Kayıtlar

Başarı, Azim ve Sabır

Başarı, Azim ve Sabır Başarı, azim ve sabır üzerine tarihteki ünlü kişilerin hayatlarından ders verici örnekler ve başarılı olmanın kuralları: 1. Çok çalışın! Meşhur âlimlerden biri, insanın maddî manevî her konuda başarılı olmasını çalışmaya bağlar ve şöyle derdi: -Suyu düşünmek, susuzluğu gidermez. Odunu düşünmek, insanı ısıtmaz. Bu misaller gibi, insanın bir şeyi sadece düşünmesi ve istemesi de, insanı hedefine ulaştırmaz. Başarı için, çok gayret, çok çalışmak ve uyulması gerekli tüm şartlara riayet etmek lâzımdır. Amerika’nın en büyük işadamlarından Çelik Kralı Andrew Carnegie, New York’ta bir kolejde yaptığı konuşmada, gençlere şu öğüdü vermişti: -Gençleri çeşitli sınıflara ayırabiliriz. Vazifelerini yapanlar vardır. Vazifelerini yaptıklarını iddia edenler vardır. Üçüncü bir grup daha vardır ki, onlar vazifelerini yaptıktan sonra, biraz daha fazlasını yapmak için çalışırlar. Hayatta büyük başarı elde edenler, işte bu gruptaki gençlerdir. Sadece kendine verilen

Allah’ü Teâlâ En Çok Kimi Sever

Allah’ü Teâlâ En Çok Kimi Sever Sual: Allah (cc) Kimleri Sever? Cevap: Dinin emirlerini yapıp yasaklarından kaçan Müslümanları sever. Hubb-i fillah ve buğd-i fillah üzere olanları sever. Her işi ihlâsla yapan Müslümanları sever. Bir hadis-i şerif meali: ALLAHü teâlâ buyuruyor ki: -“Benim için birbirlerini sevenleri, benim için oturup sohbet edenleri, benim için mal ve canını birbirlerine feda edenleri ve benim için birbirlerini ziyaret eden Müslümanları sevmemi vacib kıldım. [Taberani] Sual: Ne yaparsak ALLAH bizden razı olur? Cevap: İsrailoğulları benzer bir suali Musa aleyhisselama sual etmişlerdir. Allah’ü Teâlâ, Onlar benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum! Buyurdu. Yani başına gelen belalara katlanmak, Ona buna şikâyet etmemek, Allah’tan gelen her şeye razı olmaktır. Musa aleyhisselam; -“Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?” diye sual etti. Allah’ü Teâlâ; -“Bir kul, benden hayırlısını isteyip Ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza g

Bir Tokada Çiçek Tarlası Satılır mı?

Bir Tokada Çiçek Tarlası Satılır mı? Zengin bir adamın haylaz bir oğlu varmış. Ceplerini parayla doldurur, eve köye uğramaz, akşama kadar serseri bir arkadaş gurubuna takılır, içki kumar nerede kötülük varsa onların peşinden koşarmış. Temiz kalpli baba çok üzülür ne kadar nasihat ederse de dinletemezmiş. Haylaz oğlu arkadaşlarına toz kondurmaz; -“Baba benim başım derde bile girse canım arkadaşlarım beni kurtarır, onlar benim yoluma ölüyor!” dermiş. Artık babasının canına tak etmiş. Üzüntüden yataklara düşmüş. Bir gün; -“Oğlum senin kaç arkadaşın var?” demiş. Oğlu; -“Babacığım çok fazla; onlarca, yüzlerce…” Babası da; -“İşe yaramadıktan sonra; milyon olsa neye yarar? Benim bir arkadaşım var, dünyalara bedel!” demiş. Oğlu gülerek; -“Babacığım bu yaşa gelmişsin, sadece bir arkadaş mı? Diye alay etmiş. Babası; -“Hakiki dost olsun da bir tane olsa da yeter!” Dedikten sonra; -“Bak oğlum, senin arkadaşların mı iyi, benim arkadaşlarım mı daha iyi?” “Deneyelim! Demi

Aklını Başına Al!

Resim
Aklını Başına Al! Pişman olacağın, dizlerini döveceğin o gün gelmeden aklını başına al... Anne karnındaki bebeğin ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı vardır. Bütün azaları tam tekmil verilmiştir. Hâlbuki bunların hiçbirine ana rahminde lüzum yoktur. Orada çocuk, gıdasını göbeğinden annesine bağlı bir hortumla almaktadır. Simdi bu çocuk: - Ya Rabbi, şu hortum bana yetmektedir. Peki, şu ağza, su göze, şu kulağa, şu ele, şu ayağa ne lüzum var. Bunların tamamı hiç bir işe yaramamaktadır? Dese... Herhalde şöyle bir cevap alacaktır: - Acele etme ey kul! Sen kısa bir müddet sonra öyle bir âleme gideceksin ki burada 'her şeyim' dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın ağız, göz, kulak gibi şeylerde en lüzumlu azaların durumuna gelecek. O çocuk bu gerçeklere akıl sır erdiremese ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse, hakikaten ana rahminde her şeyi demek olan hortumun işe yaramadığını, onu doğurtan doktor

Birbirini Çok Seven İki Kardeş

Birbirini Çok Seven İki Kardeş Vaktiyle Birbirini Çok Seven İki Kardeş varmış. Büyüğü Halil. Küçüğü ise İbrahim… Halil, evli çocuklu, İbrahim ise bekârmış... Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin… Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş. Bununla geçinip giderlermiş... Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar. İş kalmış taşımaya. Halil, bir teklif yapmış. İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle. Peki, abi demiş İbrahim... Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim: -Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine Böyle demiş ve Kendi payından bir miktar atmış onunkine... Az sonra Halil çıkagelmiş. Haydi İbrahim. Demiş önce sen doldur da taşı ambara. -Peki abi! İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. O gidince, Halil düşünür bu defa: Der ki: -Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Böyle düşüner

Paylaşılmayan Mal Mundardır

Paylaşılmayan Mal Mundardır.             Paylaşmanın Hakkını Vermek Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir." (Âl-i İmran, 92) Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 92) Vaktiyle Kalaycı Dede adında bir âlim zat yaşarmış. Şehrin arif şahsiyeti ve akıl hocasıymış. İsminden de anlaşılacağı üzere kalaycılıkla uğraşır, yalnızca günlük ihtiyacını karşılayacak kadar kazanır ve sonra ibadete çekilirmiş. İkindi üzeri şehrin çarşısına iner; ihtiyaçlarını alır, insanlarla ve esnafla sohbet eder ve onlara güzel öğütler verirmiş. Mahir elleriyle kapları kalayladığı gibi sözleriyle de insanların ruhunda bir aydınlık, ferahlık sağlarmış. Kalaycı Dede kimden alışveriş ederse, o günün gözde dükkânı o olur, halkta o dükkânı tercih edermiş. Dükkân sahipleriyse, O, dükkâna girince hem âlim bir zatın

Sabır ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyin

Sabır ve Namazla Allah’tan Yardım İsteyin Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin. Doğrusu Allah, sabredenlerle beraberdir Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar. Vali dedi ki: – Hepsini hapsedin! Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:  “Ya Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye dua etti. Vali uyurken rüyasında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rekât namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun ahı olduğunu anladı. Vali hemen hapishane

Hırsız Evliya – Yahya Efendi

Hırsız Evliya – Yahya Efendi Ortaköy Rumlarının gönüllerini İslam’a çelip çaldığı için Hırsız Aziz, (Hırsız Evliya) derlermiş Rumlar Yahya Efendi’ye. Kosta adında bir Rum Kaptan varmış, şarapçılık yaparmış, çok da içtiği için ayık anı olmazmış. Ama Yahya Efendi’yi nerde görse, eline kapanırmış. Yahya Efendi de sırtını sıvazlayarak. – Kastın ne Kosta? Niye harap ediyorsun kendini bu kadar? Der gönüllermiş. Bir böyle, iki böyle derken bir gün Marmara Adalarının birinden Ortaköy’e şarap taşırken deniz kabarmaya, dalgalar teknesini tokatlamaya başlamış. Derken fırtına kasırgaya, kasırga kıyamete dönüşmeye başlayınca, kabaran, köpüren, taşan rahmet deryasında sırılsıklam olan Kosta, riyasız bir gönülle, içten içe, dıştan dışa, resmen de alenen de hep sevip saydığı Yahya Efendi’ye yönelerek: – Elimden tut Aziz Yahya, çek sahile beni, sana bir küp şarabım var, hepsi feda olsun sana… Diye içten içe yana göynüye Ortaköy’e ulaşınca, Kosta’yı sevenlerden birisi: – Geçmiş olsun

