Kayıtlar

En Aziz Varlığımız!

En Aziz Varlığımız! Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurât, 7) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Sizden önceki çağlarda nice yiğit Müslümanlar büyük çileler çektiler: Kafirler onları çukurlara gömdüler; vücutlarını testereyle ikiye biçtiler; bedenlerini demir tarakla taradılar; etlerini parça parça ettiler; butün bu zulümlere rağmen onlar dinlerinden dönmediler.” (Buhârî, Menâkıb 25, Menâkıbü’l-Ensar 29, İkrâh 1; Ebû Dâvûd, Cihâd 107; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 109) Dinimiz en aziz varlığımız, dünya ve âhiretteki en değerli sermayemizdir. Onu korumak, onu yaşamak, ve yaşatmak için gerektiğinde her sıkıntıyı göze almalıyız. Bu dünyaya imtihan olmak için geldik. Dünyadaki her şeyin fâni olduğunu gördük. Sadece Allah’ı

Zarif Gönüller

Zarif Gönüller Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında, (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (Furkân, 63) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik yapabilmektedir.” (Tirmizî, Birr, 63) Hz. Mevlânâ şöyle ifâde buyurur: “İnsanı inciten kişinin, Allâh’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir.” “Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden, Hakk’ın velîlerini hor görmek, onları incitmek istiyoruz.” “İbtilâ, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki başkalarını da yaralar ve incitir.” “Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.”

Muhabbete Lâyık Bir Gülşen

Muhabbete Lâyık Bir Gülşen Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisâ, 19) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Mü’minlerin îman bakımından en mükemmeli, ahlâkı en iyi olanıdır. Sizin en hayırlılarınız da, kadınlarına karşı ahlâken en hayırlı olanlarınızdır.” (Tirmizî, Radâ, 11/1162) Hz. Peygamber (sav)’in kadınlara olan nezâketine âit şu misâl ne güzeldir: Bir seyâhette Enceşe adlı bir hizmetçi şarkı söyleyerek develeri hızlandırdı. Hz. Peygamber (sav) de, hızlanan develer üstündeki hanımların zayıf vücûdları incinebilir düşüncesiyle, zarîf bir teşbîhte bulunarak: “Yâ Enceşe! Dikkat et, camlar kırılmasın!” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 95; Ahmed, III, 117) H

Işığı Görmek

Işığı Görmek 4 Temmuz 1952 günü 34 yaşında bir kadın, Pasifik Okyanusu’na dalarak, Catalina adasından, 21 mil batıda kalan Kaliforniya’ya doğru yüzmeye başladı. Eğer başarılı olursa, bunu yapan ilk kadın olacaktı. Adı Florance Chadwick olan bu yüzücü, Manş Denizi’ni her iki yönde geçen ilk kadındı. O sabah su, vücudu uyuşturacak kadar soğuktu ve sis o kadar yoğundu ki, beraberindeki tekneleri güçlükle seçebiliyordu. Milyonlarca insan televizyonlarından onu izliyordu, köpekbalıkları ve dondurucu soğuğun etkisini hiçe sayarak 15 saat yüzdü. Yakındaki bir teknede bulunan annesi ve antrenörü, karaya çok yaklaştığını ve devam etmesini söyledilerse de o, kendisini sudan çıkarmalarını istedi. Azimli yüzücü, Kaliforniya kıyısına yarım mil kala sudan çıkışının nedenini şöyle açıkladı: “Karayı görebilseydim başarabilirdim! Vazgeçmesinin nedeni ne yorgunluk, ne de soğuktu... Tek neden, sis yüzünden karayı görememekti.” www.ogretmenlik.com

