Kayıtlar

Anne Şefkati

Anne Şefkati Leylek yavruları, çok sıcak bir yaz günü sıcaktan pişiyorlarmış. Anne leylek şemsiye gibi kanatlarını açarak, yavru leyleklerini sıcaktan koruyormuş. Ama yavrular akşama doğru bir bakmışlar ki anneleri hiç hareket etmiyor. Şefkatli leylek, bütün gün kanatlarını açıp güneşte yandığından dolayı ölmüş. Yavrular hüzünle ağlamaya başlamışlar. -Ah anneciğimiz ah! Bizi korumak için kendini feda ettin! Bir daha bizleri kim koruyacak? Senin haklarını nasıl ödeyeceğiz? Şefkatli mübarek annelerimizi ve babalarımızı sakın üzmeyelim! 

Baba Şefkati

Baba Şefkati Aile pikniği çok güzel başlamıştı. Gölün karşısındaki meşenin dibine örtülerini sererek yayıldılar. Ali Hakan babası ile odun toplamaya gitti. Ömer Yasin’de annesi ile mangal hazırlıklarına başladı. Kısa sürede mangallar yakıldı. Etler kızartıldı. Salatalar hazırlanırken Ali Hakan’la, Ömer Yasin top oynamaya başladılar. Çocuklar var güçleriyle topa tepiyorlar, neşe ile hoplayıp zıplıyorlardı. “Kimin teptiği top daha çok havaya fırlıyor?” diye yarış diyorlardı. Ömer Yasin topa öyle bir hızlı tepti ki top havalandı yere düşünce zıplayarak göle fırladı. Ali Hakan eşofmanlarını çıkararak atlet kilot göle atlayarak topa doğru yüzmeye başladı. Topa dokundukça top ileri gidiyordu. Babaları Abdullah Bey dehşetle izlerken göl kenarına koşmaya başladı. Ali Hakan topu yakalarken top kayarak tekrar uzaklaştı. Babaları: -Oğlum topu bırak geri gel! Diye haykırdı. Fakat Ali Hakan dinlemeyerek topa doğru hızla yüzerken yavaş yavaş su yutmaya başlamıştı. Paniğe kapılan Öme

Eskici

Eskici Vapur rıhtımdan kalkıp da Marmara'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar: -Çocukcağız Arabistan'da rahat eder. Dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler. Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıyla halasının yanına, Filistin'in ücra bir kasabasına gönderiliyordu. Hasan vapurda eğlendi; gırıl gırıl işleyen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gibi iplere asılı sandallara, vardiya değiştirilirken çalınan kampanaya bakarak çok eğlendi. Beş yaşında idi; peltek, şirin konuşmalarıyla de güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti. Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktıktan sonra sıcak memleketlere yaklaşınca kendisini bir durgunluk aldı: Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardı ve ona İstanbul’d

Hapishanede Kılınan Namaz

Hapishanede Kılınan Namaz Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur’a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar. Vâli dedi ki: – Hepsini hapsedin! Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp: ”Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye duâ etti. Vâli uyurken rüyâsında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek’at namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı. Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu: – Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı? Müdür dedi ki: – Bunu

İyiliğin Peşinden İmtihan Gelir

İyiliğin Peşinden İmtihan Gelir Salih bir zat vardı. Çok cömertti. Elinde avucundakileri muhtaçlara dağıttığı gibi, yardım isteyen fakirler olursa, onlara belli etmeden, başkalarından kendi adına borç alır fakirlere hediye ederdi. Bu zat bir gün hastalanır, yatağa düşer. Hastalığı gittikçe artar. Bunu duyan alacaklılar, onun ölüm döşeğinde olduğunu düşünerek başucuna dikildiler. Salih zat bundan son derece utanmış, rahatsız olmuştu. Asık yüzlü, sıkıntılı tiplerle çevrili olması onu üzmüştü. Bir şeyler söylemek istedi ancak, bize para gerek, nasihat değil, diye susturuldu. Bu sırada dışarıdan helva satan bir çocuğun sesi duyuldu. Salih zat, bir adamına seslenerek helvaları satın alıp ziyaretçilere ikram etmesini istedi. Görevli, çocuğun tepsisindeki bütün helvaları aldı. Ziyaretçilere ikram etti. Herkes abus çehrelerle helvaları yediler. Çocuk gelip helvaların parasını istedi. Salih zat, – Evlat bunları bana borç olarak yazar mısın? deyince çocuk tek kelime söy

