Kayıtlar

Bitmeyen Gâvur Kini

Resim
Bitmeyen Gâvur Kini 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Türkiye’mizin en büyük ve en güzide şehri olan İstanbul’u fethetti ve hepimize miras bıraktı. Diğer birçok şehrimizin fethi için de rahmetli dedelerimizin haklarını ödeyemeyiz, mübarek kanları çok değerli, Allah hepsinden razı olsun, miraslarını eşit şekilde, torunları olarak hepimize bıraktılar. Fakat miraslar arasında dededen toruna öyle bir miras var ki, gördüğüm kadarı ile bu miras bir dede tarafından sadece bir tek toruna kaldı. Bu eşitsiz paylaşımı yapan ve bu mirası tek bir kişiye bırakan; Dede, Sultan 2. Abdülhamit Han, Torun da Recep Tayyip Erdoğan. Sakın bu mirası pay etmeyi falan düşünmeyin, inanın pişman olursunuz…! Çünkü Sultan dededen toruna bırakılan bu miras: “Gavurun Kini”dir. Böyle miras olur mu demeyin. Oldu işte. Bakın anlatayım. Sultan, 31 Ağustos 1876 yılında Osmanlı’nın 34. Padişahı olarak tahta çıktı ve 27 Nisan 1909’da zorbalıkla tahttan indirildi. Adeta bir uçurumun kenarında buluna

Yükselme Yolculuğu

Resim
Yükselme Yolculuğu NAMAZ KILMAYAN kişi günlük meşgalelerin, problemlerin, kavgaların içinde kendinden habersiz bir hayat yaşar; kul olduğunu, ahiret yolcusu olduğunu ve bu dünyada misafir olarak bulunduğunu adeta unutur. Bir başarı gösterdi mi büyüklenmeye başlar. Herkesin kendisinden söz etmesini ister; onu övmelerini, ona hürmet etmelerini bekler. Mükemmel bir kişiliğe sahip olduğuna inanır, noksanlıkları yanına yaklaştırmak istemez. Namaz kılan kişiye gelince, o namaza niyet ederken “Allah rızası” için ifadesini kullanır. Böylece, gerçek şerefin insanların beğenmesi, övmesi değil “Allah”ın rızası” olduğunu öncelikle hatırlamış olur. Namaza tekbirle başlar. “En büyük, mutlak büyük, akılların idrak edemeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar büyük ancak Allah”tır” der. İnsanlar arasında büyüklenme tehlikesinden kurtulur. Sonra Fatiha suresini okur. Bu surenin ilk ayetinde, “bütün hamdin, yani bütün medih ve senaların ancak Allah”a mahsus olduğu” beyan edilir. Alimlerimiz b

Arzularsın

  Arzularsın   Nâdanı terk etmedin yârânı arzularsın, Hayvânı sen geçmedin insânı arzularsın.   “Men arefe nefsehû fakad arefe Rabbehû” Nefsini sen bilmedin Subhânı arzularsın.   Sen bu evin kapusın henüz bulup açmadın, İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.   Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak, Yönün Hakk’a dönmedin ihsânı arzularsın.   Dağlar gibi kuşatmış benlik günâhı seni, Günâhın bilmeden gufrânı arzularsın.   Cevizin yeşil kabını yemekle dad bulunmaz, Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.   Şarâbı sen içmedin sarhoş u mest olmadın, Nice Hakk emrine fermânı arzularsın.   Gurbetliğe düşmedin mihnete sataşmadın, Kebab olup pişmedin büryânı arzularsın.   Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok. Issız dağın başında mihmânı arzularsın.   Ben bağı ile bostanı gezdim hıyâr bulmadım, Sen söğüt ağacından rummânı arzularsın.   Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile Yunusleyin Niyâzi irfânı arzularsın.   Niyâzî Mısrî

Mescitleri Yıkabilirsiniz Ama İslâm’ı Asla…

Resim
                 Mescitleri Yıkabilirsiniz Ama İslâm’ı Asla…                Yeryüzü bütün Müslümanlara mescittir… Depremde minare ve cami ykılmıştı. Halkımız caminin avlusunda ve sokaklarda namaza durdu, secdeye vardı…   Ya Rabbi! Son nefesimize kadar Müslüman olarak yaşamayı, imanımızı kurtarmayı huzuruna yüzü ak, gönlü pak Müslüman olarak çıkmayı nasip eyle!

