Kayıtlar

Ebû Rigal Ve Akıbeti

Ebû Rigal Ve Akıbeti    Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm; Tebük seferinde Hicr'den geçerken, Semud kavminden, ancak, Harem'in korumuş olduğu bir tek adamın sağ kaldığını haber vermişti.             Eshab-ı kiram: "- Ey Allah'ın peygamberi Sallallahü Aleyhi Vesellem! Kimdi o adam?" diye sordular. Peygamberimiz: "- Ebû Rigal'dır!" buyurdular. Ebû Rigal, Sakıtların atasıydı. Salih Aleyhisselamın da, kölesi idi. Onu, Mekke tarafına, sadaka, zekât tahsildarı olarak göndermişti. Ebû Rigal; sütü çekilmiş yüz koyunu, ayrıca bir koçu ve bir de, akşamleyin annesi ölmüş bir oğlan çocuğu bulunan bir adamın yanına vardı. Ona: "- Beni, sana, Resûlullâh gönderdi!" dedi. Adam: "- Resûlullah'ın Elçisi, hoş geldi, safa geldi. İstediğini, al!" dedi. Ebû Rigal, koyunlardan, sütlü olanı, aldı. Adam: "- O, annesinin ölümünden sonra, sağ kalan şu çocuğundur. Onun yerine, on koyun al!" dedi. Ebû Rigal:

Cehennemde Ateş Yok mu?

Cehennemde Ateş Yok mu? Üç âyet-i kerime meali: “Cennetin neresine bakarsanız bakın, bolca nimet ve büyük saltanat görürsünüz.” (İnsan 20)   “İyi amellerinin mükâfatı olarak (Cennette, müminleri) memnun edecek ne nimetler hazırlandığını, asla kimse bilmesi imkânsız.” (Secde 17)   “Allah’ü Teâlâ, kullarını dar-üs-selama (selamet, saadet yeri olan Cennetine) çağrı ediyor.” (Yunus 25)   Bir hadis-i şerif meali: “Cennetten bir tırnak ucu kadar bir şey dünyaya gelse, Batıyla Doğu arasındakileri tezyin ederdi. Aden ehlinden bir şahıs bilezikleriyle birlikte gözükse, nuru güneşin ışığını söndürürdü. Güneşin yıldızları söndürdüğü şeklinde.” (Tirmizi)   Cehennem azapları kâfirler içindir. İki âyet-i kerime meali: “De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin! Biz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırladık. Onlar yardım istediklerinde, erimiş maden şeklinde, yüzleri kavuran bir su serpilir. Bu ne fena bir içe

Cennete Götüren Büyük Söz

  Cennete Götüren Büyük Söz   Cennet, âhiret nimetlerinin yurdudur. Kendisini yaratan ve türlü nimetler lütfeden Rabbine itaat eden insanların mükâfat görecekleri yerdir. Mü’minler, Cennette, kendilerine lütfedilen nimetleri kaybetme ve Allah’ü Teâlâ’nın rızâsından uzaklaşma korkusu olmaksızın ebediyyen kalacaklardır. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:   “Ey ayetlerimize inanan ve Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur. Sizler üzülmeyeceksiniz de. Siz ve eşleriniz büyük bir sürurla ve neşeler içinde Cennet’e giriniz! Hizmetkârlar, altın tepsiler ve kadehlerle onlara ikramlarda bulunmak için devamlı etraflarında dönüp dururlar. Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır. Ve kendilerine: ‘Siz, orada ebedî olarak kalacaksınız, dünyada yaptıklarınıza karşılık size lütfedilen cennet işte budur. Orada sizin için pek çok meyveler vardır, onlardan yiyeceksiniz!’ denilir.” (Zuhruf, 68-73)   “Allah’ın azâbından korkup fenalıklardan sakınan muttakiler, emin bir

Neylersin Ey Gafil Dünya Malını?

  Neylersin Ey Gafil Dünya Malını?   Neylersin ey gafil dünya malını, Yiyeceğin hiç fikrine düşmez mi? Bin yıl ömür sürsen bir gün ölürsün, Öleceğin hiç fikrine düşmez mi?   Gine aklar düştü siyah saçına, Ölmeden tövbe et gizli suçuna. Kara yer altında sinin içine, Gireceğin hiç fikrine düşmez mi?   Niçin dinlemezsin âlimler sözün, Niçin ağlayamaz şu iki gözün, Kızmış saç üstünde kalmış namazın, Kılacağın hiç fikrine düşmez mi?   Bilesin dünyanın öte yanını, Ne kervancı koyar, ne kervanını. Azrail gelince tatlı canını, Alacağın hiç fikrine düşmez mi?   İşte geldin gördün bu dünya fena, Günahına ağla sen yana yana. Teneşir üstünde sen döne döne, Yunacağın hiç fikrine gelmez mi?   Ettin mi dünyada bir iyi fikir, Dilinden gitmesin zikirle şükür. Kara yer altında Münker'le Nekir, Soracağın hiç fikrine düşmez mi?   Yunus Emre der ki: Eyle niyazı, Bozulmaz Mevla'nın yazdığı yazı. Eğnine biçerler şu kefen bezi, Giye

Müslümanca İnanıyor, Hristiyan’ca Yaşıyoruz!

  Müslümanca İnanıyor, Hristiyan’ca Yaşıyoruz!   Kadın-erkek arasındaki dengeyi bir türlü kuramadık. Haber bültenleri “taciz-tecavüz” ve “kadına şiddet” hikâyelerinden geçilmiyor.   Derin analize ve örneklemeye muhtaç bu konuyu, bir köşe yazısı hacmine indirgemeye çalışırken, “ilk cümle ne olmalı?” diye düşündüm ve aşağıdaki cümlede karar kıldım…   Biz Müslümanca inanıyor, ama Hıristiyanca yaşıyoruz! Asıl meselemiz, büyük derdimiz budur!   Eskiden “Müslümanca” inanır, “Müslümanca” yaşardık. Referansımız da, hayat tarzımız da İslâm’dı! Sıkıştığımız yerde “âyet”e, “hadis”e, “icma”ya bakar, olmazsa “kıyas” yapar, tarzımızı, tavrımızı, duruşumuzu, davranış biçimimizi buna göre ayarlardık.   Meşhur Fransız gezgin ve yazar A. Brayer, “Neuf anne’es a Constantinople” isimli eserinde, “Dinin manen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun çizmiş olduğu daire dâhilinde hareket ederler” diye yazıyor (18. yüzyıl).   Artık böyle olmuyor, zira “Batılılaşma süreci”nde