babalarımız. Çavuş, onbaşı, ağalarımız. Sıra ve saygı, yasalarımız. Orduyu düzgün eyle Yâ Rabbi! Sancağı üstün eyle Yâ Rabbi!   Cenk meydanında nice koç yiğit, Din ve yurt için oldular şehit, Ocağı tütsün, sönmesin ümit, Şehidi mahzun etme Yâ Rabbi! Soyunu zebun etme Yâ Rabbi!   (Şairi tam olarak bilinmiyor…)

İki Cihan Seâdetine Kavuşmak İçin Nasihatler

İki Cihan Seâdetine Kavuşmak İçin Nasihatler Bahaüddin es-Sübki, İbni Akil, İbnü'l-Mulakkın, Siracüddin Ömer el-Bulkini (Rahimehumillah) gibi tanınmış simaların talebesi, tefsir, hadis, fıkıh ve fıkıh usulünde, dil ve edebiyat ilimlerinde mütehassıs, Kahire'de Ezher ve Zahir camileriyle, Kubbetü'l Baybarsiyye 2. Baybars Hankahı ve Babü'n-Nasr içindeki İbnu'l-Bakari Medresesi'nin müderrisi, zühd ve takvası dolayısıyla Kahire'de mensubu olduğu Darü sa'idi's-su'edâ Salahiyye Hankahı dervişlerinin gözdesi, "el-'Ukud fi tarihi'l 'uhûd" isimli eserinde ifade ettiğine göre, muasırlarından Makrizi (Rahimehullah) gibi bir alimin yıllarca vaaz meclislerine iştirak ettiği, "Rumûzü'l-künûz ellezi bereze ibrizühu ahsene büruz" isimli fıkıh ve kelâm ilimlerine dair 30.000 beyitlik eşsiz bir urcûzenin aruz sistemindeki bir bahr vezniyle yazılan manzum eserin sahibi, hayattayken itmamına muvaffak olamadığı "ed-Dibace Şe