İbretlik Davranış

Resim
İbretlik Davranış Bir hanımefendi anlatıyor: "Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim... Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu: "- Nereye gidiyorsun kızım?" "- Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi!" diye cevap verdim. Bunun üzerine babam: "- Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür!" dedi. Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam : "- Yemek ikram etmek 'Mal' sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise 'Gönül' sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur. Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir." diye cevap

Ben Seninle Daha Mutluyum Ya Rab

  Ben Seninle Daha Mutluyum Ya Rab   Seni seviyorum yüce Yaradan, Bütün engelleri kaldır aradan! Hiçbir şey istemem fani dünyadan, Ben seninle daha mutluyum ya Rab!   Geceleri kalkıp çok yalvardım, Gündüzleri devran edip döndüm, Her nereye varsam daim sordum, Ben seninle daha mutluyum ya Rab!   Geceleri kalkıp uyanamadım, Zikir boyasına boyanamadım, İlahi aşkına ben yanamadım, Ben seninle daha mutluyum ya Rab!   Her gönülde ayrı ayrı sevgin var, Bu kulların ayrı ayrı derdi var, Benim senden başka kimim var, Ben seninle daha mutluyum ya Rab!   (Alıntı)

Kâinatın Sahibisin Allah'ım!

  Kâinatın Sahibisin Allah'ım!   Her bir yarattığın sonsuz mucize, Kâinatın sahibisin Allah’ım! Cümle sırlar tesir etmez acize… Kâinatın sahibisin Allah’ım!   Seni anmadığım bir günüm olmaz, Yüreğe sığarsın, cihana sığmaz, Dünyaya gelip te, var mı ki ölmez… Kâinatın sahibisin Allah’ım!   Her nereye baksam; her yerde nurun, İbadet ‘im eksik, aciz bir kulum, Zalimlik yapanlar; hep cahil kulun… Kâinatın sahibisin Allah’ım!   Hür irade verip; serbest bıraktın, Cennet ile cehennemi var ettin, Peygamberlerini hep önder yaptın… Kâinatın sahibisin Allah’ım!   Ne olur beni doğru yoldan ayırma, Hidayet eyle bu aciz kuluna, Bütün Dualarım kabul oluna… Kâinatın sahibisin Allah’ım!   Kâinatın sahibisin Allah’ım...   İsmail Hakkı Bağdat

İbrahim Amca ve Cadallah Kuran (Yaşanmış Hikâye, Sonuna Kadar Okuyun...)

İbrahim Amca ve Cadallah Kuran (Yaşanmış Hikâye)   Bu yaşanmış gerçek bir hikâye. Mısırlı bir dava adamı olan doktor Saffet Hicazi'den dinledim bir Tv kanalında... Kendisi de, olayın kahramanından bizzat dinlemiş. İbrahim Amca bir Türk. Fransa'da yaşıyor ve mütevazı bir bakkal dükkânı var, daha doğrusu küçük bir marketi... O'ndan alışveriş yapan bir sürü site sakini var dükkânının çevresinde. Her milletten, her dinden, her renk ve ırktan pek çok insanlar... Olayımızın kahramanı Cad, 7 yaşında bir Yahudi çocuğudur. Cad, her gün gelir ve İbrahim Amca'dan alışveriş yapar, her gelişinde de sahibine hissettirmeden(!) bir çikolatayı cebine indiriverir... Bu aylarca böyle devam eder. Bir gün yine gelir, alışveriş yapar ama her zaman yaptığı gibi çikolata almaz, çıkar... İbrahim Amca, arkasından seslenir şefkatle; "Caad, bugün çikolatanı almadın" Ve uzatır ona her zaman Cad'ın aldığı çikolatayı... Cad, çocuk şaşırır ve: "- Biliyor muyd

