Kayıtlar

Nefse Uyup Râh-ı Hakk'dan Taşra Çıkmak Yol mudur?

  Nefse Uyup Râh-ı Hakk'dan Taşra Çıkmak Yol mudur?   Nefse uyup râh-ı Hakk'dan taşra çıkmak yol mudur? Kibr ü 'ucb ile adın dervîş takmak yol mudur? Matlabın a'lâ iken ednâya akmak yol mudur? Yâr-ı Bâkî var iken ağyâra bakmak yol mudur?   Nice bir olmaz hevâlar nice bir tûl-i emel; Gel beri şimdengeri ey derdmend insâfa gel! Sâlike lâyık mıdır hiç Zeyd ü Amr ile cedel; Her tasarruf hod Hakk'ın gayra bakmak yol mudur?   Hep Hakk'ın kullarıdır küçük büyük erkek dişi; Hizmet-i Mevlâ'da olmakdır kul olanın işi; Anladın mı Rabb'ini hey kendüyi bilmez kişi; Hâzır iken Hâlık'ın etrâfa bakmak yol mudur?   Dûr eder Hakk'dan seni hubb-i sivâ kayd-ı 'alef; Gör ne vech ile sülûk etmiş bu yollarda selef; Nakd-i ömrü eyleme nefsin hevâsında telef; Vech-i Bâkî var iken mahlûka bakmak yol mudur?   Nice bir emmârelik de eyleye nefsin karâr; İşidüp "firrû ilallâh"ı et ol yana firâr; Ey Hüdâyî sıdk ile

Mazlumun Ahı

  Mazlumun Ahı   Hristiyan’ın biri, hanımını bir eşeğe bindirip Müslüman kasabalarından birine geldi. Rindane hayat yaşayan serserilerden biri eşeğin kuyruğunu kesti. Eşeğin kuyruğunun kesilmesiyle eşek can havliyle ürküp sıçradı. Kadın eşekten düştü, kolu kırıldı ve hamilini (yani karındaki çocuğunu) düşürdü. Kadın hamileydi. Hıristiyan adam o memleketin kadısına gitti. Mahkemede durumu anlattı. Şikâyetçi oldu. Kadı efendi işi ciddiye almadı. O Rindane’ye şöyle dedi: “- Kesmiş olduğun eşeğin kuyruğunu yerine yerleştirip tut. Ta ki kuyruk eski haline gelesiye kadar.” Hıristiyan adama da: “- Sen de bekle, kadın hamile kalıncaya kadar. Kolu da zaten kendiliğinden iyileşir!” dedi. Hıristiyan adam şaşırdı. Kadı efendiye sordu: “- Sizin adaletiniz bu mu? Şeriatınız bunu mu emrediyor?“ Hıristiyan adam, kadı efendinin cevap vermesini beklemeden; başını göğe kaldırdı, ellerini açtı ve şöyle dedi: “- Ya ilâhî! Sen Halim’sin; ama buna benim sabrım yok. Ey zayıf ve horlananl

Mecusi Müslüman Oldu…

  Mecusi Müslüman Oldu…   Bayezid-i Bestami Kuddise Sirrûh Hazretleri yağmurlu bir havada Cuma namazına gitmek için evinden çıktı. Sağanak halinde yağan yağmur, yolu çamur haline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihata duvarına dayandı. Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca camiye doğru yürüdü. Bu sırada aklına bir Mecusi’nin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek; "- Onunla helalleşmeden nasıl Cuma namazını kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Yüce Allah’ın huzurunda durursun?" diye düşündü ve geri dönüp o Mecusi’nin kapısını çaldı. Kapıyı açan Mecusi; "- Buyurun bir arzunuz mu var?" diye sorunca; "- Sizden özür dilemeye geldim," dedi. Mecusi hayretle; "- Ne özrü?" diye sordu. O da; "- Biraz önce duvarınızı çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bana bu inceliği unutturdu." Deyince: Me

Yanlış hesap Bağdat’tan döner

  Yanlış hesap Bağdat’tan döner   İstanbul Kapalı Çarşı’ya kervanlar gelir; tüccarların siparişleri kumaş, kürk, baharat neyse dağıtılır; daha sonra tüccarlardan paraları tahsil edilirmiş. Yine bir alış veriş sonrasında, tüccarın biri hesap yaparken dört işlem hileleri ile kervancıyı 400-500 altın içerde bırakır. Hesaptaki yanlışlığı anlayamayan kervancı Bağdat -Hicaz ve Mısıra seferine çıkar. Tüccar da: “Şimdi bu Mısır’dan altı-yedi ayda zor döner. Ben de bu parayı işletirim.” diye düşünür. Kervancı yol uzun, zaman bol bütün hesapları tekrar tekrar inceler. Tüccarın yaptığı hileyi anlar. Kervan Bağdat’a girmek üzereyken, kervanı oğlu ve güvendiği bir kişiye emanet eder, “- Siz beni Bağdat’ta bekleyin.” der. İyi bir Arap atı alıp dörtnala İstanbul’a dönmeye başlar. Yolda, bu adam bu parayı hemen öyle vermez diye düşünüp bir plan kurar. İstanbul’daki dostlarında plan için yardım ister. Ertesi gün tüccarın dükkânına iki kadın gelir. Tüccara; “- Sorup soruşturd

