Kayıtlar

İyi Niyet Karşılıksız Kalmaz

İyi Niyet Karşılıksız Kalmaz Yılların marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları kullanır, görülmedik bir özenle çalışırdı. Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden en az bir yıl geçmedikçe bu tahtaları asla kullanmaz, kurumalarını beklerdi. Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. İmal ederken pek az çivi kullanırdı, “Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır” derdi. İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi bu huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, sözü uzatmaz, “Ben ha

İnsanlığın Muhtaç Olduğu Adalet

İnsanlığın Muhtaç Olduğu Adalet İslamiyet’i, kendilerine ezeli düşman gören Batı için, tarihin şeref levhasına geçmiş ibretlik bir hadise okuyalım bugün... Şam’ın fethinde, Hâlid bin Velîd Radiyallahü Anh hazretleri, şehrin bir tarafından girdi. Kendisine karşı konulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu. Hedefi, o zaman şehrin en büyük kilisesi olan, şimdiki "Emevî Camii" idi. Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh Radiyallahü Anh hazretlerinin komutasındaki askerler yol alıyordu. Fakat, burada halk kendisine karşı koymuyordu. Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı. Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi. Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun sembolü olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı. İstanbul’un fethinde olduğu gibi. Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler. Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşı

Boş Duranı Allah’ü Teâlâ Sevmez

Boş Duranı Allah’ü Teâlâ Sevmez Çalışmak ibadettir. Çalışan Allah’ın dostudur. Boş durmamalı. Onun dostu olmak, rızasını kazanmak için yılmadan yorulmadan çalışmalı... Bir gün, Peygamber efendimiz Aleyhisselâm, bir yerden geçerken, “Boş duran birine” selâm vermedi. Dönünce aynı adama selâm verdi. Eshâb-ı Kirâm aleyhimürrıdvân, şaşırıp: “Geçerken aynı adama selâm vermediniz, dönerken aynı adama niye selâm verdiniz!” diye hikmetini sordular. Buyurdu ki: “O adam giderken hiçbir iş yapmıyordu. Boş duranı Allah’ü Teâlâ sevmez. Allah’ü Teâlâ’ın sevmediğine ben niye selâm vereyim? Dönerken ise bir çöple olsa bile yeri karıştırıyordu. Yani bir şeyler yapıyordu. Onun için selâm verdim.” Buyurdular.

Allah’ü Teâlâ İçin Dost Edinmek

Allah’ü Teâlâ İçin Dost Edinmek Allah’ü Teâlâ Mûsâ Aleyhisselama sorar: -Ya Mûsâ benim için bir amel işledin mi? ... Mûsâ Aleyhisselam: -Ya Rab, senin rızan için namaz kıldım. Oruç tuttum. Sadaka ve zekât verdim. Allah’ü Teâlâ buyurur: -Bütün bu ibadetler senin içindir, namaz kıldın, sana burhandır; oruç tuttun sana cehennemden siperdir, sadaka gölge, zekât ise nurdur. Bunların hepsi sana, benim için ne yaptın? Hazreti Mûsâ: -Allah’ım! o halde senin rızan için olacak bir ameli bana bildir. Allah’ü Teâlâ hazretleri buyurur: -Ya Mûsâ! Benim için dost ve yine benim için düşman edindin mi? Allah’ü Teâlâ için sevdiği kardeşliğini ziyarete giden kimsenin yoluna Allah’ü Teâlâ bir melek gönderir. Melek: Nereye gidiyorsun? Adam: Falan kardeşimin ziyaretine gidiyorum. Melek: Onunla görülecek bir işiniz mi var? Adam: Hayır. Melek: O adamla hısım ve akrabalığınız mı var? Adam: Hayır. Melek: Yoksa onun sende bir şeyi mi var?

Sermayesi Eriyen Adama Acıyın

Sermayesi Eriyen Adama Acıyın Bir veli pazara gider. Pazarda pazarcı malını satmak için şöyle bağırıyor: —Sermayesi eriyen adama acıyın! Bu sözü duyan veli düşer bayılır. Onu görenler hemen koşar yanına gelir ve ayılması için elini yüzünü ıslatırlar. Bir müddet sonra kendine gelir. Etrafında toplanan meraklı kalabalık dayanamayıp sorar: — Efendim, size ne oldu böyle, bir rahatsızlığınız mı var? Ansızın düşüp bayıldınız. Sizi böyle görünce bizlerde üzüldük ve de merak ettik bu halinizi. Mahsuru yoksa bizimle paylaşır mısınız sizi bu hale düşüren nedir? — Evladım, az önce buz satan kardeşinizin sözü beni çok etkiledi. O malını satmak için kullandığı cümleler beynime balyoz gibi indi. Ayakta duracak dermanım kalmadı. Yığılıp kalmışım. O, “Sermayesi eriyen adama acıyın.” dediğinde ben de kendimi düşündüm. Her gün ömür sermayem eriyip gidiyor. Bir daha telafisi olamayacak. En önemli sermayemi verimli kullanamazsam halim nice olur? Nefsimin serkeşliği beni korkutuyor. Rabb