Arkadaşın İyi İse…

Arkadaşın İyi İse…   Evliyayı kiramdan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Kuddise Sirruh hazretleri, bir gün de sevdiği bazı gençlere; “- Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir! Yani iyi arkadaş seçen, kurtulur. Ama arkadaşı kötüyse, yandı demektir!” buyurdu. “- Neden efendim?” dediler. “- Çünkü kötü arkadaş, şeytandan ve nefisten daha büyük düşmandır insana. Ona uyarsa, Cehenneme sürüklenir mâzallah!” Ve izah etti: “- Öyle bir devirdeyiz ki, her taraf tuzak. Bu zamanda bu tuzaklara düşmek çok kolaydır. Ama bu tuzakları bilen bir rehberi varsa veya arkadaşı iyiyse, tuzağa düşmez.” Sordular: “- Rehberden maksat nedir efendim?” “- Rehber, Ehl-i sünnet âlimidir. Öyle âlim yoksa onların kitaplarıdır. O kitapları okuyanlar da tuzağa düşmezler.” Ve ekledi: Hadis-i şerifte: “- Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilâhi vardır!” buyuruldu.

Vermeye Alışın, Yoksa

Vermeye Alışın, Yoksa   Evliyayı kiramdan Seyyid Abdülhakim-i Arvasi Kuddise Sirruh hazretleri, bir sohbetinde: “- Dünyada en zor şey, vermektir, Hâlbuki bizim dinimiz, vermek dinidir. Onun için vermeye alışın. Çünkü bir gün gelecek, en kıymetli şeyinizi, canınızı vereceksiniz!”. Buyurdu. Ve ilave etti: “- Vermeye alışmayan, son nefeste canını da zor verir.” Sordular: “- Cömert insan canının kolay mı verir efendim?” “- Elbette. O, vermeye alıştığından canını da kolay verir. Ve hiç acı duymaz.” Ve ekledi: “- Hatta ruhu bedeninden çıkar da haberi bile olmaz.”

Allah’ım! Beni Bana Bırakma!

Allah’ım! Beni Bana Bırakma!   GÜN, nasıl başlarsa öyle gidermiş. Ruhumuzda uyuyan nice güzellikler gizli. Hepsi de uyandırılmayı bekliyor. Bunun için güneşin doğması, saatlerin çalması yetmiyor. Bu güzellikleri uyandırmaya, bazen hiçbir şey yetmiyor. Şükür ki, yarınlara dair emellerimiz yine de bitmiyor, tükenmiyor. Onlar da olmasa ne yapardık, nasıl yaşardık’ Allah’tan ki, bu ümit bazen bir söz, bazen de bir dua olup, içimize akıyor, ruhumuzu uyandırıyor. O anlardan birini bugün yaşadım. ‘Allah’ım! beni bana bırakma Adını dilimden uzak tutma,’   Diye diye, güne Allah ile, bu dualı sözle başladım.   İçimin güneşi doğmuştu artık. Açıldıkça açıldı, ruhu kat kat saran perdeler. Ve ardından Hira’nın sorusu geldi:   ‘Ömür nedir’’ diye soruyordu.   ‘Ömür, bu gündür,’ dedim.   Hira, bu defa, ‘gün nedir’’ dedi. ‘Gün mü’ dedim, ‘o, upuzun bir ömürdür.’ ‘Bir cümleyle açar mısın’’ dedi. ‘Bir cümleyle,’ dedim, ‘bir gün, Allah için yaşanmışsa eğer, işte o gün, Allah için yaşa