Halâ Secdesiz Başımız Varsa; Düşünelim

Halâ Secdesiz Başımız Varsa; Düşünelim   İmamı Gazali Kuddise Sirrûh Hazretleri Anlatıyor:   Bir gün buğday tarlalarından geçerken aklıma takıldı... Ey Rabbim! Bu buğdayları yiyelim diye yarattın da... Acaba üstlerindeki kılçıklarını neden yarattın? Sonra bir anda sürü sürü kuşlar... Sarı olgun buğdayları yemeye geldiler... Fakat üzerlerindeki kılçıklar bir jandarma asker gibi buğdayları bekliyor... Kuşların almasına izin vermiyordu... Ne zaman buğday almak isteseler kuşların yüzlerine batıyor, alamıyorlardı... Suphanallah... Demek ki bu kılçıklar buğdayı beklemek için yaratılmış... Boşuna yaratılmamış dedim... Sonra ey insan! Buğday üstündeki bir kılçık bile boşuna yaratılmamış da... Tüm nimetler senin için yaratılmışken sen nasıl başıboş; boşuna yaratılmış olabilirsin? Dedim diyor! Ey kardeşlerim! Hayvanlar... Bitkiler... Yeryüzü gökyüzü... Her şey bize hizmet ediyor... Basit ve değersiz olsak bunca nimet bize verilir mi?   Hayvanlar bizim için ölü

O Gün Çok Büyük Bir Gündür…

  O Gün Çok Büyük Bir Gündür…   Sahabelerden olan Hz. Enes Radiyallahü Anh rivayet ediyor ki: Rasulüllah Sallallahü Aleyhi Vesellem ile beraber bir arada bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek kadar gülümsedi. Hikmetini sorduğumuzda şöyle buyurdular: Ümmetimden iki kişi Allah Celle Celâlüh’ün huzuruna vardılar. Onlardan birisi dedi ki: “- Ya Rabbi, benim bu kişide kul hakkı var, hakkımı bundan al ve bana ver!” Bu sözler üzerine Allah Teâlâ diğerine: “- O kulumun Hakkını ver!’” buyurdu. Adam ise: “- Ey Allah’ım! Benim sevap hanemde bir şey kalmadı!” dedi. Cenâb-ı Hakk kul hakkı talebinde bulunan kişiye: “- Bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? “buyurdu. Adamcağız o zaman: “- O halde benim günahlarımdan alsın!” dedi. Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bu hadiseyi anlatırken gözleri doldu ve dedi ki: “- O gün çok büyük bir gündür ve insan günahının alınmasını talep eder!” Adamın bu talebi üzerine Allah Teâlâ hak sahibi olan kişiye: “- Başı

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları Bu Ruhla Kazanıldı

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları Bu Ruhla Kazanıldı   Yaşam koşullarının çetinliği, haram ve helal şeylerin birbirine giriftliği nedeniyle ekmek parası derdinde olan bizler “kul hakkı” meselesini ihmal edebiliyoruz. Hâlbuki Cenabı Hakkın affetmediği günahlardan olan kul hakkına girmemeye dikkat etmek lâzımdır. Çanakkale Savaşı’nda yaşanmış bir Hikâyeyi sunuyoruz… Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lâpseki’nin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. “- Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…” Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “- Ben… Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakk

Hz. Osman Radiyallahü Anh’ın Şehadet Kanının Düştüğü Ayet

  Hz. Osman Radiyallahü Anh’ın Şehadet Kanının Düştüğü Ayet   Hz. Osman’ın Radiyallahü Anh şehit edildiğinde kanının damladığı ayet hangisidir?   Ebû Saîd el-Hudrî Radiyallahü Anh   şöyle buyurur:   “Mısırlılar Hz. Osman Radiyallahü Anh’ın odasına girdiğinde Mushaf onun önündeydi. Göğsünün üzerine vurduklarında kan:   فَسَيَكْف۪يكَهُمُ اللّٰهُ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ   “Onlara karşı Allah sana yeter. O işitendir, bilendir.”[1] âyet-i kerîmesinin üzerine aktı. (Beyhakî, Şuab, II, 409/2226)[2]   Hz. Osman’ın Radiyallahü Anh   vefâtından bir sene sonra Amre bint-i Kays, mü’minlerin annesi Hz. Âişe Radiyallahü Anha ile birlikte Mekke-i Mükerreme’ye doğru rûhânî bir yolculuğa çıkmışlardı.   Çıkmadan evvel Medîne-i Münevvere’de Hz. Osman Radiyallahü Anh’ın   şehît edilirken okumakta olduğu Kur’ân-ı Kerîm’i gördüler. Odasında duruyordu.   Amre Radiyallahü Anh: “Hz. Osman Radiyallahü Anh’ı şehît eden adamların hiçbiri normal bir şekilde ölmedi” demiştir.

Hz. Osman’ın Radiyallahü Anh’ın Hikmetli Sözleri -1-

Hz. Osman’ın Radiyallahü Anh’ın Hikmetli Sözleri -1-             Meleklerin bile hayâ ettiği insan, ilk Müslümanların dördüncüsü ve üçüncü İslâm Halifesi, ashab-ı kiramın öde gelenlerinden Osman ibni Affân Radiyallahü Anh, Fil Vak’ası’ndan altı sene sonra yani 574 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf’ta Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz’le birleşir. Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü’nün halası Beyzâ’nın kızıdır. Hz Osman Radiyallahü Anh Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in damadı ve üçüncü İslâm Halifesi’dir.   001-    Eğer kalblerimiz tertemiz olsaydı (yani tezkiye ve tasfiye sürecinden geçmiş olsaydık), Rabbimizin Kelâmı’na doyamazdık. Ben, Mushaf’a bakmadığım bir günün geçmesini çok çirkin görürüm. 002-    Hz. Osman Radiyallahü Anh şehît edildiğinde, yüzüne çok bakmaktan dolayı Mushaf’ı iyice yıpranmış, bazı yaprakları ise delinmişti.[1] 003-    Kim geceleyin Âl-i İmran Sûresi’nin sonunu