Kayıtlar

ne etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Ne Yazar?

  Ne Yazar?   Bilerek bir gönül yıkmışsan eğer, Ön safta secdeye gitsen ne yazar! Mazlumun sırtına çıkmışsan eğer, Kabeyi bin tavaf etsen ne yazar!   Nefreti içinden atamadıysan, Lokmayı helalden yutamadıysan, Gıybetten dilini tutamadıysan, Aç durupta oruç tutsan ne yazar!   Kalbinde imanı sağlayamasan, Müslüman ağlarken ağlayamasan, Özünü Kur-an’a bağlayamasan, Son nefeste zemzem yutsan ne yazar!   Söz verip sözünden geri cayarsan, Kibir gösterişi sen hoş sayarsan, Zekât verip onu ele yayarsan, Fakire üç kuruş atsan ne yazar!   Sarıkla cübbeyle halkı soyduysan, Sen Ali’yi mal yerine koyduysan, Yetimin hakkını yiyip doyduysan, Şimdilik yan gelip yatsan ne yazar!   A. KARLIDAĞ

Karısını Boşadı Bakın Başına Ne Geldi

Resim
Karısını Boşadı Bakın Başına Ne Geldi Ben Kahramanmaraşlı’yım. Görücü usulü evlendim ama eşimi çok sevdim. Kaynanam, kaynanamın kaynanası ve eltim aynı evde dokuz kişi yaşıyorduk. Ben hepsine de saygı duydum ne derseler yaptım. Meyveleri soydum çatalla yediler. Hizmette kusur etmedim. Ayakkabıları boyar önlerine koyardım. Havlularını tutardım. Mantolarını ceketlerini tutardım. Şimdiki gelinler bunları asla yapmaz. Altı sene çocuğum olmadı. Eşimi doktora götürdüler beni götürmediler. Beni yıllarca hamama, sıcak suya Ilıcaya götürdüler. Şifalı bitkiler içirdiler.   Kaynanam son zamanlarda sürekli hakaret etmeye başladı. “- Sen bana torun veremedin, düş yakamızdan, oğlumun ayağında terliksin!”. “- Meyvesiz ağaç. Bir ömür boyu çocuk yapmanı bekleyemem. Meyvesiz ağacı budarlar. Çok bile bekledik altı sene!” dedi. Görümcem: “- Düş kardeşimin yakasından, ben ona çocuk verecek birini bulurum!”   dedi. Eltim: “- Seni alacağımıza keşke bacımı alsaydık bir çocuk veremedin gitti!” derdi. Eşimi çok

Daha Kur'ân Ne Desin?

  Daha Kur'ân Ne Desin?   Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında; Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında. Kalbin katı, gözün kör, başın kibir dağında Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin, Ey eşref-i mahlûkat! Daha Kur’ân ne desin!   Özgürce seçmen için, iki yoldan birini; Apaçık bildiriyor, bütün âyetlerini. Ya Peygamber, ya şeytan... Seç diyor rehberini; Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin, İlle şeytan diyorsan... Daha Kur’ân ne desin!   Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar, Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar? Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar. Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin; Mezarlar konuşurken..Daha Kur’ân ne desin!   Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var; Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var? Bana yeter diyorsan, şu üç günlük îtibar; Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin, Bunlar masal diyorsan... Daha Kur’ân ne desin!   Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’

Yâ Rab! Yâ Rab!

  Yâ Rab! Yâ Rab!   Ne esir-i taht ne de tâc olayım, Ne de muhtacına muhtaç olayım! Muhtaçlara muhtaç etme beni yâ Rab! Bir tek sana muhtaç olayım…   Muhanetin derdi çok zordur çok zor, Muhanetten iş bitirmeyi istemek ateşten kor… Ne derdim varsa hepsinin sende dermanı var; Koyma beni dâra düşürme beni zâra Allah’ım!   Razzak’sın, Kâdiri Mutlak’sın, Rahman’sın ve Rahim Ahrette şefaatçim olsun; Rasulün Muhammed habibin İbrahim; Yolundan ayırma beni; Allah’ım her daim; Kurda kuşa yem etme beni yâ Rab!   Günahım çok; nefse şeytana çok kanarım; İman temeli sağlam; lakin amelde akmayan bir pınarım; Sen bana kulum demeyi buyur; ben Cehennem, de olsa yanarım; Kulluğundan insanlıktan zerre ayırma beni yâ Rab!   Habibine ümmet doğdum öyle de öleyim; Huzuruna şehadet şerbetini içip de geleyim; Kanımı canımı kabul buyur, yoluna kurban olayım; Beni doğru yoldan ayırma yâ Rab!   Oradan oraya savruldum sanki bir saman gibi; Yandıkça yandım tütt

