Kayıtlar

ibretlik Bir Hikâye: Alın Teri

ibretlik Bir Hikâye: Alın Teri Bir zamanlar, bir genç herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi: "Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alın terinle kazandığın bir altın getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim." Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle! Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıkla bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu: "Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?" Babası başını iki yana salladı: "Hayır oğlum. Sana kendi alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altın getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki." Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Ertesi gün bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babası

Ah Bu Kocalar

Ah Bu Kocalar Kadın sinir içinde cep telefonundan kocasını aramış: - Saat kaç oldu. Hangi cehennemdesin? - Aşkım... O hiç unutamadığın harika elmas gerdanlığın bulunduğu kuyumcu var ya. Hani o zaman param yoktu alamamıştım ve bir gün mutlaka alacağım sözünü sana vermiştim... Hatırladın mı? Bu sözleri duyan kadın birden yumuşamış, heyecandan titreyen bir sesle: - Evet, evet, bir tanem hatırlamaz olur muyum? Demiş. Ama adamın cevabı hiç de beklediği gibi olmamış: - Evet aşkım... İşte o kuyumcunun hemen yanındaki kahvede arkadaşlarla oyundayım! (Alıntı)

Kur'an'dan Bir Nokta

Kur'an'dan Bir Nokta Bir gün Evliyalar Şahı Hazreti îmamı Rabbani Kuddise Sirrûh, sür'atlice abdesthâneye girdiler. Fakat girmeleri ile çıkmaları bir oldu. Hemen ibrikteki su ile elini yıkadı sonra tekrar abdesthâneye girdi. Çıktıktan sonra kendisine bunun sebebi soruldu. Buyurdular ki: — Biraz; önce kalemin yazıp yazmadığını denemek için tırnağıma bir nokta yazmıştım. Abdesthâneye girince bunu fark ettim, hemen dışarı çıkarak onu yıkadım. Ondan sonra içeri girdim. Çünkü o nokta Kur'anı Kerîm'dendir, Onunla abdesthanede bulunmayı edebe uygun görmedim, buyurdular. (Alıntı)

Bu Can O Uğurda Fedadır

Bu Can O Uğurda Fedadır Uzun Hasan Fatih'ten sulh talep ederek Çemişkezek Hâkimi Şeyh Hüseyin ile annesi Sâre Hatunu elçi olarak Fatih'e göndermeye mecbur olduğu zaman, genç hükümdar at geçmez yarlardan, geçit vermez dağlardan aşıp Trabzon'un fethi için giderken Sâre Hatun, Padişahın yorgunluğundan istifade etmeyi düşünerek: — Padişahım, bunca zahmet bir kal'a fethi için değer mi? dedi. Fatih: — Vali de, valide... İslâm Kılıcı benim elimdedir. Bu can o uğurda fedadır. Meşakkatten nice korkarım? Cevabını verdi. (Alıntı)

Anselmo Turmeda'nın Müslüman Oluşu

Anselmo Turmeda'nın Müslüman Oluşu Akdeniz'de Balear takımadalarının en büyüğü olan Mayorka adasında, bir ailenin tek çocuğu olan Anselmo Turmeda isimli biri vardı. Altı yaşında iken bir papazdan din ilmini öğrenmek üzere tahsile başladı. Sonra ilmini ilerletmek üzere Katalan'da, Larde şehrine gitti. Din ilmini hayli ilerleten Anselmo, daha da ilerletmek için Nebuniye şehrine gitti. Burada ilmi çok yüksek, kadri kıymeti büyük bir papazın himayesi ve hizmetinde uzun müddet kaldı. Nikola Mertil ismindeki bu papaz, bir gün hasta olduğundan derse gelmedi. O gün talebeler kendi aralarında müzakerelerle meşgul oldular. Akşam olduğunda Anselmo, papaz Mertil'in evine vardığında papaz: — Bugün ne ile meşgul oldunuz? Diye sordu. Anselmo ise, arkadaşları ile bazı ders müzakerelerinde bulunduklarını fakat Incil'in bir yerinde Hazreti İsa'nın “Benden sonra bir Peygamber gelir, onun ismi Paraklit'tir” sözü üzerine hayli tartışma yaptıklarını söyledi. Pap

