Kayıtlar

İki Cevher: Edep Ve Hayâ

İki Cevher: Edep Ve Hayâ Müslüman, edepli, görgülü, nazik, kibar, güler yüzlü olmalı, her yerde ve her zaman; “Buyurun, efendim.” demeden konuşmamalıdır! Edep, hiçbir hırsızın çalamadığı güzel bir ziynettir. Edep, insanla hayvanı ayıran farktır. Edep; güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlâk, hayâ, nezâket, zerâfet gibi mânâlara gelir. Hayâ, utanmak demektir. Peygamber Efendimiz; (Evlâdınızı edepli, terbiyeli yetiştirin!) buyuruyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenâb-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlâk sahibi olmasıdır. Hadîs-i şerîfte; (Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olandır.) buyuruldu. Her zaman her yerde edepli, hayâlı olmaya çalışmalıdır! Hazret-i Ömer efendimiz; (Edep, ilimden önce gelir.) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından Resûlullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber Efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona karşı saygılı olmak için mübârek dizini dikip oturmazdı. Ebû Saîd-i Hudrî

Yabancı Okullar

Yabancı Okullar Osmanlı Devleti sınırları içinde 1904 tarihi itibariyle, tam 1506 yabancı okul vardı. Sırf Amerikalı Protestan misyonerlere âit okul sayısı 465’i buluyordu. 752 adet Fransız okulu vardı. Dahası; İngiliz, Alman, İtalyan, Rus, hatta İran okulları. İlk yabancı okul 1583 yılında Fransız Cizvit rahiplerinin eseri: Saint Benoit. Bugün İstanbul’da Karaköy-Tophane arasında. Sultan II. Mahmud döneminde yayınlanan bir fermanla Osmanlı milletinden öğrenciler de orada eğitim görmeye başladı. Sonra Saint Joseph geldi, ardından Notre Dame de Sion. Ve pıtırak gibi çoğalarak 1506’yı buldular. Elazığ’dan Van’a, Erzurum’dan Merzifon’a, Samsun’dan Tarsus’a, Kayseri’den İzmir’e ve İstanbul'a yüzlerce yabancı okul. Bu okullara gönderilen Türk ve Müslüman çocukların beyni yıkanıyordu ama aileleri zerrece aldırmıyor, evlâtlarının değişimiyle âdeta gurur duyuyorlardı. Çünkü bu okullarda çocuk okutmak bir gelişmişlik ve statü göstergesiydi. Üstelik denetlenemiyorlardı. 1909’da bir

Camiye Giderken Yapılan Dua

Camiye Giderken Yapılan Dua اَللَّهُمَّ اجْعَلْ فيِ قَلْبِي نُوراً، وَفيِ لِسَانِي نُوراً، وَفيِ سَمْعيِ نُوراً، وَفيِ بَصَرِي نُوراً، وَمِنْ فَوْقِي نُوراً، وَمِنْ تَحْتيِ نُوراً، وَعَنْ يَمِينيِ نُوراً، وَعَنْ شِمَاليِ نُوراً، وَمِنْ أَمَامِي نُوراً، وَمِنْ خَلْفيِ نُوراً، وَاجْعَلْ فيِ نَفْسِي نُوراً، وَأَعْظِمْ ليِ نُوراً، وَعَظِّمْ ليِ نُوراً، وَاجْعَلْ ليِ نُوراً، وَاجْعَلْنيِ نُوراً. اَللَّهُمَّ أعْطِنيِ نُوراً، وَاجْعَلْ فيِ عَصَبيِ نُوراً، وَفيِ لَحْميِ نُوراً، وَفيِ دَمِي نُوراً، وَفيِ شَعْرِي نُوراً، وَفيِ بَشَرِي نُوراً. اَللَّهُمَّ اجْعَلْ ليِ نُوراً فيِ قَبْرِي وَنُوراً فيِ عِظَامِي، وَزِدْنِي نُوراً، وَزِدْنِي نُوراً، وَزِدْنِي نُورًا، وَهَبْ ليِ نُوراً عَلَى نُورٍ Anlamı: “Ey Allah’ım! Kalbimde bir nur, dilimde bir nur yap. Kulağımda bir nur, gözümde bir nur yap. Üstümde bir nur, altımda bir nur yap. Sağımda bir nur, solumda bir nur yap. Önümde bir nur, arkamda bir nur yap. Nefsimde bir nur yap. Benim için büyük bir nur ve yüce bir nur yap. Bana bir nur yap. B

Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Eşine Yazdığı Şiir

Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Eşine Yazdığı Şiir Bir gün Mevlâna eve girer ve hanımı ona sorar: “- Bu kadar âşıksın! Mevlâ’ya şükürler olsun bu aşkı yaşayıp, yaşatana... Peki, bana ne kadar âşıksın?” Der. Mevlâna hanımına şu şiirle cevap verir. Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin. Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin, Sen benim; yalandan ve sahteden kaçışım, Riyadan bıkışım, gerçeği arayışımsın, Ve nihayet doğrunun tadına varışımsın. Sen benim; haksızlığa ve zulme başkaldırışım, Mazluma kucak açışım, zalime düşmanca bakışımsın Ve mağdurdan yana tavır alışımsın. Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim, Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin Ve kapanmayan avuç içimsin. Sen benim; hayat ve kaderle inatlaşmam, Ekmek için kavgam, bitmek tükenmek bilmeyen davamsın Ve zorluklara karşı yılmayışımsın. Sen benim; menfaate ve çıkara tepkim, Almak için verene öfkem, ille de karşıl

Dinle! Düşünme, Faydalan...

Dinle! Düşünme, Faydalan... Enes b. Mâlik Radiyallahü Anh’dan rivayet edilmiştir:  “Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, zayıflamış, kuş yavrusu kadar olmuş Müslüman bir kimseyi ziyaret etti. Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona: “- Sen Allah’a herhangi bir şey için dua ediyor ya da O’ndan bir şey istiyor muydun?” diye sordu. Adam: “- Evet, ben; ‘Allahım! Bana ahirette bir ceza vereceksen o cezayı bana dünyada ver!’ diye dua ediyordum!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem: “- Subhanallah! Sen buna güç yetiremezsin! Sen: “Allahümme! A’tinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhiretî haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr!” (Allahım! Bize dünyada bir iyilik ver. Ahirette de bir iyilik ver. Bizi cehennemin azabından koru) diye dua etsen!’ buyurdu. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem o adam için dua etti. Adam da iyileşti.” (Müslim, Zikr, 7) Bu dua aynı şekilde Enes b. Malik tarafından, Resûlullah’ın Sallallâhu Aleyhi Vesellem en çok yaptığı dua olarak da riva

Ey Aşk Ateştir Senin Nesebin

Ey Aşk Ateştir Senin Nesebin Ey aşk! Ateştir senin nesebin… Dumandır niteliğin kaynağın ise rüzgâr Su tufana dönüştü toprak da küle Senin kokunla ateş rüzgâra karıştı Şirin’siz her saray bisütûn gibi viranedir Ferhat’sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgârda Yedi nesil öteye tüm atalarımız gâmdı Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu Rüzgâr esince toprağımızdan senin kokun geliyor Sadece Sen kalacaksın; Biz hepimiz gidince… Hâfız-ı Şirâzî

Selâm Götürün

Selâm Götürün O mübarek illere, Bizden selâm götürün! Hakk’ı anan dillere, Bizden selâm götürün! Kutlu Hicaz çölüne, Hakk’ın solmaz gülüne, Hacıların seline, Bizden selâm götürün! Girenler dost bağına, Düşmez küfrün ağına, Mübarek Nur Dağı’na, Bizden selâm götürün! Yalvarın Rabbimize! Dualar edin bize! Muazzam Kâbe’mize, Bizden selâm götürün! Girersiniz ihrama, El sürmeyin harama! Sahabeyi kirama, Bizden selâm götürün! İmren güzel huyuna! Benî Haşim soyuna, İçip zemzem suyuna! Bizden selâm götürün! Mekke ile Medine, İki eşsiz hazine, Çihar yâr-i güzine, Bizden selâm götürün! Güneşte yanan başa, Gözlerden akan yaşa, Öpülen kara taşa, Bizden selâm götürün! Gösterilen vefaya, Merve ile Safa’ya, Muhammed Mustafa’ya, Bizden selâm götürün! Tekbir alan ihvana, Kestikleri kurbana, Bütün ehl-i imana, Bizden selâm götürün! Yetişir Cemal gayrı, Çok sözün yoktur hayrı, Hüccaca ayrı ayrı,

Haydi Hizmete

Haydi Hizmete Kavuşmak isteyen büyük himmete, Hakka inananlar haydi hizmete. Kolay bulunmayan böyle nimete, Bismillah diyerek haydi hizmete. Ter dökelim Ehlisünnet yoluna, Canımız fedadır Hakkın uğruna, Sünni kitapları basıp bağrına, Emri maruf için haydi hizmete. Öğren düşmanların bütün fendini, Tuzağına düşme koru kendini, İlimle yıkmalı küfrün bendini, İlmi yaymak için haydi hizmete. Hani deryaların kaptanı bizdik, Bütün düşmanları sıraya dizdik, Gururlu kralları nasıl da ezdik, Ecdadın torunları haydi hizmete. Hep Hak için hakka koşmalı mümin, Hizmet aşkı ile coşmalı mümin, Bütün engelleri aşmalı mümin, Şanlı zafer için haydi hizmete. (Alıntı)

Dünya Ve Âhiret Saadeti İçin...

