Paylaşılmayan Mal Mundardır

Paylaşılmayan Mal Mundardır.

            Paylaşmanın Hakkını Vermek Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir." (Âl-i İmran, 92)
Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.” (Âl-i İmran, 92)
Vaktiyle Kalaycı Dede adında bir âlim zat yaşarmış. Şehrin arif şahsiyeti ve akıl hocasıymış. İsminden de anlaşılacağı üzere kalaycılıkla uğraşır, yalnızca günlük ihtiyacını karşılayacak kadar kazanır ve sonra ibadete çekilirmiş. İkindi üzeri şehrin çarşısına iner; ihtiyaçlarını alır, insanlarla ve esnafla sohbet eder ve onlara güzel öğütler verirmiş. Mahir elleriyle kapları kalayladığı gibi sözleriyle de insanların ruhunda bir aydınlık, ferahlık sağlarmış.
Kalaycı Dede kimden alışveriş ederse, o günün gözde dükkânı o olur, halkta o dükkânı tercih edermiş. Dükkân sahipleriyse, O, dükkâna girince hem âlim bir zatın kendilerini seçmiş olmasından dolayı şeref duyar, hem de günün en fazla satış yapacak dükkânı olmanın sevincini yaşarlarmış. Bu yüzden Kalaycı Dede’nin torbasına onun alacakları dışında başka şeylerde sıkıştırır, hediye ederlermiş. Kalaycı Dede de bu duruma sesini çıkarmaz, torbadan kendi ihtiyacını aldıktan sonra geriye kalanı bir fakire verirmiş.
Günlerden bir gün şehre zengin bir tüccar gelmiş ve çok büyük bir dükkân açmış. İçinde en kaliteli mallar ve şehre daha hiç uğramamış eşyalar varmış. İlk günler bu dükkân halkın ziyadesiyle ilgisini çekmiş. Kalaycı Dede’nin âdeti üzere gelip “hayırlı olsun” demesi beklenirken, o dükkânın önünden bile geçmemeye dikkat ediyormuş. Daha sonraları, Kalaycı Dede’nin tavrının farkına varan halk, “vardır bir hikmeti” deyip birer ikişer dükkândan ayaklarını çekmişler. Üç-beş gün sonra dükkâna kimse uğramaz olmuş.
Dükkân sahibi olaya bir anlam verememiş ve niçin böyle birden müşterinin ayağının kesildiğini araştırmaya başlamış. Durumu öğrenir öğrenmez araya aracılar koymuş, Kalaycı Dede’yi dükkânına davet etmiş, ama nafile. Kalaycı Dede bir türlü ikna olmuyormuş. Zengin tüccar yiyecek, giyecek, eşya gönderdikçe Kalaycı Dede geri gönderiyor ve:
 “– İkram etmeyenden alınmaz!” diyormuş. Tüccar az buldu sanıp daha fazla gönderiyor, Kalaycı Dede de olduğu gibi geri gönderiyormuş. Olay bir müddet bu şekilde devam etmiş. Nihâyet tüccar, Kalaycı Dede’nin maksadını öğrenmek için ona gitmeye karar vermiş. Niyeti bir kez daha onu dükkânına davet etmek ve bu sefer ne yapıp edip bu dâvete icabetini sağlamakmış.

Tüccar elleri kolları güzel hediyelerle dolu olduğu hâlde Kalaycı Dede’nin evine gitmiş. Kalaycı Dede de “Misafirdir” deyip evine kabul etmiş. Yalnız tüccar tam kapıdan içeri ayağını atacakken:
 “– Dur!” demiş Kalaycı Dede. “Önce elindekileri bırak! Sonra gir.”
Şaşırmış tüccar, ama denileni yapmış. Yapmış lâkin sormadan da edememiş:
 “– Efendim, nedir bu hal? Niçin mallarımdan illetliymiş gibi kaçıyorsun, milleti de kaçırıyorsun?”
Kalaycı Dede başlamış anlatmaya:
 “– Bak oğlum! Benim ne sana, ne de rızkına bir garezim var. Ama ne yapayım ki; senin malların buram buram haram kokuyor.”
 “– Ne haramı” demiş tüccar, “Ben her şeyimi anlımın teriyle kazandım.”
Gülümsemiş Kalaycı Dede ve sormuş:
 “– Peki, Allah’ın sana verdiklerini paylaşman gerekenlerle paylaşır mısın? Allah’ın üzerine borç kıldığı zekât ve sadakayı verip, ikram eder misin?”
 “– Niye ki” demiş tüccar. “Ben çalışayım, yorulayım sonra dağıtıp, malımı heba mı edeyim?”
 “– Dur sana şöyle izah edeyim” demiş, Kalaycı Dede:
 “Diyelim ki, hasat zamanı bir arkadaşınla beraber tarlada çalışılıyorsun. Ücretinizi de buğday olarak alacaksınız. Tarla sahibi gücünüze, çabanıza ve yaptığınız işe bakarak sana daha büyük, arkadaşına da küçük bir çuval verdi. Ücret olarak bu çuvallara dolduracağınız buğdayı almanızı istedi. Çuvalın büyük olduğu içinde sana büyük kovayı, arkadaşına küçük kovayı verdi. İkiniz de aynı hızda bir müddet çuval doldurmaya uğraştıktan sonra senin çuvalın dolduğu halde arkadaşının ki dolmamış ise, o hâlâ çuval doldurma telaşındayken senin de kendi çuvalın dolu olduğu hâlde onun üzerine daha fazla buğday koymaya çalışman anlamsız olur. Çünkü çuvalın alabileceği buğday bellidir. Bir kova dahi fazladan alamaz. Sen fazladan taşıdığın kovaları eğer arkadaşının çuvalına koyarsan işe yarar. Yok, inatla kendi çuvalına sığdırmaya uğraşırsan hem emeğin boşa gider, hem nimet taşar dökülür, işte o zaman heba olur.
Onun için eğer büyük çuvalla kova sana düştüyse paylaşmanın hakkını ver. Ve unutma ki, paylaşılmayan mal murdardır.”

Hümeyra Nezihe Gül
Şebnem Dergisi, 9. Sayı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis