Kayıtlar

O etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Her şey O’nun (Celle Celâlüh) Elinde

Her şey O’nun (Celle Celâlüh) Elinde Büyük ariflerden Şeyhu’l-İslam Ahmed Cami Hz.lerinin huzuruna bir Türkmen beyi geldi. Yanında ailesi de vardı. Kadının elinde son derece güzel yüzlü bir çocuk bulunuyordu. Çocuğun iki gözü de kördü. Anne-baba büyük bir ızıdırap içindeydiler. Üzüntü ile Ahmed Cami Hz.lerine yaklaştılar ve: “Efendim! Bu bizim tek oğlumuz; her şeyi güzel, fakat iki gözü görmüyor. Dünyayı gezdik, pek çok doktora gittik, bir çare bulamadık. Dua edecek birçok veliye ve ulu kişiye gittik, fakat sonuç alamadık. Bizim malımız çoktur; bu yolda hepsini feda etmeye hazırız. Sizin dualarınızın Allah katında kabul edildiğini işittik; kapınıza geldik. Lütfen şu oğlumuza bir nazar ve dua edeniz de gözleri açılsın; bütün malımızı size hediye edelim. Eğer siz de himmet etmezseniz, biz kendimizi yerden yere vurup helak olacağız. Bizi boş çevirmeyin!” diye yalvarmaya başladılar. Ardından yüksek sesle ağlamaya başladılar. Ulu veli böyle bir istek karşında irkildi. Çünkü kendis

Ne Mutlu O Sağdakilere!

Ne Mutlu O Sağdakilere! Cenâb-ı Hak buyuruyor “Kıyamet koptuğu zaman, ki onun oluşunu yalanlayacak hiçbir kimse yoktur; O, alçaltıcı ve yükselticidir. Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği, ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar! (Hayırda) önde olanlar, (ecir de) öndedirler. İşte bunlar, naîm cennetlerinde (Allah’a) en yakın olanlardır.” (Vâkıa, 1-12) Rasûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular “Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın, her birinizle konuşacaktır. Kişi sağına bakar, önceden gönderdiği iyi işleri görür; soluna bakar vaktiyle yaptığı kötü işleri görür. Önüne bakar, önünde sadece cehennemi görür. Yarım hurma ile de olsa cehennemden korununuz.” (Buhârî, Zekât 9; Müslim, Zekât 67.) Atpazarî Osman Efendi yazdığı bazı eserlerinde demiştir ki Kullar üç bölümdür. a) Unutanlar, b) Zikredenler, c) İhsan ehli olanlar. Birinci tür kullar her bakı

Sırf Zatını Ve Rızasını Taleb Ederek O’na İtaat Ediniz.

Sırf Zatını Ve Rızasını Taleb Ederek O’na İtaat Ediniz. Cennet ve cehennemi yaratmamış olsa bile, İzzet ve Celâl sahibi Allah, korkulmaya ve ümit beslenmeye lâyıktır. Sırf zatını ve rızasını taleb ederek O’na itaat ediniz. Üzerinizde ne O’nun lütuf ve ihsanının düşüncesi bulunsun, ne de azabının endişesi. O’na kulluk; emirlerine boyun eğmek, yasaklarından kaçınmak ve takdirlerine karşı sabırlı olmakla mümkündür. O’na dönünüz. Abdulkadir Geylani Rahmetullahi Aleyh

Sen O’ndan Râzı, O da Senden Râzı

Sen O’ndan Râzı, O da Senden Râzı Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön. (Sâlih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr, 27-30) Rasûlullah (sav) buyurdular: “Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allâh, sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse, Allâh ondan hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allâh’ın gazabına uğrar.” (Tirmizî, Zühd, 57/2396; İbn-i Mâce, Fiten, 23) Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Kuvvetli mü’min, (Allâh katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla birlikte) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana faydalı olan şeyi elde etmeye çalış. Allâh’tan yardım dile ve asla acziyet gösterme. Başına bir şey gelirse, «Eğer şöyle yapsaydım, böyle olurdu.» diye hayıflanıp durma! «Allâh’ın takdîri bu, O, ne dilerse yapar.» de! Zîrâ; «Eğer şöyle yapsaydım.» sözü, şeytanı memnun edecek işlerin kapısı

O Beni Dişi İle Isırdı!