Çocuğumuza İyi Bak

Çocuğumuza İyi Bak Öğretmen bir gün denizin ortasında batmak üzere olan bir geminin hikâyesini sınıfta öğrencileriyle paylaşır. Gemideki çift cankurtaran botunun yanına kadar gelir ve sadece bir kişilik yer olduğunu görür. Hikâyenin gerçekliği hakkında tamamen emin olmasam da, hepimizin hikâyeden ders çıkaracağını zannediyorum. Öğretmen, hikâyeyi anlatmaya başlar. Gemi, denizin ortasında aniden batmaya başlar. Gemideki bir çift cankurtaran botuna yaklaşırken sadece bir kişilik yer kaldığını görür. O an adam, karısını geride bırakır ve bota atlar. Batmak üzere olan gemideki kadın eşine bakar ve son cümlesi şu olur. Öğretmen bir an durur ve öğrencilerine, “Sizce kadın, kocasına ne demiş olabilir?” diye sorar. Öğrencilerinin çoğu: “Senden nefret ediyorum. Nankör herif!” demiştir diye cevap verir. Öğretmen, köşede sessizce oturan bir çocuk görür ve aynı soruyu ona da sorar. Çocuk, “Öğretmenim bence ‘Çocuğumuza iyi bak demiştir'” diye cevap verir. Öğretmen şaşırarak çocuğa

Ahlâki Erozyon: Flört

Ahlâki Erozyon: Flört Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular: “Bir kadınla bir erkek bir yerde baş başa kaldıklarında üçüncüsü şeytandır.” (İbn-i Hanbel, Müsned, I, 227; III, 339) “Flört” , bize Batıdan geldi, kanser gibi bizi de sardı. Batı’da daha önce bu beraberliklere şöyle bir bakış açısı vardı: “Evlilik öncesinde fertlerin birbirlerini tanımalarını sağlayan, olgunlaşmada bir basamak olan, bir çeşit duygusal ilişki... Gençlerimizin flörtle aradıkları sevgi huzur ve mutluluk, nikâh çatısı altında en güzel şekliyle gerçekleşiyor. Hangi yollarla gerçek mutluluğa varılacağını, Yaratan mı bilir, yoksa sınırlı görüş açısına sahip insan mı?  Sınırsız merhamet sahibi Rabbimiz, insanın her türlü ihtiyacını bilerek fıtratına uygun bir hayat tarzı olan dinimizi göndermiştir. Nikâh çatısı altında da muhabbet meylinin tatmini sağlanmıştır. Bunu, Alla

Yoldaki Kutlu Gün

Yoldaki Kutlu Gün Gün gelecek… Güneşin doğup battığı mekânlarda, Ve küfrün çığlık attığı mekânlarda, Bizim türkülerimiz okunacak… Gün gelecek… Tomurcuklar taşacak kılıfından, Ve kılıçlar sıyrılacak kınından, Edepsizler edebini takınacak… Gün gelecek… Ne zalimler kalacak ne zulüm, Ve o gün yoldadır gülüm, Hak ayağa yekinecek… Gün gelecek… İnsanlar yiyecek ayılar bakınacak, Eğriler doğrulardan sakınacak, Gönül kilimleri adalet üzre dokunacak, Namusluların yakındığı kadar da Namussuzlar yakınacak… Abdurrahim KARAKOÇ

Açık Mektup-2

Açık Mektup-2 Doktorsuz, ilaçsız bir dağ köyünde Siz sancı ne bilebilir misiniz? Yirmi beş yaşında bayram gününde Siz açlıktan ölebilir misiniz? *** Boz ekmeğe katık edip soğanı, Ve içerek üzerinden ayranı, Temmuz ortasında öğle zamanı Siz mercimek yolabilir misiniz? *** Okunurken şu mübarek ezanlar, Kelle çekip İslamlığa kızanlar, Ey haksızlık kitabını yazanlar Siz hak nerde bulabilir misiniz? *** Size göre, mezar yokluk kapısı; Bize göre ebedilik tapusu Öte dursun sebeplerin hepisi; Siz ölürken gülebilir misiniz? *** Üstümüzde bulut bir öfke, bir kin; Görmedik şavkını tekniğin, ilmin, Ezildik altında baskının, zulmün; Siz... Çağırsak gelebilir misiniz? Abdurrahim KARAKOÇ