Namusa Saldıranın Cezası

Namusa Saldıranın Cezası Sizlere bu bölümde adalet ile ilgili hikâye, namus ile ilgili hikâye, dini hikâye, sahabe hikâyeleri aktarmaya çalıştık. Çok ibretlik bu hikâyeden nasiplenmeniz dileklerimizle. Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu. İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü. Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun sahip olduğu fıtrî güzelliği gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti. Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan Es’ile’ye seslendi: – Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım. Es’ile’nin cevabı makuldü: – Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni eş olarak iste. O seni reddetmez. Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu sa

Bir Daha Bulamazsınız

Bir Daha Bulamazsınız Su, ateş ve ahlâk dostluk kurmuşlar… Bir gün ormanda dolaşmaya çıkmışlar... Fakat bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş. Orman çok büyük ve çok karmaşıkmış. Her türlü ihtimâle karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar. Ateş ve ahlâk suya sormuşlar: Kaybolursan seni nasıl bulacağız? Su cevaplamış: Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım, demiş. Sıra ateşe gelmiş. Su: Seni yitirirsek ne yapalım? Diye sormuş. Ateş: Duman gördüğünüz yerde ben varım, cevabını vermiş. Sıra ahlâka gelince cevabı şu olmuş: Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız! (Alıntı)

Dedikodu

Dedikodu Adam bir dost meclisinde, dostlar arasında sohbet edilirken söze karıştı ve mecliste olmayan başka bir insanın aleyhinde dedikoduya yapmaya başlamıştı. Orada bulunan büyük bilgin adama doğru yüzünü çevirdi ve şunları söyledi. -Benim yanında başkaları hakkında kötü sözler söyleyerek, beni kendin hakkında olumsuz kanaatlere sevk etme. Düşünelim ki, senin söylediklerinle o adamın değeri azalmış olsun; ancak bu azalan değer sana eklenip senin değerini artırmayacaktır, bunu aklından çıkarma! (Alıntı)

Tövbenin Kabul Olması İçin

Tövbenin Kabul Olması İçin Suriye’de yetişen evliyâdan Seyyid Abdülhakîm Hüseynî Rahmetullahi Teâlâ Aleyh hazretlerinin bir sohbeti sırasında tövbe ile ilgili olarak şöyle buyurdular: Tövbe geçmiş günahları pişmanlıkla terk etmek ve gelecekte yapmamaya azmetmektir. İşte bu hâl insana on güzel ahlâk ve hasleti kazandırır. Bu hasletlere tövbenin şartları denir. 1- İkinci bir seferde günah işlememektir ki farzdır. 2-  tutulduğu günahları terk etmek ve işlediği için üzülmektir. 3-  Allah’ü Teâlâ’ya yönelip kazası gereken ibadetleri kaza etmek, kefareti gerekenin kefaretini vermek, kul hakkına ait iadesi gerekeni yerine vermektir. Abdurrahman Tâgî hazretleri; “Utancından dolayı gasp ettiği ve çaldığı malı sâhibine iade etmeyen veya helâllaşmayanın zulüm ile ilgili tövbesi sahih değildir.” buyurdu. 4- Yaptığından pişmanlık duymak ve hata ağlayarak suçunu idrak etmektir. 5- İstikâmeti düzeltmek için bütün tedbirleri almak, bilfiil istikâmet yoluna girmek, ölünceye kada

İhtiyar balıkçı

İhtiyar balıkçı İhtiyar balıkçı, 85 gün olta salladıktan ve eve eli boş döndükten sonra bir gün iyice açılıp  “büyük balık” ı yakalar. Lâkin kıyıya dönerken, yedeğine aldığı, teknesinden yarım metre daha büyük olan bu kılıç, yol boyu kan kokusuna gelen canavar köpekbalıklarınca didik didik edilir. Bu korkunç mücadeleden elinde kala kala dev balığın iskeleti kalmıştır. Kan revan içinde, uykusuz ve bitkin sahile yanaşırken “Beni adamakıllı yendiler... Hem de ne yeniş...” diye geçirir içinden. Sonra silkinir ve yüksek sesle şunu söyler: “Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar…” Hayat yolculuğumuz da öyle değil midir? Kimi için güzel bir kadındır “büyük balık”, kimi için zengin bir damat… İyi bir hayat… Hayırlı evlat… Ya da müstakil ev, son model araba, sınırsız servet… Kimi,  “büyük balık” ı hiç göremeden ölür. Kimi, bir kez tuttu mu, bir daha açılmaz hiç… Onunla gömülür. Kimi ise; yaşam denilen, şakaya gelmez deryanın dalgalarında yalpalana yalpalana

Rızık için dua

Rızık için dua – Dua için rica Bir şahıs, heyecan ve ıstırapla, İmam Sadık Rahmetullah’ın huzuruna gelerek: – Ne olursunuz efendim, Allah’a bana daha fazla rızık vermesi için dua da bulunun, çünkü çok yoksulum, dedi. İmam: -Hayır, asla dua edemem buyurdu. -Niçin edemezsiniz efendim? -Zira Allah bu iş için bir yol tayin etmiştir; rızk peşinden koşun ve onu elde edin diye de emir buyurmuştur. Hâlbuki sen evinde oturup, dua etmek suretiyle, rızkın senin peşinden gelmesini istiyorsun.   (Alıntı)