Ne Kadar Cahil Olduğumu Öğrendim

Resim
  Ne Kadar Cahil Olduğumu Öğrendim     Konfüçyus'un ilerleyen yaşlarında evine ziyaretçi bir genç gelir. Genç, duvarın yerden tavana kadar kitaplık ve bu kitaplığın da tamamen dolu olduğunu görür. Dayanamayıp: "- Bunca kitabı gerçekten okudunuz mu?" diye sorar. Konfüçyus: "- Evet!" yanıtını verir. Genç tekrar sorar: "- Bu kadar çok kitaptan kim bilir neler öğrendiniz?" Konfüçyus tekrar cevap verir: "- Evet, ne kadar cahil olduğumu öğrendim!". (Konfüçyus-Tevazu ve Yücelik)

Ne Hor Gör, Ne De İncit!

  Ne Hor Gör, Ne De İncit!   Eskiden hukuk fakültesini birincilikle bitirenleri mükâfat olarak Medine'ye kadı (hâkim) olarak tayin ederlermiş. Gönlü Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem aşkı ile dolu olan bir genç bunu duyunca bütün gayretini sarf ederek, hukuk fakültesini birincilikle bitirmeye karar vermiş. Gündüz okulda, gece evinde ders çalışıp gayret sarf etmiş ve başarmış. Bir de adak adamış: “- Eğer okulumu birincilikle bitirip, Medine’ye hâkim olursam, yolda ilk karşıma çıkıp, yardım isteyene cebimdeki en büyük parayı vereceğim…” diye. Neticede okulu birincilikle bitirip Medine’ye hâkim olmaya hak kazanır. Tayini yapılır ve yola çıkar. Şam'a gelince Emevi Camii’nde namazını kılıp, Allah’a hamdeder. Ve tekrar yola koyulur. Bir an önce Medine'ye kavuşmak ister. Camiden çıkarken gözleri dolar ve bir an Rasûlullah Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem’e kavuşmuş gibi bir hâl zuhur eder. Ağlar bir halde camiden çıktığında bir meczup karşısına geç

Ezeliyet Ne Demektir?

  Ezeliyet Ne Demektir?   Kader yazılarımızın ilkinde verdiğimiz tanımda, Kaderi “Cenab-ı Hakk’ın, kâinatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün vasıflarıyla, bütün hâlleriyle ezelde bilmesi ve daha onu yaratmadan önce, her şeyiyle, levh-i mahfuz denilen kader levhasında yazmış olmasıdır.” diye tanımlamıştık ve “ezel” konusunu da sonraki yazılarımıza bırakmıştık. İşte bu ay ve önümüzdeki ay nasip olursa ezeliyet bahsini detaylı olarak inceleyeceğiz.   Kader meselesinin anlaşılmasına engel olan en büyük sebep, “zaman” ve “ezel” kavramlarının birbiriyle karıştırılmasıdır. İnsan, zaman ve mekân içerisinde yaşadığı için, her hadiseyi ve hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve ezeli, zamanın başlangıcı zannetmekle hata yapmaktadır. İşte bu yanlış bilgi sonucu kader anlaşılmıyor.       Zaman ve ezel   Zaman, kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hâl (şimdiki zaman) ve gelecek olarak üçe ayrılır. Bu ayrım

Nidersin?