Dünya Ve Âhiret Saadeti İçin... M. Said Arvas Huzurla yaşayabilmemiz için yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar bize hizmet ediyor; üstelik ücret de talep etmiyorlar!.. Rabbimize ne kadar şükretsek azdır... Biz daha dünyaya gelmeden, dünya hayatında rahat ve huzur içinde hayat sürebilmemiz için ne lazımsa hepsini yarattı ve bize ihsan eyledi. Bunların hiçbirini biz talep etmedik, böyle bir şeyi düşünmedik, düşünebilseydik bile yapmaya gücümüz yetmezdi. Tamamı bizi yaratan Rabbimizin lütfu ve ihsanıdır... Rızkımızı daha biz dünyaya gelmeden önce annemizin göğsünde hazırlamıştır. Sadi-i Şirazi rahmetullah-ı aleyh buyuruyor ki: "İnsanlar, rızıklarından niçin endişe ederler o dünyaya gelir gelmez rızkını hazır bulur." Yemeden, içmeden yaşamak mümkün olmaz. Havamızı, suyumuzu, gıdamızı akıl ve hayal edemeyeceğimiz kadar güzellikte kim yaratıyor ve bizlere ihsan ediyor!.. Güneş elmaya da, bibere de aynen yansıyor, ikisi de kırmızıdır. Birisini tatlandırıyor,

Dünyanın Bekâsı Yok Halkın Da Vefâsı Yok!

Dünyanın Bekâsı Yok Halkın Da Vefâsı Yok! M. Said Arvas "Gönlünü dünyaya bağlama, çünkü dünyanın bekâsı yoktur. Gönlünü halka da bağlama halkın da vefâsı yoktur..." İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır. Dünyaya geldiğinden beri içine düştüğü sıkıntılardan, maruz kaldığı belalardan kendisini koruyacak bir güç, bir sığınak aramıştır. Bir yerden medet ummaya kendisini mecbur hissetmiştir. Ezelden beri onu titreten, korkutan "Ölüm muamması"nı ve buna karşı içine düştüğü ümitsizlik karanlığından kurtulmak için çare aramış durmuştur. Bunun içindir ki; tarihte hiçbir kavim ve kabile yoktur ki, bir ma'budu olmasın!.. En ilkel topluluklarda bile, tapındıkları "tanrı"ları vardı. Kimi ağaçtan, kimi taştan kendi elleri ile yaptıkları ve şekil verdikleri putlara tapıyor ve onlardan medet umuyorlardı. Hâlbuki, kendileri de çok iyi biliyorlardı ki; duymayan anlamayan, iyiliği veya kötülüğü dokunma ihtimali olmayan bu cansız varlıklardan hiçbir hayır gelmez

Tevâzudan daha iyi bir şey görmedim...

Tevâzudan daha iyi bir şey görmedim... Vehbi Tülek Feth-i Mûsulî hazretleri, Hazreti Ali'yi rüyâda görür ve ondan nasîhat ister!.. Feth-i Mûsulî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Musul’da doğdu 835 (H. 220) senesinde orada vefât etti. Bişr-i Hafî'nin arkadaşıdır. Bişr-i Hâfî hazretleri gibi gibi yüksek dereceler sâhibiydi. Bir gün Feth-i Mûsulî'ye, "sıdk nedir?" diye sorulunca, içinde demir bulunan bir ocağa elini sokup, kızgın bir demir parçasını çıkarıp elinde tuttu ve; "İşte sıdk budur" dedi. Şöyle anlatır: "Bir gün Emir-ül-müminîn Hazreti Ali'yi rüyâmda görüp, bana nasîhat et, dedim. Tevâzudan daha iyi bir şey görmedim. Yalnız Allahü teâlâdan sevap umarak, zenginin yoksula gösterdiği tevâzudan daha güzel ne olabilir, dedi. Biraz daha nasîhat edin, dedim. Buyurdu ki: Ondan daha güzel olanı, Allahü teâlâya gâyet fazla güven duyan fakirin, zengine karşı kibirli ve gururlu davranmasıdır." Hacca giderken yolda henüz

Ben O Zâtı Sırf Allah Rızâsı İçin Severim...

Ben O Zâtı Sırf Allah Rızâsı İçin Severim... Vehbi Tülek "Sen o zâtı nasıl seviyorsan, Allahü teâlâ da seni öylece seviyor." Muhammed ibn-i Gaylân hazretleri hadis âlimidir. 347'de (m. 958) doğdu. Zamanın büyük âlimlerinden hadis rivayet etti. Kendisinden de Hatîb el-Bağdâdî, gibi meşhur âlimler ilim tahsil etti. 440 (m. 1049)’de Bağdat'ta vefat etti. “Gaylâniyyaât” isimli kitabında naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları: Birisi Resûlullah Efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” geldi ve “Babam size selâm söyledi” dedi. Resûlullah buyurdu ki: “Aleyke ve alâ ebîkesselâm.” Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: “Müslümanın Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak cenâzesinde bulunmak, davetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah diyerek cevap vermek.” “Tanıdığınız ve tanımadığınız Müslümanlara selâm veriniz.” “Birbirinize selâm veriniz. Birbirinize yiyecek ikram ediniz, akrabanızın haklarını gözeti

Müslümanın Ölümü Sonsuz Hayattır!

Müslümanın Ölümü Sonsuz Hayattır! Vehbi Tülek Ölmek, yok olmak değildir, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. Ebû Bekr Havlânî hazretleri Mâliki mezhebi­ fıkıh âlimidir. Tunus’ta Kayrevan'da doğdu. Mısır’a giderek zamanın meşhur fıkıh âlimlerinlerinden ilim tahsil etti. Memleketine dönüp çok talebe yetiştirdi. 432 (m. 1041)’de Kayrevan'da vefat etti. Buyurdu ki: Ölmek, yok olmak değildir, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. Rûhun, bedenden ayrılmasıdır. Bir evden, bir eve göç etmektir. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki: (Sizler, ancak ebediyet, sonsuzluk için yaratıldınız! Lâkin bir evden, bir eve göç edersiniz!) Mevt (ölüm) mümine hediyedir, nimettir. Günâhı olanlara musîbettir. Fakîrlere rahat, zenginlere azaptır. Müminin rûhunun bedenden ayrılması, esîrin hapisten kurtulması gibidir. Mümin öldükten sonra, bu dünyâya geri gelmek istemez. Yalnız şehitler, dünyâya geri gelip, bir daha şehit olmak ister... Dünyânın iyiliği

600.000 Nasihat Değerinde 6 Nasihat

600.000 Nasihat Değerinde 6 Nasihat Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem Hazreti Ali Radiyallahü Anh’a hitaben: “- Ya Ali! Altı yüz bin koyun mu istersin; yahut altı yüz bin altın mı? Veyahut altı yüzbin nasihat mı istersin?” şeklinde buyurdular. Hazreti Ali kerremellahü vecheh dedi ki: “- Altı yüz bin nasihat isterim.” Peygamber Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: “- Şu altı nasihate uyarsan, altı yüz bin nasihatte uymuş̧ olursun: 1- Herkes nafilelerle meşgul olurken, sen farzları îfâ et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri, sünnetleri müstehapları îfâ et. 2- Herkes dünya ile meşgul olurken, sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla. Yani din ile meşgul ol. Dine uygun yaşa, dine uygun kazan, dine uygun harca. 3- Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara, kendi ayıplarınla meşgul ol. 4- Herkes dünyayı imar ederken, sen dinini imar et, ziynetledir. Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetir

Müthiş Bir Evlilik Nasihati

Müthiş Bir Evlilik Nasihati Aralıksız çalan kapının zili, Mübeccel hanımı eski ahşap merdivenlerden hızla aşağı indirmek için zorluyordu. Fakat yaşlanmıştı artık. Dizlerinin ağrısı artmış, ona ağır hareket etmesini söylüyor gibiydi. — Geldim, geldim… — Kim o! — Benim anneciğim, kızın Neriman. — Neriman! Mübeccel Hanım 2 yıl önce gelin etmişti kızını, iyi bir insandı damadı bir de torunu vardı. Ne güzel şeydi torun sevgisi. — Hayırdır kızım ne bu acele peş peşe basıyorsun şu zile. Gel gel, bakalım içeri, ver bakayım şu kucağındaki yavrucağı. —Bıktım artık anne bıktım, dayanamıyorum. Dönmeyeceğim o eve bir daha. —Sakin ol bakalım! Geç içeriye. Kapıda konuşulmaz böyle şeyler. Ben bir çay atayım ocağa, hem konuşur hem de bir şeyler yer içeriz. —Tamam, anne ben çocuğu yatırayım. Mübeccel Hanım, ocağa çay koyarken düşünüyordu; ne oldu acaba? Damat bir şey mi yaptı, deli kız kim bilir neye sinirlendi yine. —Anlat bakalım kızım hayırdır inşallah. Nedir seni böyle