Ön Yargıyı Kırmak Çok Zordur…

Ön Yargıyı Kırmak Çok Zordur… Bir Arife sormuşlar: -Efendim, Dünyada en çok kimi seversiniz? -Terzimi Severim diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar: -Aman Efendim, Dünyada sevecek o kadar çok kimse varken, terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı? Demişler. Ârif: -Evet, Dostlarım, ben en çok terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde; “Şişmanladı mı, zayıfladı mı, uzadı mı, kısaldı mı diye…” ölçümü yeniden alır. Diğerleri öyle değil… Bir kez hakkımda karar verdiler mi, ölünceye kadar bana hep aynı ölçü nazarıyla bakarlar...

Güneşin Mecali

Güneşin Mecali Hazreti Fatih ve ikinci Beyazıd devirlerinde yaşamış büyük âlimlerden Molla Fenari Hazretleri, son derece mütevazı ve lüzumsuz yere hiç konuşmayı sevmeyen bir zattı. Aynı zamanda manevî ilimlerle de mücehhez olan Mevlânâ Fenarî, Şeyh Hacı Halife Hazretlerinin müridlerindendi. Onun talebeleri çok az konuştuğunu, ancak Padişahlardan bir bahis açıldığı zaman bülbül kesildiğini söyleyerek şöyle anlattığını nakletmişlerdir: — Bir gün sıcak bir Ramazan günü idi. Sultan Beyazıd Hazretleri ben âcizi de yanlarına alarak şöyle ferah bir yere çıkmış güneşin batmasını ve iftar vaktini bekliyorduk. Gurup vaktini seyreden Sultan Hazretleri bana dönerek şöyle söyledi: — Görüyor musun Molla! Galiba orucun bitkinliği ve sıcak, güneşe de tesir etmiş ki yürümeye bile mecali kalmamış. (Alıntı)

Dağları Bile Yerinden Oynatırlar

Dağları Bile Yerinden Oynatırlar Hazreti Ömer Radiyallahü Anh radıyallahu anh zamanında, İran'a harp ilân edilmişti, İran Hükümdarı Yezdecerd, Çin Hükümdarından yardım istedi. Çin Hükümdarı, İran'dan gelen elçilere savaşacakları düşmanın vasıflarından sual etti. Elçiler de, bildikleri kadarıyla Müslümanların vasıflarından anlattılar! “İçki içmezler, kumar oynamazlar, yalan söylemezler, birbirlerine yardımlarını hiç esirgemezler, zina etmezler, birbirlerinin namuslarına saygılıdırlar” dediler. Çin Hükümdarı uzun uzadıya sorduklarına müspet cevaplar alınca, eline kalemini alarak İran Hükümdarına şöyle bir mektup yazmıştı: — “Azizim Yezdecerd! Sana bir ucu Merv'de bir ucu da Çin'de olan muazzam ordular gönderebilirdim. Fakat karşındaki düşmanın vasıflarını öğrendikten sonra, bundan vazgeçtim. Düşmanların olan müslümanlar, bu ahlâk kaideleri üzere bulundukları müddetçe, dağları bile yerinden oynatmak isteseler yine de oynatırlar. Sen bunlarla dost geçinmeye bak. B

Yüz Suyu

Yüz Suyu 1735 1808 yılları arasında yaşamış Hoca Neş'et adıyla ma'ruf bir âlim vardı. Bu âlim varlıklı bir kimse olduğu için gelen geçen herkese iyilik etmeyi çok sever, hatta kendisinde olmazsa, başkalarından isteyerek, gene de ihtiyaç sahibinin işini görürdü. Bir defasında kendisine: — Hocam şunun bunun işi için ona buna yüzsuyu döküyorsun. Kendin elinden geleni yapıyorsun. Bir de yüzsuyu dökmek niye? Diye söylenmişlerdi. Hoca Neş'et şu cevabı verdi: — Yüzsuyu ile değirmen dönmez ya, yüzsuyu ile ancak iş görülür, ben de onu yapıyorum. (Alıntı)