Fırındaki Kaz

Fırındaki Kaz Birinci Perde  Hikâyeyi dost meclisinde Ali Coşkun anlattı... Eski TOBB Başkanı... Eski milletvekili... Eski bakan. "Fi" tarihinde... Adamın biri kaz almış. Fırıncıya götürmüş: Bunu kes... Temizle... İçini doldur... Fırında pişir...  Saat kaçta gelip alayım? İkindi vakti gel... Kaz, nar gibi kızarır. İkinci Perde Fırıncı ile Hâkim  Fırıncı kazı pişirmiş... Tezgâhın üstüne koymuş. Bu sıra... Kadı Efendi (Hâkim Bey) fırının önünden geçiyormuş... Kazı görmüş: Fırıncı ben bu kazı aldım.  Ama sahibi var Kadı Efendi.  Neee?... İtiraz mı ediyorsun?... Şimdi fırınını kapatır, seni de içeri atarım ha!  Aman elini ayağını öpeyim Kadı Efendi... Buyurun, kaz sizindir. Üçüncü Perde Kaz Uçtu  Biraz sonra kazın sahibi gelmiş: - Fırıncı kazı pişirdin mi?.. Ver bakalım.  Kaz uçtu... Gitti.  Nasıl uçtu?... Kesmedin mi?... Pişirmedin mi?  Kestim, pişirdim ama...  Uçuverdi.  Adam fırının küreğini kaptığı gibi, fırıncının

Fırıncı Mehmet Ağa

Fırıncı Mehmet Ağa Fırıncı Mehmet Ağa, dedemi ziyaret etmek için Dörtyol’dan trene biner. Sarayönü’nde iner. Oradan Lâdik’e gelmek için -o zaman çok yoktu zaten- bir vasıta bulamaz. Bu sırada merkebi olan delikanlı bir Lâdikliye rast gelir. Tanıştıktan sonra beraber gelmek için Lâdik’e yönelirler. Sırayla eşeğe binerek nihayet Lâdik kabristanına kadar gelirler. Mehmet Ağa, delikanlıya -“Ben şimdi kabirdekilere duâ edeceğim. Sen de âmin diyesin” der ve ellerini kaldırır. Delikanlı ise eşeğin yularından çok sıkı tutuyor ve kaçırırım diye çok korktuğu için duâya ellerini kaldırmıyor. Mehmet Ağa: —Evladım, eşeğe eziyet etme, bırak yularını hayvan serbest kalsın, deyince çocuk: —Nasıl bırakayım amca! Bu hayvan çok huysuz, hemen kaçar. Babam da beni çok döver, der. Mehmet ağa ise: —Hele sen bırak, sözümü dinle, deyince çocuk eşeğin yularını bırakır. Ancak huysuz eşek kaçıp fırlayacağı yerde yönünü kabristana doğru döner, kulaklarını diker ve dua yapılıp bitinceye kadar hi

İsraf

İsraf “Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allâh isrâf edenleri sevmez.”  (A'râf Suresi 7/31)  Yemek yemekten maksat, zevk ve lezzet alarak nefsin boyunduruğu altına girmek değil, Allâh'a kulluk ve ibâdete güç kazanmak olmalıdır. Yani yemek bizzat gâye değil, hedefe giden yolda bir vâsıta olarak görülmelidir. Yeme ve içmede tehlikeli olan şey, tokluk sebebiyle günâha düşmektir.    Ey îmân edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin! Eğer sâdece Allâh'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin!”  (Bakara Suresi 2/172) Bir Hadis-i Şerif'te ise şöyle buyurulur; Canının çektiği ve arzu ettiğin her şeyi yemen, şüphesiz israftır!”  (İbn-i Mâce, Et‘ime, 51) Peygamberimiz (s.a.v)'ce buyrularak böyle bir hareket, ölçüsüzlük olarak telâkki edilmiştir. Allâh dostlarına göre ise şeriatte doyduktan sonra yemek israf, tarîkatte doyuncaya kadar yemek israf, hakîkatte de Allâh'ın huzûrunda olduğunu unutarak yemek israftır.   Âyet-i kerîme

Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda 10 Adım

Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda 10 Adım Süfyan-ı Sevri der ki: “İman, bir dileme veya -mış gibi yapma değil, kalbe yerleşmiş olan ve amellerle ispatlanmış olandır.” Samimi bir müminin kalbi yanan bir kor gibidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Birinizin içinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyin.” (Hakim- Mustedrik; Taberani- Mu’cem) Mümin kalbi bazen günah bulutları altında ona ezilmiş hissedebilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu şöyle ifade eder: “Kalblerde ayın bulutu gibi bulut vardır. Bulut kalkınca ay nasıl parlarsa ve bulut galib gelince ay nasıl kararırsa, kalb de öyledir.” (Ramuz 382/10. Ravi: Hz. Ali (r.a.)) Demek ki müminin kalbi bazen nurunu gizleyen bulutlarla kaplanabilir ve karanlıklar ve yalnızlıklar içinde kalabilir. Fakat kişi imanını artırmaya gayret eder ve Allah’ın yardımını ararsa, o bulut onu terk eder ve gönlündeki nur yeniden parıld