O Bir Çare Bulur

O Bir Çare Bulur İslâmiyete düşman olan Hristiyanların bâzıları, meşhûr Tatar hükümdârı zâlim Hülâgu’nun yanına gelerek ve kendisine yaltaklanarak, Müslümanların mescitlerini yıkmasını, medreseleri dağıtmasını, ezânı ve İslâmın sembolü olan şeyleri ortadan kaldırmasını söylediler. Kan dökmekten, insanlara eziyet ve işkence etmekten zevk alan o meşhûr zâlim de, mâcera uğruna çok Müslüman kanı döktü. Âlimlerden ve diğer Müslümanlardan birçok kıymetli zâtı şehîd etti. Müslümanlar, bu zâlimler karşısında âciz kalıp, ne yapacakları hakkında görüşmek üzere beş yüz kadar âlim toplanıp, o zamandaki meşhur âlimlerden Şemseddîn Müsta’cel bin Rıfâî hazretlerine geldiler ve bu fitneyi durdurmak için bir şeyler yapmasını, bir çâre göstermesini, bu belânın üzerlerinden kaldırılması için duâ etmesini istediler. O ise, kendisini buna lâyık görmeyip: “Bu iş benim yapabileceğimin üstündedir. Ben de sizinle berâber geleyim. Birlikte Tâcüddîn hazretlerinin yanına gidelim. O bir çâre bulur.” dedi

Paylaşılamayan Veli

Paylaşılamayan Veli Mar’uf-ı Kerhi Hazretlerini sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da çok sever. Bir defasında bunlardan biri gelir, ‘çocuk sahibi olabilmek’ için dua ister. Büyük veli bir fırsatını bulup onu zarif bir şekilde İslâm’a davet eder. Adam; – İyi ama ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlat, der. Veli; – Allah sana hayırlı bir evlad nasip etsin. Onun elinden imana gelesin, diye dua eder. Çok geçmez, adamcağızın çok akıllı bir oğlu olur. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderir. Rahip ilk gün teslisi anlatır ama çocuk bir tuhaf olur. Çocuk; – Hayır! kalbim daralıyor, dilim söylemiyor, der. Rahip; -Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi bana harfleri oku, der. Çocuk bir şiir okur ki ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allahü teâlânın sıfatlarını ve Muhammed Aleyhisselamın meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bi

Borcun Vadesi

Borcun Vadesi Zamanın birinde iyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, “Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?” diye sorduklarında, “Padişahımız ölünce ödersiniz” diye cevap veriyordu. Bu duruma tanık olan bir adam bir gün Padişaha, “Efendimiz sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek” diye gammazladı. Bu gammazlık üzerine padişahın vezirine karşı kalbi kuşkulandı.Kendisini huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu. Vezir sıradan bir vezir değildi. Görevinin dışındaki bir takım incelikleri de biliyor ve yerinde bunlardan yararlanıyordu. Padişahı sorusuna şu açıklamada bulundu: “Padişahım, söylenen doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil,

Kambur Ekmekçi Hikâyesi

Kambur Ekmekçi Hikâyesi Geçmiş yıllardan birinde Kayseri halkı neye uğradığını şaşırmıştı. Çünkü Kayseri kuruldu kurulalı böyle yanıp kavrulmamış, bir damla suya böyle hasret kalmamıştı. Kayserili soluk alamayacak kadar bunalıyordu ve Kayseri, yaşanılmaz bir hamam sıcaklığında nemliyken kupkuru kavruluyordu. Toprak, kocaman yarıklarla ayrılmıştı. Ekin bitmiyordu. Kayseri’nin bütün meşhur âlimleri, hacıları hocaları bir araya gelip konuştular, birbirlerine danıştılar. Sokak sokak, ev ev Kayseri’yi dolaştılar. Yağmurun kesilmesinin suçlusunu arıyorlardı. En küçük kötülükleri en büyük cezayla cezalandırdılar. Artık, Kayseri’de suç ve günah diye bir şeyin kalmadığına iyice inanınca, oturup sabîler hürmetine bu uğursuzluğun, bu korkunç cezanın bitmesini beklediler. Kuraklık biteceğine arttı. Fakat bu günahkâr kimdi? Kim olabilirdi? Meşhur âlimlerin ilmi, derin hocaların olanca derinliği ve hacıların geniş sabrı, taş gibi bir çaresizliğin karşısında dağılıyordu.