İslâm düşmanı Ebu Cehil’in Oğlu

İslâm düşmanı Ebu Cehil’in Oğlu Rasul– i Ekrem Sallalahü Aleyhi Vesellem’in Mekke’yi fethettiği gün, İslâm düşmanı Ebu Cehil’in idam fermanı verilmiş oğlu İkrime, ölüm korkusuyla kaçıp Yemen tarafına gitmişti. Onun eşi Ümmi Hakîm ise Müslüman olmuş ve İkrime’nin bağışlanmasını Rasulullah’tan istirham etmişti. Allah Rasulü Sallalahü Aleyhi Vesellem, İkrime için güvenlik garantisi verince, hanımı Ümmi Hâkim onu aramaya çıktı. Tihâme sahillerinde deniz yolculuğu sırası Müslüman bir kaptanla görüşmekte olan İkrime’yi buldu. Kaptan ona diyor ki: – Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasulullah de, canını kurtarıver! İkrime şu karşılığı veriyordu: – Ben de zaten bunun için kaçıyorum… O sırada İkrime’nin karısı ortaya çıkarak şu haberi verdi: – Ben insanların en iyisi ve en hayırlısının yanından geliyorum. Onunla konuştum, o sana eman verdi, seni güvenceye aldı. Gel gidelim, kendine kıyma! Beraber yola çıktılar. Bir konaklama yerinde İkrime, eşiyle birlikte olmak istedi. Kadın onu

Söz Geri Dönmez

Söz Geri Dönmez Mehmed Emin Tokâdi hazretlerinin İstanbul’da insanları irşâd ile meşgul olduğu ve insanlara Allah’ü Teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını öğretip saadete ermeleri için rehberlik yaptığı sıralarda İstanbul’da Antepli ismiyle meşhur bir vaaz hocası vardı. Bu kimse çok inatçı olup, Mehmed Emin Tokâdi hazretlerinin büyüklüğüne, evliya ve mürşidi kâmil olduğuna inanmaz ve konuştuğu meclislerde uygunsuz sözler söylerdi. Bir gün bu hoca, Unkapanı’nda bir çeşmede yüzünü yıkıyordu. Mehmed Emîn Tokâdi hazretleri de oradan geçiyordu. Antepli vaizin yakınlarından biri; – İşte bu gelen, Tokâdi Emîn Efendidir! Diyerek gösterdi. Antepli vaiz alaylı bir tavırla ona baktı ve bir şeyler söyledi. Mehmed Emîn Efendi yanlarına gelip selâm verdi. Bu sırada Antepli hoca başını kaldırıp; – Bak Şeyh Efendi, benim gözlerim ağrıyor. Bana bir nefes eyle de gözlerimin ağrısı geçsin, diyerek alay etti. Bunun üzerine Mehmed Emîn Efendi; – Kör ol! Dedi ve oradan geçip gitti. Antepli hoc

Bir Damla Elma Suyuna İki Yıl Hizmet Eden Genç

Bir Damla Elma Suyuna İki Yıl Hizmet Eden Genç İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh Efendimizin babası Numan bin Sabit Hazretleri, henüz gençliğinin baharındayken, bir dere kenarında abdest alır. Bir de bakar ki suda yüzerek bir elma geliyor. Elmayı alıp ısırır. Elmanın suyu dişlerine dokununca, birden bire kendini toparlar. “Ben ne yaptım! Bu elmanın elbette bir sahibi var. Benim olmayan bir elmayı nasıl olur da sahibinden izinsiz ısırırım,” der. Bir anlık gafletinden uyanır. ve suyun akıp geldiği tarafa yürümeye başlar. Bakar ki güzel bir bahçe var. Bu ısırdığım elma, bu bahçeden diyerek, bahçe sahibini bulur. Helâllik istemek üzere: “-Efendim! Bu elma sizin ağaçlardan düşmüş olacak. Şu akan derede buldum. Gaflet ile elmayı alıp ısırdım. Elmanın bedelini vereyim! Ne isterseniz yapayım, yeter ki hakkınızı helâl edin!" Diyerek rica eder, yalvarır. Bahçe sahibi: “Hayır, helâl etmem! Eğer bana iki yıl boyu çalışırsan o zaman düşünürüz belki helâl ederim.” İmam-ı Azam Rahm

Adalet ve Tevazu

Adalet ve Tevazu Emevi halifelerinin büyüğü Ömer Bin Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan, varlıksız biriydi. Yakınlarından birisi Ömer Bin Abdülaziz’e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: – Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu: – Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi: – Evet, ama Rasulullah Sallallahü Aleyhi Aleyhisselâm’a verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur. Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şö