Fırında Ölümü Bekleyiş

Fırında Ölümü Bekleyiş Hikmet, belediyeye ait ekmek fabrikasında çalışan bir isçiydi. İşine çok dikkat eder, vazifesini ihmal etmemeye çalışır, kazancının helal olmasını isterdi. Fabrikayı hemen her aksam en geç o terk ederdi. Belediyenin ekmeği biraz daha ucuz olduğu için halk çok bu ekmeğe çok rağbet ediyordu. Kocaman fırının içini ara sıra temizlemek gerekir, onu da genellikle Hikmet yapardı. Ramazan bayramının son günüydü. Ertesi gün ekmek çıkarılacaktı. Hikmet, temizlik yapmak için fabrikaya gitti. İçeriye girip dış kapıyı kapattı. Işıkları yaktı ve fırının kapağını açıp içerisine girdi. Gerekli temizliği yaptıktan sonra evine gidecekti. Sabaha karşı dörde doğru gelen isçiler de, gelir gelmez elektrikle çalışan fırının düğmelerini açacak, onlar hamuru yoğurup ekmekleri hazır edene kadar da fırın güzelce ısınmış olacaktı. Hikmet temizliğe dalıp gitmişti. Bir taraftan da kendi yakıştırdığı şeyleri mırıldanıyordu. Tam o saatlerde fırının genç ustalarından olan Cengiz

Kötü Komşu

Kötü Komşu Biri, Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem'ın huzuruna geldi ve - Bana eziyet ederek huzurumu bozuyor' diye komşusunu şikayet etti. Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem: - Tahammül et ve komşunun gürültü patırtısına aldırma, belki gidişatını değiştirir, buyurdu. Bir müddet sonra ikinci defa gelerek şikayet etti. Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem bu kez de tahammül et buyurdu. Üçüncü defa geldi. Ve - Ya Resulallah, benim bu komşum gidişatını düzeltmiyor, beni ve ailemi rahatsız etmek için gerekenlerin hepsini yapıyor' dedi. Resul-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem bu defa ona - Cuma günü, ev eşyalarını dışarı çıkar, yoldan gelip geçen halk görsün. Halk, sana 'niçin ev eşyalarını buraya döktün?' diye soracaktır. 'Kötü komşunun elinden' diyerek şikâyetini bütün halka söyle. Şikayetçi aynısını yaptı, eziyet eden komşu ise peygamber daima tahammül et diyecek diye, hayal ediyordu. Halbuki zülmün def edilmesi huk

Bir İş Allah Rızası İçin! Olursa…

“Bir İş Allah Rızası İçin!” Olursa… Odunculukla hayatını kazanan bir zat vardı. Allah'a karşı kulluk" vazifesini yapar, kimsenin ekşisine tatlısına karışmazdı. Bu zahit kişinin bulunduğu köyün yakınında bir köy daha vardı, onlar da dağda kutsal diye kabul ettikleri bir ağaca taparlar, ondan meded beklerlerdi. Oduncu, bir gün: «Şunların Allah diye taptıkları ağacı kesip odun edeyim, pazarda satarak ekmek parası kazanırım; hem de, bir kavmi Allah'a isyandan kurtarmış olurum» diye düşünerek Allah rızası için ağacı kesmeye karar verdi. Dağa doğru giderken karşısına acaip suratlı pis bir adam çıkarak nereye gittiğini sordu. Oduncu: - Halkın Allah diye taparak Allah'a isyan ettikleri ağacı kesmeye gidiyorum, dedi. Adam, oduncuya: - Ben şeytanım... O ağacı kesmene müsaade etmiyorum, deyince zahit oduncu, şeytana çok kızmıştı. Öldürmek için hücum ederek yere yatırdı ve üzerine oturup hançerini boğazına dayadı.  Şeytan zahide: - Ey zahid, sen b