 O Beni Dişi İle Isırdı! Köylü dayının biri, ormanda odun ihtiyacını karşılamakla meşgul iken, bir av köpeği üzerine hücum etmiş. Adamcağız baltayı vurunca köpeği ikiye bölmüş. Avcılar köylüyü mahkemeye vermişler. Mahkemede hakim, köylüye niçin baltanın sapı ile vurmadın da, keskin tarafı ile vurdun, Diye sorunca köylü dayı, “Hakim bey o beni kuyruğu ile ısırmadı ki, ben ona baltanın sapı ile vurayım” deyince, hakim köylü dayıyı beraat ettirmiş.  (Alıntı)

Bu Can O Uğurda Fedadır

Bu Can O Uğurda Fedadır Uzun Hasan Fatih'ten sulh talep ederek Çemişkezek Hâkimi Şeyh Hüseyin ile annesi Sâre Hatunu elçi olarak Fatih'e göndermeye mecbur olduğu zaman, genç hükümdar at geçmez yarlardan, geçit vermez dağlardan aşıp Trabzon'un fethi için giderken Sâre Hatun, Padişahın yorgunluğundan istifade etmeyi düşünerek: — Padişahım, bunca zahmet bir kal'a fethi için değer mi? dedi. Fatih: — Vali de, valide... İslâm Kılıcı benim elimdedir. Bu can o uğurda fedadır. Meşakkatten nice korkarım? Cevabını verdi. (Alıntı)

O Diyardan Gider Olur

O Diyardan Gider Olur Ma’ruf biran kendini çok yalnız hisseder, alır başını uzaklara gider. O devirde yokluk kıtlık vardır. Hayat herkes için zor ama evini terkeden bir çocuk için daha zordur. Niye öyle yapar bilinmez, Kûfe’ye yönelir. Hava sıcak, yollar dikenli ve taşlıdır. Elbiseleri ipliklenir, çarıkları parçalanır. O yıllarda yolcular mescidlerde mola verirler. Hem namaz kılar, hem de bir miktar dinlenirler. Müslümanlar yolcu duasının makbûl olduğuna inanır misafirlere ekmek, şerbet ya da meyve ikram ederler. Sofralarına oturanlara meşreplerini ve mezheplerini sormazlar. Kim olsa koluna girer, “Lütfen buyrun” derler. Bu karşılıksız hizmet Ma’ruf’u çok etkiler. Artık sadece mescidlere sokulur. Kah hasır üstünde uyur, kah sofralarına oturur. Küçük çocuk yorucu bir yolculuktan sonra Kûfe’ye varır. Yine gözüne kestirdiği bir mescide yaklaşır. Şadırvanda elini yüzünü yıkar. Artık bitmiştir, eğer içeride bir kuytu bulabilir ve azıcık kestirebilirse kendini iyi hissedecektir. Se

O Kadın 30 Yıldır Bizdedir Tek Gözlü Olduğunu Bilmiyorum

O Kadın 30 Yıldır Bizdedir Tek Gözlü Olduğunu Bilmiyorum Yine Şeyh Ebû Abdullah Hazretlerinin evlerinde tek gözlü bir kadın, 30 yıl hizmet ve ibadet etmiş, bir gün Hz. Şeyhin huzurunda, o kadının sözü geçer. Şöyle saliha, böyle zahide diye vasfederler. Hz. Şeyh; “Söylediğiniz kadın nerededir?” diye sorar. Onlar da: - Efendim, sizin evinizde olan tek gözlü kadından bahsediyoruz, derler. Bunun üzerine Hz. Şeyh yemin ederek: - 30 senedir o kadın bizdedir. Bir gözlü olduğuna vakıf değilim, buyurur. Demek ki, onda şevk ve muhabbet-i ilâhî o derece imiş ki, başka hiçbir eşyayı görmüyor. (Alıntı)

