Kayıtlar

Mum Vârislerin Oldu

Mum Vârislerin Oldu Abdüllatif Uyan Allah dostlarında Hamdun-ı Kassar (rahmetullahi aleyh), bir gece vefat etmek üzere olan hasta bir dostunu ziyarete gitti. Yanında bulunurken hasta vefat etti. Hamdun-ı Kassar kalktı. Yanan mumu söndürdü. Sebebini sordular. “Şu andan itibaren mum vârislerin oldu. Onlarınsa mumu kullanmamıza izin verip vermeyeceklerini bilemiyoruz” buyurdu. Hamdun-ı Kassar hazretlerinin yüksek derecesi, güzel hâlleri ve hikmetli sözleri varken pek konuşmaz, insanlara sohbet etmezdi. Bir gün kendisine: “Artık konuşsanız, halka nasihat etseniz” diye ısrar ettiler. Ancak kabul etmedi. “Konuşmam” dedi. Hikmetini sordular. Cevabında: “Bir kimse ki sustuğu zaman din bozulur, konuştuğu zaman düzelirse Onun konuşması doğru olur. Bizim gibilerin nasihati kalplere tesir etmez. Kalplere tesir etmeyecek sözü söylemek de ilmi hafife almak olur” buyurdu. Bir gün bu zata “Efendim, eski büyüklerin sözleri kalplere tesir edermiş. Bizim sözlerimiz

Hamdûn-I Kassâr Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler

Hamdûn-I Kassâr Kuddise Sirrûh’tan Nasihatler Fıkıh, hadîs ve tasavvuf, âlimlerinden. İsmi Hamdûn bin Ahmed Kassâr en-Nişâbûrî olup, künyesi Ebû Sâlih’dir. Evliyânın büyüklerinden olup, vecîz sözleri, tatlı ve kalplere tesîrlidir. 271 (m. 884)’de Nişâbûr’da vefât edip, Hîre ismindeki kabristanda defn olundu. Ebû Türâb Nahşebî, Ali Nasrâbâdî, Ebû Hafs Nişâbûrî ve başka zâtların sohbetlerinde bulundu. Ebü’l-Hasen Bârûsî’nin talebesi olup, Süfyân-ı Sevrî’nin mezhebinde idi. Nefsin arzularına uymaması, haram ve şüphelilerden sakınması çok fazlaydı. Bir gece, vefât etmek üzere olan hasta bir dostunu ziyârete gitti. Yanında bulunurken hasta vefât etti. Hamdûn Rahmetullahi Aleyh, hemen orada yanmakta olan mumu söndürdü ve “Dostumuzun vefât etmesiyle mum vârislerin oldu. Onların ise, mumu kullanmamıza izin verip vermeyeceklerini bilemiyoruz” buyurdu. Talebeleri sıdk ve ihlâs kazanmağa çalışırlar, farzlara çok dikkat ederlerdi. İbâdetleri, hayrâtı, sünnetleri, nâfile ibâdetleri ço

Siraceddin Şirvânî Kuddise Sirrûh Hazretleri

Siraceddin Şirvânî Kuddise Sirrûh Hazretleri Siraceddin Şirvânî Kuddisu Sirrûh hazretleri, Azerbaycan’da, Şirvân vilâyetinde 1782 (H.1197) senesinde doğdu. Tahsilini tamamladıktan sonra Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin huzûruna giderek ona talebe oldu. 1817 senesinde icâzet ve emir verilmesi üzerine Şirvan’a döndü. Rusların Kafkasları istilâsı üzerine, Amasya’ya gidip, orada 1847 (H.1264) senesinde çıkan kolera salgınından bir ramazan ayında vefât etti. Vefatından evvel oğluna buyurdu ki: “Kıymetli oğlum! Mubâhların fazlasından sakınmalısın. Mubâhları, lüzûmu kadar kullanmalısın. Bunları da, Allahü teâlâya kulluk etmek niyeti ile yapmalısın. Meselâ, bir şey yerken, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeye, giyinirken avret yerini örtmeye ve soğuktan, sıcaktan korunmaya niyet etmeli ve her mubâh için [ve ders çalışırken böyle] gerekli niyetler yapmalıdır. Büyüklerimiz azîmet ile hareket etmiş, ruhsattan elden geldiği kadar kaçınmıştır. Mubâhları, z

Ölüm Güzel Şey

Resim
Ölüm Güzel Şey Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber... Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun! Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun! Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse; Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse! O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner... O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın? Toprağın altındaki saklambaçta var mısın? Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var; Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var! Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta... Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta... Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut! Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut! Necip Fazıl Kısakürek

İki Cevher: Edep Ve Hayâ

İki Cevher: Edep Ve Hayâ Müslüman, edepli, görgülü, nazik, kibar, güler yüzlü olmalı, her yerde ve her zaman; “Buyurun, efendim.” demeden konuşmamalıdır! Edep, hiçbir hırsızın çalamadığı güzel bir ziynettir. Edep, insanla hayvanı ayıran farktır. Edep; güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlâk, hayâ, nezâket, zerâfet gibi mânâlara gelir. Hayâ, utanmak demektir. Peygamber Efendimiz; (Evlâdınızı edepli, terbiyeli yetiştirin!) buyuruyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenâb-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlâk sahibi olmasıdır. Hadîs-i şerîfte; (Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olandır.) buyuruldu. Her zaman her yerde edepli, hayâlı olmaya çalışmalıdır! Hazret-i Ömer efendimiz; (Edep, ilimden önce gelir.) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından Resûlullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber Efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona karşı saygılı olmak için mübârek dizini dikip oturmazdı. Ebû Saîd-i Hudrî

Yabancı Okullar

Yabancı Okullar Osmanlı Devleti sınırları içinde 1904 tarihi itibariyle, tam 1506 yabancı okul vardı. Sırf Amerikalı Protestan misyonerlere âit okul sayısı 465’i buluyordu. 752 adet Fransız okulu vardı. Dahası; İngiliz, Alman, İtalyan, Rus, hatta İran okulları. İlk yabancı okul 1583 yılında Fransız Cizvit rahiplerinin eseri: Saint Benoit. Bugün İstanbul’da Karaköy-Tophane arasında. Sultan II. Mahmud döneminde yayınlanan bir fermanla Osmanlı milletinden öğrenciler de orada eğitim görmeye başladı. Sonra Saint Joseph geldi, ardından Notre Dame de Sion. Ve pıtırak gibi çoğalarak 1506’yı buldular. Elazığ’dan Van’a, Erzurum’dan Merzifon’a, Samsun’dan Tarsus’a, Kayseri’den İzmir’e ve İstanbul'a yüzlerce yabancı okul. Bu okullara gönderilen Türk ve Müslüman çocukların beyni yıkanıyordu ama aileleri zerrece aldırmıyor, evlâtlarının değişimiyle âdeta gurur duyuyorlardı. Çünkü bu okullarda çocuk okutmak bir gelişmişlik ve statü göstergesiydi. Üstelik denetlenemiyorlardı. 1909’da bir

Camiye Giderken Yapılan Dua

Camiye Giderken Yapılan Dua اَللَّهُمَّ اجْعَلْ فيِ قَلْبِي نُوراً، وَفيِ لِسَانِي نُوراً، وَفيِ سَمْعيِ نُوراً، وَفيِ بَصَرِي نُوراً، وَمِنْ فَوْقِي نُوراً، وَمِنْ تَحْتيِ نُوراً، وَعَنْ يَمِينيِ نُوراً، وَعَنْ شِمَاليِ نُوراً، وَمِنْ أَمَامِي نُوراً، وَمِنْ خَلْفيِ نُوراً، وَاجْعَلْ فيِ نَفْسِي نُوراً، وَأَعْظِمْ ليِ نُوراً، وَعَظِّمْ ليِ نُوراً، وَاجْعَلْ ليِ نُوراً، وَاجْعَلْنيِ نُوراً. اَللَّهُمَّ أعْطِنيِ نُوراً، وَاجْعَلْ فيِ عَصَبيِ نُوراً، وَفيِ لَحْميِ نُوراً، وَفيِ دَمِي نُوراً، وَفيِ شَعْرِي نُوراً، وَفيِ بَشَرِي نُوراً. اَللَّهُمَّ اجْعَلْ ليِ نُوراً فيِ قَبْرِي وَنُوراً فيِ عِظَامِي، وَزِدْنِي نُوراً، وَزِدْنِي نُوراً، وَزِدْنِي نُورًا، وَهَبْ ليِ نُوراً عَلَى نُورٍ Anlamı: “Ey Allah’ım! Kalbimde bir nur, dilimde bir nur yap. Kulağımda bir nur, gözümde bir nur yap. Üstümde bir nur, altımda bir nur yap. Sağımda bir nur, solumda bir nur yap. Önümde bir nur, arkamda bir nur yap. Nefsimde bir nur yap. Benim için büyük bir nur ve yüce bir nur yap. Bana bir nur yap. B

Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Eşine Yazdığı Şiir

Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Eşine Yazdığı Şiir Bir gün Mevlâna eve girer ve hanımı ona sorar: “- Bu kadar âşıksın! Mevlâ’ya şükürler olsun bu aşkı yaşayıp, yaşatana... Peki, bana ne kadar âşıksın?” Der. Mevlâna hanımına şu şiirle cevap verir. Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin. Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin, Sen benim; yalandan ve sahteden kaçışım, Riyadan bıkışım, gerçeği arayışımsın, Ve nihayet doğrunun tadına varışımsın. Sen benim; haksızlığa ve zulme başkaldırışım, Mazluma kucak açışım, zalime düşmanca bakışımsın Ve mağdurdan yana tavır alışımsın. Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim, Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin Ve kapanmayan avuç içimsin. Sen benim; hayat ve kaderle inatlaşmam, Ekmek için kavgam, bitmek tükenmek bilmeyen davamsın Ve zorluklara karşı yılmayışımsın. Sen benim; menfaate ve çıkara tepkim, Almak için verene öfkem, ille de karşıl

Dinle! Düşünme, Faydalan...

Dinle! Düşünme, Faydalan... Enes b. Mâlik Radiyallahü Anh’dan rivayet edilmiştir:  “Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem, zayıflamış, kuş yavrusu kadar olmuş Müslüman bir kimseyi ziyaret etti. Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem ona: “- Sen Allah’a herhangi bir şey için dua ediyor ya da O’ndan bir şey istiyor muydun?” diye sordu. Adam: “- Evet, ben; ‘Allahım! Bana ahirette bir ceza vereceksen o cezayı bana dünyada ver!’ diye dua ediyordum!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem: “- Subhanallah! Sen buna güç yetiremezsin! Sen: “Allahümme! A’tinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhiretî haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr!” (Allahım! Bize dünyada bir iyilik ver. Ahirette de bir iyilik ver. Bizi cehennemin azabından koru) diye dua etsen!’ buyurdu. Daha sonra Resûlullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem o adam için dua etti. Adam da iyileşti.” (Müslim, Zikr, 7) Bu dua aynı şekilde Enes b. Malik tarafından, Resûlullah’ın Sallallâhu Aleyhi Vesellem en çok yaptığı dua olarak da riva

Ey Aşk Ateştir Senin Nesebin

Ey Aşk Ateştir Senin Nesebin Ey aşk! Ateştir senin nesebin… Dumandır niteliğin kaynağın ise rüzgâr Su tufana dönüştü toprak da küle Senin kokunla ateş rüzgâra karıştı Şirin’siz her saray bisütûn gibi viranedir Ferhat’sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgârda Yedi nesil öteye tüm atalarımız gâmdı Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu Rüzgâr esince toprağımızdan senin kokun geliyor Sadece Sen kalacaksın; Biz hepimiz gidince… Hâfız-ı Şirâzî

Selâm Götürün

Selâm Götürün O mübarek illere, Bizden selâm götürün! Hakk’ı anan dillere, Bizden selâm götürün! Kutlu Hicaz çölüne, Hakk’ın solmaz gülüne, Hacıların seline, Bizden selâm götürün! Girenler dost bağına, Düşmez küfrün ağına, Mübarek Nur Dağı’na, Bizden selâm götürün! Yalvarın Rabbimize! Dualar edin bize! Muazzam Kâbe’mize, Bizden selâm götürün! Girersiniz ihrama, El sürmeyin harama! Sahabeyi kirama, Bizden selâm götürün! İmren güzel huyuna! Benî Haşim soyuna, İçip zemzem suyuna! Bizden selâm götürün! Mekke ile Medine, İki eşsiz hazine, Çihar yâr-i güzine, Bizden selâm götürün! Güneşte yanan başa, Gözlerden akan yaşa, Öpülen kara taşa, Bizden selâm götürün! Gösterilen vefaya, Merve ile Safa’ya, Muhammed Mustafa’ya, Bizden selâm götürün! Tekbir alan ihvana, Kestikleri kurbana, Bütün ehl-i imana, Bizden selâm götürün! Yetişir Cemal gayrı, Çok sözün yoktur hayrı, Hüccaca ayrı ayrı,

