Müslümanca İnanıyor, Hristiyan’ca Yaşıyoruz!
Müslümanca İnanıyor, Hristiyan’ca Yaşıyoruz!
Kadın-erkek arasındaki dengeyi bir türlü kuramadık.
Haber bültenleri “taciz-tecavüz” ve “kadına şiddet” hikâyelerinden geçilmiyor.
Derin analize ve örneklemeye muhtaç bu konuyu, bir
köşe yazısı hacmine indirgemeye çalışırken, “ilk cümle ne olmalı?” diye
düşündüm ve aşağıdaki cümlede karar kıldım…
Biz Müslümanca inanıyor, ama Hıristiyanca yaşıyoruz!
Asıl meselemiz, büyük derdimiz budur!
Eskiden “Müslümanca” inanır, “Müslümanca” yaşardık.
Referansımız da, hayat tarzımız da İslâm’dı! Sıkıştığımız yerde “âyet”e,
“hadis”e, “icma”ya bakar, olmazsa “kıyas” yapar, tarzımızı, tavrımızı,
duruşumuzu, davranış biçimimizi buna göre ayarlardık.
Meşhur Fransız gezgin ve yazar A. Brayer, “Neuf
anne’es a Constantinople” isimli eserinde, “Dinin manen zincirlemiş olduğu
hakiki Müslümanlar, ancak onun çizmiş olduğu daire dâhilinde hareket ederler”
diye yazıyor (18. yüzyıl).
Artık böyle olmuyor, zira “Batılılaşma süreci”nde
(Tanzimat dönemi) devreye Batılı kriterler girdi. Cumhuriyet döneminde ise
“Fabrika ayarları”mızla oynandı!...
“İslâm’a göre yaşamak”tan gitgide uzaklaştık, “Batı’ya
göre yaşama”yı da tam beceremedik (çünkü biri İslâm, diğeri Hıristiyanlık
kaynaklıydı). Sonunda dengemiz bozuldu. Zihnimiz, hafızamız, hatta şuurumuz
altüst oldu! Ayaklarımızın birbirine dolaşması, bu yüzdendir.
Gerçi hâlâ “Durdum Kıbleye” diyor, tekbir alıyoruz,
ancak Kıbleyi bir türlü tutturamıyoruz: Maalesef “Her yol Roma’ya” çıkıyor!
Eskiden böyle değildik. Özgürlüğümüzün sınırlarını
“İslâm” belirlerdi. Kadın-erkek, çocuk ve ailedeki yaşlılar arasındaki dengeyi
en iyi şekilde kurmuştuk. Aile “mübarek” müesseselerden biriydi ve yabancıların
bile övgüsünü alırdı.
İsviçreli Prof. Gaston Jezz, eski aile hayatımız
konusunda şöyle diyor:
“Osmanlı aile hayatındaki güzellik, nezahet ve
samimiyet zannetmiyorum ki başka bir yerde olsun. Osmanlı’daki İslamî hayat,
huzurlu bir hayatın zirve noktasıdır. Birbirine sevgi-saygı ile bağlıdırlar…
Osmanlı aile hayatı güzelliklerle doludur… Hayat şiir gibi yaşanmaktadır. Bütün
bunları ailede öğreniyorlar.”
Dr. Brayer’i dinlemeye devam edelim:
“Birtakım menfaat kaygıları, eğlence düşkünlükleri,
çok defa kadınların da iştirak ettiği ticarî muamele gaileleri, hâsılı başka
memleketlerin her şeyleri, kadınların çocuklarına karşı şefkatlerini azalttığı
halde; Osmanlı’nın harem (aile anlamında) hayatı, bilakis bütün bu hislerin bir
merkezde toplanıp artmasını temin etmektedir.”
Kadın “erkeksi”leşmeden, erkek “kadınsı”laşmadan,
fıtratın yüklediği sorumlulukları yerine getirdikleri için, aralarında Batı’nın
dayattığı türden bir “rekabet” olmazdı…
Ne kadın; “kariyer mi çocuk mu?” diye sorar, ne erkek
aile hayatının dışında macera arayışına çıkardı. Dolayısıyla çocuklar
anneli-babalı büyür, kadın da, erkek de, çocuk da, yaşlılar da huzur bulurdu.
Günümüzün “Modern Müslüman”ları geçmişe göre çok daha
zengin, ama huzursuzuz! Huzursuzuz,
çünkü vicdanımız hayat tarzımızdan rahatsız!
Yavuz Bahadıroğlu Rahmetullahi Aleyh
Yorumlar
Yorum Gönder