O Buğdayların Hepsini Fukaraya Tasadduk Ettim

O Buğdayların Hepsini Fukaraya Tasadduk Ettim Salihlerden bir kimse Hasan-ı Basrî Hazretlerine zahitlikten sual eder. Hasan-ı Basrî Hazretleri hemen evine gider ve döndükten sonra cevap verir. O salih zat: - Ya Hasan-ı Basrî, evinize gidip geldikten sonra cevap vermenizin sebebi nedir? - Ey kimse, evimde dört ölçek buğday buldum. Hâlbuki o buğday benim evimde mevcud iken, sizlere veya başkalarına zahitlikten bahsedip, nasihatta bulunmayı lâyık görmediğim için, o buğdayların hepsini fukaraya tasadduk ettim. Sonra da gelip size cevap verdim, diye buyurmuşlardır. (Alıntı)

O Günahkâr Aranızdayken Yağmur Yağmaz

O Günahkâr Aranızdayken Yağmur Yağmaz Günün birinde Basra şehrine tam bir yıl yağmur yağmadı. Her taraf kuraklık içinde kaldı. Kıtlık baş gösterdi. Yağmur duasına çıktılar.  Şeyh Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh Hz. leri minbere çıktı, vaaz ve dua etti.  “İsterseniz yağmur yağsın, ama Hasan'ı Rahmetullahi Aleyh Basra'dan kovun.” dedi, Camide cemaat arasında bir feryadı figan koptu, herkes ağlaştı. “Ey insanlar! İçinizden Hasan'ı Rahmetullahi Aleyh kovun da, Basra'ya yağmur yağsın. O günahkâr aranızdayken yağmur yağmaz, isterseniz yağmur yağsın.” Caminin içi birden okyanuslar gibi dalgalandı. Cemaat hıçkıra hıçkıra ağladı ve arkadan gök pınarı cömert cömert aktı. 

İkramı Geri Çevirme, O da Allah’tandır

İkramı Geri Çevirme, O da Allah’tandır İkram Anlatıldığına göre, Harem-i Şerif’in âbidlerinden birine bir adam her akşam iki tabak yemek getiriyor, o da iftar ediyor ve ertesi günde oruç tutuyormuş. Bu muhterem âbid Allah Azze ve Celle’ye ibadet etmekten başka hiçbir işle meşgul olmuyormuş. Bir gün nefsi ona: – Rızkın, azığın hususunda şu yaratılmış, ölümüyle itimat eder, güvenir oldun. Bununla beraber bütün mahlûkata rızık veren Rabbini unuttun. Bu gaflet nedir böyle! Demiş. Adam bu düşüncelere dalmışken, yine o günün iki tabak yemeği gelmiş. Fakat bu kez âbid o yemekleri almayıp geri çevirmiş. Başka yerden yemek gelmediği için tam üç gün boyunca aç kalmış. Yaşadığı bu imtihan karşısında Rabbine seslenmiş. O gece rüyasında sanki Rabbinin huzurunda olduğunu görmüş.  Ona: – Ey kul! Rabbin tarafından sana, o adam ile gönderilen yemeği neden geri çevirdin? Diye bir nida gelmiş. Âbid: – Yâ Rabbi! Nefsimde senden başkasına güvenip itimat etme duygusu uyanınca böyle

O Delikanlının Adı: Victor Hugo

O Delikanlının Adı: Victor Hugo Delikanlı elindeki şiirleri, o devrin en büyük yayıncılarından birine göstererek: “Bunları satmak istiyorum.” Dedi. Yayıncı şiirlere bir göz attıktan sonra cevabını verdi: “Bunları basamam... Hiçbiri beş para etmez!” Delikanlı, pes etme niyetinde olanlardan biri değildi. Kendine güveniyordu. Başarmaya kararlıydı. “Çok yazık!” dedi. “Büyük bir servet kazanma fırsatını kaçırdınız. Çünkü sizinle anlaşmak ve ileride yazacağım bütün eserlerin telif hakkını da size satmak istiyorum!” Yayıncı gerçekten büyük bir fırsatı kaçırmıştı. O delikanlının adı Victor Hugo idi. (Alıntı)

Şarabı O İçmiş, Sarhoşluğu Siz Yapıyorsunuz!

