Kayıtlar

Bilmek İstersen Seni

  Bilmek İstersen Seni   Bilmek istersen seni, Cân içre ara cânı. Geç cânından bul ânı, Sen seni bil, sen seni.   Kim bildi ef´âlini, Ol bildi sıfâtını, Anda gördü zâtını, Sen seni bil, sen seni.   Görünen sıfatındır, Anı gören zatındır, Gayri ne hacetindir, Sen seni bil, sen seni.   Kim ki hayrete vardı, Nura müstağrak oldu. Tevhid-i zatı buldu, Sen seni bil sen seni.   Bayram sözünü bildi, Bileni anda buldu. Bulan ol kendi oldu, Sen seni bil sen seni…   Hacı Bayram Veli Kuddise Sirrûh

Habîb-i Kibriyâ Bâb-ı Recâsın Yâ Resûlallah

  Habîb-i Kibriyâ Bâb-ı Recâsın Yâ Resûlallah   Habîb-i Kibriyâ bâb-ı recâsın yâ Resûlallah, Muhammed Mustafâ hayru'l-verâsın yâ Resûlallah…   Tecellâ-yı cemâlinden elestin bezmi şâd oldu, Dil-i mecrûh-i uşşâka şifâsın yâ Resûlallah…   İlâhî bir güneşsin nûruna pervânedir âlem, Yakan uşşâkı ol muhrık sadâsın yâ Resûlallah…   Nebîler rûz-i mahşerde şefâ'at bekliyor senden, Gönül şehrinde her medhe sezâsın yâ Resûlallah…   Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh

Leke

  Leke   Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz, Vurulmuşum, vurulmuş düşmüşüm güpe gündüz. Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür, Namert sürünmektense, erkekçe ölüşümdür.   Şaşırmayın, korkmayın, ürkmeyin ey yiğitler, Bakın etrafımızı nasıl sarıyor kızıl itler! Zaten faydası yoktur korkaklığın ecele, Yaşamak hakkın lakin istiklalinle bile   İhtirama zaman yok, merasime ne hacet? Size düşen daha çok vazifeler var. Evet… Evet!.. Böyle sürerse bu eşkıya kanunu, Müebbet felakettir milletimin sonu …..   Size selam gönderdi kırk yiğidiyle KÜRŞAD Sizden haber bekliyor yüz milyon; imdat! İmdat! Hala tevekkülde mi kararlısın yoksa? Sükût neyi halleder, yaran oyuk oyuksa?   Tevekkül Allah’adır zillete katlanılmaz! Ya hayat, ya ölüm! Bunun ötesi olmaz. Namus lekesi değil alnımdaki bu leke, Asırlardır karşıma çıkmazken tek teke   Önümüzde dalkavukluk, meddahlık edenleri, Şimdi iyi tanı, gör neymiş hünerleri… Mütefekkirler echel, realistler

Han Duvarları

  Han Duvarları -Osmanzade Hamdi Bey'e- Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...   Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayet

Kâfir mi, Mümin mi?

  Kâfir mi, Mümin mi?   İmam-ı Azam’ın da bulunduğu bir mecliste birisi şöyle bir soru sordu: “- Bir adam ki, cenneti istemez, cehennemden korkmaz, ölü eti yer, rükûsuz, secdesiz namaz kılar, görmediğine şahitlik eder, fitneyi sever, hakkı istemez, bu adam kâfir midir, mümin mi?” Mecliste bulunanlar ağız birliği etmişçesine “- Bunlar kâfirin sıfatlarıdır, böyle bir adam kâfirin ta kendisidir.” dediler. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh susuyordu: “- Ya imam sen ne dersin?” dediler. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh, “- Bunlar müminin sıfatıdır, böyle biri müminin ta kendisidir” dedi. İtiraz ettiler: “- Ya imam nasıl olur, mümin cenneti istemez mi, cehennemden korkmaz mı?” diye. İmam-ı Azam Rahmetullahi Aleyh tek tek açıkladı: “- Gerçek (bilinçli) mümin cenneti istemez, sahibini (Allah’ü Teâlâ’yı) ister, cehennemden korkmaz, sahibinden korkar, ölü eti dediğiniz balıktır, görmediğine şahitlik eder, çünkü Allah’ü Teâlâ’yı görmez ama kesin inanır, rükûsuz secdesiz kıldığı

Lokmayı Bölüşmek

  Lokmayı Bölüşmek   Dünya hayatı iniş ve çıkışlarla, düz ve yokuşlarla dolu. Her zorluğun bir kolaylığı, her bolluğun bir darlığı var. Hayat tekdüze değil. Belki de bu, dünyanın Allah’ın cemal ve celal sıfatlarının mazharı olmasının tabii bir gereği. Eşya zıtları ile kaim olduğu, karşıtlarıyla tanınıp anlaşılabildiği için Câmiu’l-ezdâd olan Allah’ın cemal sıfatlarından hayır, güzellik, gündüz, iman, iyilik ve cennet; celal sıfatlarından şer, çirkinlik, gece, küfür, kötülük ve cehennem zahir oluyor. Ancak gece ile gündüzün birbirini izlemesi gibi cemal ile celal de birbirinin peşi sıra geliyor. Nitekim Niyazi Mısrî bunu ne güzel ifade etmiş: Cemâli zâhir olsa, tiz celâli yakalar ânı Bu âlemde gül açılsa yanında hâr olur peydâ Cemalin ve celâlin zuhuru hayatın her safhası ve her alanı için geçerli. Ferdi hayatta, içtimai hayatta ve ekonomik hayatta. Önemli olan her celal içre bir cemal ve her cemal içre de bir celal bulunduğunun farkında olabilmektir. Nitekim bazıları “gerçek