Haydi Hizmete

Haydi Hizmete Kavuşmak isteyen büyük himmete, Hakka inananlar haydi hizmete. Kolay bulunmayan böyle nimete, Bismillah diyerek haydi hizmete. Ter dökelim Ehlisünnet yoluna, Canımız fedadır Hakkın uğruna, Sünni kitapları basıp bağrına, Emri maruf için haydi hizmete. Öğren düşmanların bütün fendini, Tuzağına düşme koru kendini, İlimle yıkmalı küfrün bendini, İlmi yaymak için haydi hizmete. Hani deryaların kaptanı bizdik, Bütün düşmanları sıraya dizdik, Gururlu kralları nasıl da ezdik, Ecdadın torunları haydi hizmete. Hep Hak için hakka koşmalı mümin, Hizmet aşkı ile coşmalı mümin, Bütün engelleri aşmalı mümin, Şanlı zafer için haydi hizmete. (Alıntı)

Dünya Ve Âhiret Saadeti İçin...

Dünya Ve Âhiret Saadeti İçin... M. Said Arvas Huzurla yaşayabilmemiz için yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar bize hizmet ediyor; üstelik ücret de talep etmiyorlar!.. Rabbimize ne kadar şükretsek azdır... Biz daha dünyaya gelmeden, dünya hayatında rahat ve huzur içinde hayat sürebilmemiz için ne lazımsa hepsini yarattı ve bize ihsan eyledi. Bunların hiçbirini biz talep etmedik, böyle bir şeyi düşünmedik, düşünebilseydik bile yapmaya gücümüz yetmezdi. Tamamı bizi yaratan Rabbimizin lütfu ve ihsanıdır... Rızkımızı daha biz dünyaya gelmeden önce annemizin göğsünde hazırlamıştır. Sadi-i Şirazi rahmetullah-ı aleyh buyuruyor ki: "İnsanlar, rızıklarından niçin endişe ederler o dünyaya gelir gelmez rızkını hazır bulur." Yemeden, içmeden yaşamak mümkün olmaz. Havamızı, suyumuzu, gıdamızı akıl ve hayal edemeyeceğimiz kadar güzellikte kim yaratıyor ve bizlere ihsan ediyor!.. Güneş elmaya da, bibere de aynen yansıyor, ikisi de kırmızıdır. Birisini tatlandırıyor,

Dünyanın Bekâsı Yok Halkın Da Vefâsı Yok!

Dünyanın Bekâsı Yok Halkın Da Vefâsı Yok! M. Said Arvas "Gönlünü dünyaya bağlama, çünkü dünyanın bekâsı yoktur. Gönlünü halka da bağlama halkın da vefâsı yoktur..." İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır. Dünyaya geldiğinden beri içine düştüğü sıkıntılardan, maruz kaldığı belalardan kendisini koruyacak bir güç, bir sığınak aramıştır. Bir yerden medet ummaya kendisini mecbur hissetmiştir. Ezelden beri onu titreten, korkutan "Ölüm muamması"nı ve buna karşı içine düştüğü ümitsizlik karanlığından kurtulmak için çare aramış durmuştur. Bunun içindir ki; tarihte hiçbir kavim ve kabile yoktur ki, bir ma'budu olmasın!.. En ilkel topluluklarda bile, tapındıkları "tanrı"ları vardı. Kimi ağaçtan, kimi taştan kendi elleri ile yaptıkları ve şekil verdikleri putlara tapıyor ve onlardan medet umuyorlardı. Hâlbuki, kendileri de çok iyi biliyorlardı ki; duymayan anlamayan, iyiliği veya kötülüğü dokunma ihtimali olmayan bu cansız varlıklardan hiçbir hayır gelmez