Şarabı O İçmiş, Sarhoşluğu Siz Yapıyorsunuz! Hz. Mevlânâ, zikir halkasına katılmış, çevresiyle birlikte zikrediyordu. Tam bu sırada bir sarhoş da dışarıdan halkaya katılıp zikretmeye başladı. Ancak sarhoş dengesini tutamıyor, yalpa yaprak yanındakilere çarpıyordu. Tutup dışarıya atmak istediler. Ama sarhoş, zikir halkasından çıkmak istemeyince tartışma çıktı. Mevlânâ sordu: -Neyi tartışıyorsunuz? -Sarhoştur, dediler içimizden çıkarmak istiyoruz, o da çıkmak istemiyor! Cevabı kısa oldu; -Demek şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz! Bunun üzerine derin bir sessizlik olur. Sonra hep bir ağızdan zikir cümlesi aynı olur: -Şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz! Hz. Mevlânâ son uyarısını da şöyle yapar: -Düşene herkes tekme atar, bir tekme de siz atmayın! Gelin bu cümleyi de biz tekrar edelim: -Düşene herkes tekme atar, bir tekme de biz atmayalım!

İlimsiz Bir Şey Olmaz

İlim Ve Temel Kitaplar   İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır, Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır.   İlim, gerçek bir rehber, ilim başlara tâçtır, İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır.   Ondan sâdığı yoktur, onun gibi yâr olmaz, Her şeyde zarar olsa, onda hiç zarar olmaz.   Malını sen korursun, ilimse seni korur, İlimsiz yeşil ağaç, susuz kalır ve kurur.   İlim, uçsuz bucaksız, bir denizi andırır, İlimden başka her şey, insanı usandırır.   Nasıl kıymetli olmaz, Allah ilmi övüyor, Resûl-ü Kibriya da, bak neler buyuruyor:   “Ara, her yerde ilmi, o yer Çin olsa bile, İlim öğrenmek farzdır, kadın erkek herkese.”   Hazret-i Ali’ye bak, ne diyor anlasana: “Kim bir harf öğretirse, köle olurum ona.”   Âlimler Nebîlerin, vekilleri olurlar, Dinimizi bozulup, yıkılmaktan korurlar.   Âlimin mürekkebi, daha azizdir şundan, Fî sebîlillah akan, şehidlerin kanından.   Nefisle cihad etmek, elbet ilimle olur, Ancak doğru

O Tankı Çalıştırırım, İndiririm, Kandil'e Giderim, Yerle Bir Ederim!

Resim
O Tankı Çalıştırırım, İndiririm, Kandil'e Giderim, Yerle Bir Ederim! Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Beşparmak Dağlarının zirvesine Türk ordusunun tankını çıkaran Abdülkadir Kurt, 42 yıl sonra tankın bulunduğu yere gitti. Kurt, "Allah o günü getirmesin. O gün gelse ben o tankı çalıştırırım, indiririm, Kandil'e de giderim. Yerle bir de ederim." dedi. Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında Beşparmak Dağlarında 2 Ağustos 1974'te yapılan Lapta muhaberelerinde Rumlar tarafından pusuya düşürülen tanklardan biri dağın zirvesinde kalmıştı. Tank mürettebatından er Abdülkadir Kurt, Beş Parmak Dağlarına çıkardığı tankın bulunduğu yere 42 yıl sonra ilk kez gitti. Abdülkadir Kurt, şöyle konuştu: "Bu tank bizim şerefimizdir. 42 yıldır ilk defa geliyorum. Benim tankım en öndeydi. Yol yoktu. Paletler bazı yerlerde uçurumdan gidiyordu. Rumlar bizim etrafımızı sardı. Her tarafta ateş vardı. Sonra Rumları püskürttük. Onların cephanesini de imha ettik. Allah bize güç verdi,