Babadan Gelin Kızına Öğütler

Babadan Gelin Kızına Öğütler Gelin arabasında âdeta cenaze havası vardı. Gelin ve damadın ikisi de bir karış suratla, hiç konuşmadan oturuyorlardı. Düğün az önce bitmiş, evlerine gidiyorlardı. Arabaya oturana kadar düğünde ikisi de zoraki gülümsemişlerdi. Artık bütün enerjileri bitmişti. Oysa bu günü ne çok beklemişlerdi… İki yıl olmuştu tanışmalarına. Çok sevmişlerdi birbirlerini. Düğün günü ömrünün en mutlu günü olacak diye düşünmüştü Mehlika. Bu yüzden bugünü burnundan getiren kayınvalidesini bir kaşık suda boğmak istiyordu. Kayınvalidesi hiç kimseyi dinlememiş, ucuza gelsin diye kendi istediği düğün salonunu tutmuştu. Salon davetlilere küçük gelmiş, ayakta kalanlar olmuştu. Mehlika ve annesi “Ele güne mahcup olduk!” diye çok fena sinirlenmişlerdi. Mehlika düğün boyunca söylenmese Abdullah için bir problem yoktu. Anne babası aksaklıkları gidermek için uğraşıyorlardı. Ayakta kalanlara sandalye ve masa ayarlamaya çalışıyorlardı. Düğün bittiğinde Mehlika salonda anne

Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh Gıybetçiyi Nasıl Susturdu?

Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh Gıybetçiyi Nasıl Susturdu? Hasen-i Basrî Rahmetullahi Aleyh’e bir kimse, “Filanca senin hakkında kötü söylüyor!”  deyince, “Sen onu nerede gördün?”  buyurdu. O da, “Evinde gördüm!”  deyince, “Orada ne yapıyordun?”  diye sordu. O kimse, “Orada misafirdim!”  diye cevap verdi. “Misâfirlikte ne yediniz?”  O kimse yediklerini söyledi. Bunun üzerine Hasen-i Basrî Rahmetullahi Aleyh, “Ey nâmerd! Bu kadar yemeği karnında sakladın da, bir sözü saklayamadın. Doğru söylüyorsan, benim onunla dört işim vardır. 1. Dilimle ondan şikâyet etmem. 2. Kalbimden ona kin tutmam. 3. Dünyâ ile ona mükâfat vermem. 4. Kıyâmette ona hasım olmam, hak talep etmem. Belki onsuz Cennete girmem. Kalk ey fâsık! Getirdiğini geri götür. Çünkü getiren, götürücü olur, yani söz getiren, söz götürücü olur!”  buyurdu. (Alıntı)

Sabır

Sabır İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attılar, yakmak istediler, kendi öz ve biricik evladını kurban etmesi ile emir olundu. Bu çok ağır bir imtihan idi... Dense idi ki; “Birine kestir!” veya “Dağdan yuvarla, parçalansın!”, yine bir derece kolaydı. Emir: "Kendi ellerinle keseceksin!" şeklindeydi... Yakup Aleyhisselam en çok sevdiği ve en mübarek evladı Yusuf Aleyhisselamdan ayrı düştü. Bu hasretle o kadar gözyaşı döktü ki mübarek gözleri kapandı... Musa Aleyhisselamın Firavun'dan çektikleri malum; memleketinden çıkarılışı, yıllarca gurbette çobanlık yapması... Eyyûb Aleyhisselamın hastalığı ve gösterdiği sabır dillere destandır. Kendisine iman eden birkaç kişi tekrar mürted oldular. "Peygamber olsaydı bunlar başına gelmezdi!" dediler. Hanımı yalnız kalmıştı, bir gün kendisine dedi ki: "Sen Allah'ın resûlüsün, dua edersen kabul eder; bir dua etsen, sen de kurtulursun bu sıkıntıdan biz de..." O da hanımına sordu: "Kaç

Hz. Hızır Aleyhisselâm’ı Görmek İsteyen Kadın

Hz. Hı zır  Aleyhisselâm ’ı Görmek İsteyen Kadın Sultan II. Mahmud Han zamanında yaşlı bir kadıncağız duymuş ki, Hazreti Hızır her gün yatsı namazında, Yeni Câmî'de görülürmüş. Kendisi de zâten Hızır Aleyhisselâm'ı görmeyi öteden beri çok istermiş. Duyduğu söz üstüne ertesi gün kocasına durumu bildirip, ondan izin alarak yatsı namazına Yeni Câmî'ye gitmiş. Namaz çıkışında, avluda bir kenara çekilmiş ve başlamış çıkanlara dikkatli dikkatli bakmaya. O pür dikkat çıkanları tâkip ederken, karşısından bir yaşlı amca çıkagelmiş. -Neye bakarsın hâtun? -Dediler ki, bu câmîde her gece Hızır Aleyhisselâm görünürmüş. Onu görmeye geldim. -Peki onu görsen nasıl tanıyacaksın? -Bilmem. -O zaman buradan geçse, sen onu tanıyamazsın. -Doğru, nasıl da akıl edemedim. -Bak öyleyse, sana onu nasıl tanıyacağını öğreteyim. -Olur -Arkamdaki câmîyi görüyor musun? -Evet -Işıklarına bak. Söndü mü şimdi? -A evet, söndü. -Şimdi bir daha bak, ışık