Hikâyenin Hikâyesi

Hikâyenin Hikâyesi Osmanlı şair ve nüktedanlarından Cenanî'ye, zamanın padişahı, anlattığı fıkra ve hikâyeleri bir kitap halinde toplamasını söylemişti. Cenanî bildiklerine kendi uydurduklarını da ekleyerek bir kitap yazdı. Kitabı güzel yazı yazan birine verip temize çektirdikten sonra yaldızlanması ve ciltlenmesi için ciltçiye vermişti. Böyle bir kitabın yazılıp ciltçiye verildiğini duyan padişahın nedimlerinde Derviş Eğlence, isimli bir hikâyeci Cenanî'den habersiz olarak daha ciltçide iken baştan sona okuyup ezberledi. Derviş Eğlence, padişaha hikâye ve nükteler anlatır ve onu eğlendirirdi. Cenanî'nin yazdığı kitabı baştan sona padişaha anlattı. Olup bitenlerden habersiz Cenanî, kitabını ciltciden almış ve padişahın takdirini kazanacağı ümidiyle saraya getirip, Kapı Ağası aracılığı ile padişaha gönderdi. Cenanî, dışarda heyecanla padişahtan gelecek ihsanı bekliyordu. Biraz sonra Kapı Ağası Gazenfer Ağa, huzurdan çıktı ve: — Beyim, gerçi bizim Derviş

Kabul Olan Üç Dua

Kabul Olan Üç Dua Mevlânâ Fenarî Hazretleri bir gün medresede talebe okuturken şöyle demişti: — Allah'a hamd ü senalar olsun ki, bu zamana kadar ne istedimse hiç birini reddetmedi. Yalnız üç dileğim var, inşallah onlar da kabul olunur. Bunlardan birincisi; evimde benden evvel kimsenin vefat etmemesi, ikincisi; hastalığım uzun sürüp ölümümün zor olmaması, üçüncüsü ise; îmanla göçüp ahirette saadeti ilâhînin müyesser olmasıdır. Hazretin bu dualarından ilk ikisi tahakkuk etmiş, kendisinden evvel ailesinden kimse irtihal etmemiş, ikindi abdestini alıp namaz için camiye doğru gittiği bir sırada ruhunu teslim etmiştir. Allahü a'lem üçüncü dileği de kabul olunmuştur. Allah şefaatinden mahrum etmesin! Âmin! (Alıntı)

Arapça Günlük Konuşma العربية الَمحَادَثَة اليَوميّة

Arapça Günlük Konuşma  العربية الَمحَادَثَة اليَوميّة  Günlük Arapça Konuşmada Kullanılan Temel Kelimeler… Kelimati esasiyeti fi tekellem yevmiyyeh. كلمات اساسية في تكلم يومية Merhaba! Merhaban. مَرحباً. Hayırlı sabahlar! sabâhu’lhayr. صَباحُ الخَير. Sana da merhaba, hayırlı sabahlar! Sabahu’nnur; marhaban bik. مَرحَباً بك. صَباحُ النّور. Hayırlı akşamlar! Mesâu’lhayr. مَساءالخَير. Sana da merhaba, hayırlı akşamlar! Marhaban bik; mesau’nnur. مَرحَباً بك. مَساءُالنّور. Esselamu aleyküm! Nasılsınız? Esselâmu aleyküm; keyfe halukum. السّلام عليكم ، كَيف حَالُكُم. Ve aleyküm esselam ve rahmetüllah-i ve berekâtuhu, Allah’a hamd olsun, iyiyim! Ve aleyküm-ü’sselam ve rahmetullah-i ve berakatuhu; bi hayr vel-hamdülillah. وعليكم السّلام ورَحْمَة الله وبَركاتهُ، بِخَير والحَمدلله. Görüşmek üzere. Selametle! İlellikâ; m’aasselame.