Padişahı Cennete Sokmayacağım

Padişahı Cennete Sokmayacağım Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemişti. Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kavuruyordu. Yolu bir mescide düştü. İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu. Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu. Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikâyet ediyordu: - Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım. Öteki merakla sordu: - Onu niçin cennete sokmayacakmışsın? - Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi. Gülüştüler. Padişah kölesine: - Bu mescidi ve adamları unutma! Dedi. Saraya dönünce mescide

Gaddar Değil Cesur Olalım

Gaddar Değil Cesur Olalım Bir yaz günü çocuklar dere kenarında oynuyorlardı. İçlerinde Gazanfer adında biri vardı. Hayvanlara yaptığı işkenceler yüzünden çocuklar ona Gaddar lakabını takmışlardı. Gazanfer daha yeni ve canlı bir oyun oynanmasını istiyor fakat teklif edilen oyunların hiç birini beğenmiyordu. Kendisi gibi düşünen iki üç arkadaşını bir köşeye çekti. Onlarla baş başa vererek konuştuktan sonra, eğlenceli bir oyun bulduklarını söyledi. Diğer çocuklar bu yeni oyunu merak ediyorlardı. Yeni ve kötü oyun: Gazanfer ve arkadaşları kasabaya yeni taşındıkları için henüz yüzmeyi bilmeyen Ali‘nin yanına sinsice yaklaştılar. Sonra zavallıyı kolundan, bacağından yakalayarak dereye fırlattılar. Büyük bir paniğe kapılan Ali, kulaç atmak için bir iki defa çırpındı fakat yüzemedi. Suya batıp çıkmaya başladı. 0 imdat diye bağırıp çırpındıkça Gazanfer ve arkadaşları kahkahalarla gülüyorlardı. Cesur çocuk İsmail Çocuklardan biri çabucak soyunmaya başladı. Bu İsmail idi. Cesu

Susamış Adam ve Su

Susamış Adam ve Su Adamın biri dere kenarında yüksek bir duvar üzerinde bulunuyordu. Güneşin altında çok çalışmış, susuz ve yorgun düşmüştü. Aşağıya inme imkanı da yok gibiydi. Birdenbire suya bir kerpiç parçası attı. Kerpiç "comp" diye suyun içine düştü. Bu ses, adamın çok hoşuna gitti. Susuzluğun tesiri, suya düşen kerpiçlerin sesi adamı peşpeşe kerpiçler atmaya sevk etti. Su dile geldi: - "Heey! Bana baksana sen. Bana böyle kerpiç atıp durmaktan sana ne fayda var?" dedi. Susamış adam: - Ey iki cihan azizi su! Bilesin ki, bu atıştan benim için iki fayda vardır. O yüzden ben bu işten katiyen vazgeçmem." dedi. Su merak etti: - "Nedir bunlar?" Susamış adam: - "Birinci faydası, su sesi işitmek insanı dinlendiriyor, sevinç veriyor, ikincisi ise, kopardığım her kerpiç ile duvar açılıyor, ben de o nispette sana yaklaşıyorum" dedi. Öğütler: Duvar, insanoğlundaki benlik ve enaniyet, Kerpiç ise, secde etmek anlamına geliyor

Hasta Ziyareti

Hasta Ziyareti Komşuluk ilişkilerine ve insanlığa önem veren bir zat, tanıdığı bir sağıra, komşusunun hasta olduğunu haber verdi. Bunun üzerine o sağır, komşusunun hatırın sorması gerektiğini, fakat bu sağır kulakla nasıl yapacağını düşündü. Kendi kendine, ''İnsan hasta olunca sesi de zayıflar. Komşudur gitmek lâzım. Fakat, söylediklerini bu kulakla duymam mümkün değil. En iyisi dudakları kıpırdayınca söylediklerini tahmin eder, ona göre konuşurum'' dedi. Ziyarete gittiğinde komşusuyla arasında şöyle bir konuşma geçebileceğini düşünerek, hazırlık yaptı. ''Ey benim dertli komşum! Nasılsın?'' derim. O da bana, ''İyiyim, hoşum'' der. Ben, ''Allah'a şükürler olsun'' derim. Sonra ne tür yemekler yediğini sorarım. O da herhalde bana, ''Şerbet içtim veya mercimek çorbası yedim'' der. Ben de, ''Afiyet olsun'' dedikten sonra, tedavi için hangi doktorun geldiğini sorarım. O,