Kayıtlar

Hazret-i Ebu Ubeyde Radiyallahü Anh’ın Vasiyyeti

          Hazret-i Ebu Ubeyde Radiyallahü Anh Şam'da 639 senesinde, veba hastalığına yakalandı. Öleceğini anlayınca, orada hazır bulunanlara bir vasiyetinin olduğunu bildirdi. Vasiyetinde buyurdu ki:   ·    Namazınızı kılınız! ·    Orucunuzu tutunuz! ·    Sadakanızı veriniz! ·    Haccınızı yapınız! ·    Birbirinize iyilikte bulununuz! ·    Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! ·    Dünyaya aldanmayınız! ·    İnsanların en akıllısı Allahü Teâlâ’nın emirlerini yerine getirenlerdir. ·    Hepinize Allahü Teâlâ’nın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim. Haydi yâ Mu'âz, cemâ'ate namazı kıldır!                     Mu'âz bin Cebel Radiyallahü Anh hazretleri cemaate bir hutbe okudu. Burada buyurdu ki:           Yemin ederim ki, Ebû Ubeyde Radiyallahü Anh gibi, dinine bağlı, temiz ve merhametli insanlar çok azdır. Dünyaya hiç meyletmeyen, emrindekilere hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübarek Ebû Ubeyde Radiyallahü Anh

Selman-ı Farisi Radiyallahü Anh

Selman-ı Farisi Radiyallahü Anh   Eshab-ı Kiram'ın büyüklerindendir. Aslen İran’ın İsfahan yakınlarındaki bir köyde doğup büyüdü. Gençliğinde Mecusi iken, Hristiyan olmuş ve çeşitli kiliselerde ibadet ve hizmet etmiştir. Bu kiliseden bir tanesi Hiristiyanlık âleminde Dünya’nın ilk üniversitesi olan “Nusaybin üniversitesi”dir. Eshab-ı Kiram büyüklerinden, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in “Selman Ehl-i beytimizdendir.” müjdesine mazhar olmuş. İnsanları hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saadete kavuşmalarına vesile olan ve kandilerine “Silsile-İ Aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “ikincisidir.” Ebel Ferec Radiyallahü Anh buyurdu ki: “- Adullah bin Abbas Radiyallahü Anh’ın yanında idim bana Selman-i Farisi Radiyallahü Anh’ın hayatını şöyle anlattı.”   Selman Radiyallahü Anh anlatıyor: “- Ben önce Mecusi idim. Bir Hristiyan kilisesine rastladım. Onların ibadetlerini görünce içim ısındı. Kendilerine; “- Bu dinin aslı nerededir?” dedim. Bana; “- Bu dinin as

Ya Rasulallah

  Bu can, bu kan sana feda; al! Senin olsun ya Rasulallah. Sen ey nurdan sevgili, Yandım sana ya Rasulallah.   Ben âşık oldum sana, Sana inen Kur’an’a, Gel, ey sevgili rüyama, Yandım sana ya Rasulallah.   Hayal oldun, düş oldun bende Aklım fikrim hep sende. Yaşlar tükendi gözümde, Yandım sana ya Rasulallah.   Gece gündüz ağlar oldum. Yüzüm gözüm yular oldum. Aşkın ile dolar oldum. Kandım sana ya Rasulallah.   Mürşidimsin, efendimsin Hem sultanım ve rehberimsin İki cihanda sevgilimsin Öldüm sana ya Rasulallah.   Ethem Sözen 15/04/1997

Eğer Oraya Kur'an-ı Kerim İnerse…

·      Kur'an-ı Kerim bir dağa inerse: O dağ; “NURDAĞI” olur. ·      Kur'an-ı Kerim bir şehre inerse: O şehir; “MEKKE-İ MÜKERREME” veya “MEDİNE-İ MÜNEVVERE” olur. ·      Kur'an-ı Kerim bir aya inerse: O ay; “ON İKİ AYIN SULTANI, RAMAZAN-I ŞERİF” olur. ·      Kur'an-ı Kerim bir geceye inerse: O gece; bin aydan hayırlı, seksen üç yıla bedel; “KADİR GECESİ” olur. ·      Kur'an-ı Kerim bir insana inerse: O insan; “HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHÜ ALEYHİ VESELLEM” olur. ·      Bir kişi, Kur'an-ı Kerim'in gösterdiği yolda hayat sürer; Kur'an-ı Kerim'in ahlâkıyla ahlâklanırsa; “VELİYYULLAH” olur. ·      Ya Rabbi! Biz aciz kullarını, yüce kitabın “KUR’AN-I AZİMÜŞŞAN’IN YOLUNDAN” ve şanlı peygamberin “HAZRETİ MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHÜ ALEYHİ VESELLEM’in SÜNNETİNDEN” ayırma! ·        Âmîn, ya Muîn, ya Mucîb! Birahmetike ya erhamerrâhîmîn!

Bir adam ölürken Azrail Aleyhisselâm’a sormuş...

  Bir adam ölürken Azrail Aleyhisselâm’a sormuş: “- Ölüm anında melek olarak sen geliyorsun da doğum anında neden melek yok?” Azrail Aleyhisselâm: “- Annen var ya…” Demiş. Annesi ve babası sağ olan kardeşlerimiz kıymetini bilsin! Dualarını alsın! Anne ve babaları ahirete göçenler de onlar için dua etsin, hayır hasenat yapsın! Rabbimiz ölen anne ve babalarımıza gani gani rahmet eylesin, mekânları Cennet, makamları âlî olsun!

Bize Bir Nazar Oldu

Bize Bir Nazar Oldu   Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu. Ne olduysa hep bize azar, azar oldu. Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız. Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız. Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık. Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız. Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz…   Yaklaştıkça her sene öz yurdumda yılbaşı. Yapılır milletime Frenkçe sahte aşı. Buna ağlar ağacı hem toprağı, taşı. Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz…   Sen Hıristiyan mısın? Diye sorsan darılır. Yılbaşında hindi kaz yemesine bayılır. Çam deviren hindi ki nasıl mümin sayılır. Bilmiyoruz çoğumuz ne edip yapıyoruz. Batı, batı diyerek eyvah hep batıyoruz…   (Arif Nihat Asya Rahmetullahi Aleyh)

Hâtim-i Esam Rahmetullahi Aleyh

  Evliyânın büyüklerinden. Adı Hâtim bin Anvân bin Yûsuf el-Esam, künyesi Ebû Abdurrahmân'dır. Belh'te doğmuştur. Doğum târihi belli değildir. Hâtim-i Esam, Şakîk-i Belhî'nin talebesi, Ahmed-i Hadraveyh'in hocasıdır. 852 (H.237) senesinde Belh'in bir nahiyesi olan Mâhcer'de vefât etmiştir.             Kendisine "Esam" (sağır) denilmesinin sebebi şudur: "Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esam o şahıs utanmasın diye;"Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum" dedi ve bu hâlini o kişinin ölümüne kadar kırk yıl sürdürdü. Bu yüzden ona Esam denilmiştir.             Âkıl bâliğ olduğu andan îtibâren, Şakîk-i Belhî'nin sohbetlerine devâm etti. Onun talebesi oldu. Şakîk-i Belhî'den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu.             Bir gün Şakîk-i Belhî, Hâtim-i Esam'a sordu: "Ne kadar zamandır buraya geliyor, beni dinliyorsun?" "Otuz üç sene." "Bu kadar zaman i