Nidersin?   Amel o dur ki onda ola ihlas, Hulus olmayan amali nidersin?   İç ol zehri ki bal olsun sonunda, Sonunda zehr olan balı nidersin?   Derip dünyayı cem etme önünde, Seninle kalmayan malı nidersin?   Riya ile bu halkı gör azıtma, O tacı hırkayı şanı nidersin?   Kuru laf ile maksuduna girme, Yürü hal ehli ol pani nidersin?   Niyazi isteyen hakkı bulurmuş, Gelin bir işte ihmali nidersin? Niyazi Mısri  

Evlendi, Bakın İlk Gece Ne Oldu?

Evlendi, Bakın İlk Gece Ne Oldu?   Evlendi ve ilk gece eşinin yüzünü açtı rengi siyah idi, güzel de değildi... Zifaf gecesi eşini terk etti... Eşi bunu anlayınca birkaç gün sonra kocasının yanına gitti ve dedi ki: ''- Hayır, belki şerrin içinde saklıdır…'' Dedi ve ikna etti, zifafını tamamladı... Ama kalbinde yine sıkıntı vardı...   Eşinin şeklinden yani renginden dolayı İkinci kez eşini ve şehri terk etti... Bu sefer aradan tam 20 yıl geçti. Eşinin hamile kaldığını bilmeden geçen 20 yıl... 20 yıl sonra, şehre geri döner. Namaz için camiye girer… Bakar ki genç bir vaiz… Ama çok muhteşem vaaz ediyor. Dehşete kapılır ve hoşuna gider... Oradakilere sorar: “- Kim bu, âlim delikanlı?” Der... Derler ki: "- Adı ENES!" "- Babası kim?". Der. Derler ki: "- 20 yıl önce buralardan göçtü adı: MALİK!" Gencin yanına gider ve der ki: "- Seninle evinize kadar geleceğim. Kapıda bekleyeceğim annene dersin ki: “’- H

Hubbu Cah Ne demektir?

Hubbu Cah Ne demektir? Hubbu Cah: Şöhret düşkünlüğü, makam sevgisi. Rütbe hırsı. Ehl-i ahiret için bu his gayet tehlikelidir. Ehl-i dünya içinde gayet dağdağalıdır; Kötü ahlâkın kaynağıdır. İnsanın en zayıf damarıdır. Bu tabirlerdeki “hubb” kelimesiyle de “bir şeye ölçüyü kaçıracak tarzda ihtirasla yönelme”nin kastedildiğini söyleyip hubb-ı câh’ı şöyle tanımlayalım: Sırf insanlar nazarında itibar kazanmak, uhrevî olmayan menfaatler elde etmek için bir mevki ya da makama gelmeyi istemek, bunun için her yolu mübah görmek. Hubb-ı câh, “zühd” dediğimiz, “insanı Allah Teâlâ ile meşgul olmaktan alıkoyan her şeyi terk etme hal ve kararlılığı”nın tam tersi bir tutum kısaca. Hem fert hem toplum için büyük tehlike. Fakat insanları hayatın bir mücadele olduğuna inandırıp “dünyadan ne koparırsam o kârdır” düşüncesiyle birbirine rakip kabul ettiren modern anlayış, bu hastalığı bırakın bir tehlike saymayı, meziyet gibi gösteriyor.

Hubb-u Dünya Ne demektir?

Hubb-u Dünya Ne demektir? Dünya sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünya; haramlar, mekruhlar ve Allahü Teâlâ’yı unutturan her şeydir. Hubb-u dünyâ arttıkça, âhirete olan zarar da artar. Âhiret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Hubb-ı dünyâ, günahların başıdır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî) Bütün kötülüklerin başı dünya sevgisidir... Sôfiyye indinde nefsin en kötü sıfatlarından biri olarak kabûl edilen, "hubb-i dünyâ" yani "dünyâ sevgisi"nin mahzurları ve kalbi bu kötü sıfattan temizlemek husûsunda Muzaffer Efendi Hazretlerinin lütfettiği bazı hikmetli sözleri, nasîhatları ve ibretli kıssalardan birkaçını sizler için bir araya getirmeye çalıştık... Efendi Hazretleri bu hususda buyururlardı ki: İnsanı bir gemiye, dünyâ metâını da denizin suyuna teşbîh edebiliriz... Nasıl ki su geminin dışında yani gemi suyun üstünde olduğunda kolaylıkla yol alıyor fakat su gem