Felsefenin Sonu

Felsefenin Sonu Kadızade Hızır Bey'in oğlu olan ve sonradan üstün zekâsı ve son derece kaabiliyeti sayesinde büyük ilim adamlarından olan Sinan Paşa, gençlik çağlarında felsefeye çok önem verirmiş. Babası Hızır Bey her ne kadar oğlunu bu yoldan çevirmeye çalışmışsa da bir türlü başaramazmış. Hatta öyle olmuş ki, bir gün baba-oğul beraber yemek yerlerken yine münakaşaya başlamışlar. Baba oğlunun her şey hakkında şüphe etmesine çok sinirlenmiş. Bir ara demiş ki: — Yahu Sinan, sende o kadar evham var ki, her şey için o kadar şüpheye düşüyorsun ki, neredeyse şu yemek yediğimiz tabağa bile bakır değil diyeceksin, demiş. — Doğru söylüyorsun baba! İnsanın hisleri bazan o kadar galipgelir ki, ben bu tabağa “bakır değildir” diyebilirim, demiş. Bunun üzerine son derece sinirlenen Hızır Bey, yemek yedikleri tabağı kaldırdığı gibi, oğlunun kafasına geçirmiş. Sinan Paşa, daha sonra ilmini ilerletip hakikati anlayınca bu vehim sevdasından tamamen vazgeçip, değerli ilim

Zamanın Ebû Hanife'si

Zamanın Ebû Hanife'si İstanbul feth olunduktan sonra Ayasofya Müderrisliği, Molla Hüsrev Hazretlerine verilmişti. Zamanının insanları ona o kadar değer verirler, hürmet ederlerdi ki, her sabah talebeleri ve halk evinin önünde toplanır, Molla Hüsrev atına biner, talebeleri ve eve gelen esnaf da atının önünde Medrese'ye kadar götürürler, akşam olunca da aynı vaziyette Medrese'den alıp evine getirirlerdi. Cuma namazını mutlaka Ayasofya Camiinde kılan Molla Hüsrev, Camiye geldiği zaman bütün cemaat ayağa kalkar ve ta en öndeki yoriııe varıncaya kadar oturmayıp onun oturmasını beklerlerdi. Bir defasında Hazreti Fatih de cemaatın Molla Hüsrev Hazretlerine bu hürmeti gösterdiklerini ve caminin içinde bile kendisine yol verip ayağa Kalktıklarını görünce vezirlerine dönerek manzarayı göstermiş ve: — Molla Hüsrev zamanımızın Ebu Hanifesidir, diyerek memnuniyetini belirtmiştir. Molla Hüsrev Hazretleri o kadar mütevazî hayat yaşardı ki, birkaç tane cariyesi ve hizmetç

Molla Hüsrev'in İlmi

Molla Hüsrev'in İlmi Meşhur Osmanlı ulemasından Molla Hüsrev Hazretleri Edirne'deki Halebî Medresesinde müderrislik yaparken Allâme Sadeddin Teftezânî'nin “Mutavvel” isimli kitabına bir haşiye yazmış ve o zamanın sayılı Alimlerinden sayılan Seyyid Ahmed Kırımı Edirne'ye geldiği zaman haşiyeyi tetkik etmesi ve gerekli tashihi yapması için ona vermişti. Seyyid Ahmed Kırımı, Molla Hüsrev'in haşiyesini baştan sona kontrol etmiş ve bazı değişiklikler yaparak birçok yerde yanlışlar yapıldığını bildirmişti. Molla Hüsrev Hazretleri, Seyyid Ahmed Kırımî'nin tenkidlerini görünce, hele bir çok tutarsız ve mesnetsiz itirazlar yaptığını anlayınca hayli üzülmüş ve durumun devrin ileri gelen ilim adamlarının önünde müzakere edilmesini ve Seyyid Ahmed Kırımi'nin itirazlarının çürütülmesini arzu etmişti. Bu vesile ile hem misafir olan hem de kendi haşiyesinin yanlışlarını tesbit ettiğini bildiren Seyyid Ahmet Kırımî'nin de hazır bulunduğu bir yemek ziya