Kayıtlar

Tevratta Peygamberimizin İsmini Gördü

Tevratta Peygamberimizin İsmini Gördü Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem zamanında Şam'da bir Yahudi hahamı vardı. Bu haham zamanın ileri gelen Yahudi ilerindendi. Bir gün bin sûre ve her sûresi bin âyetten ibaret olan Allah Celle Celâlüh'nın kelâmını Tevrat'ı okurken dört yerinde Hazret-i Peygamberimizin ismi şerifine rastladı. Peygamberimizin îslâmiyeti anlatmakla vazifeli olduğunu ve Medine'de İslâm dinini yaydığını daha evvel çok duyuyor ve yayılan Islâmiyete ve Peygamberimize karşı büyük bir kin besliyordu. Bundan dolayı Tevrat kitabında O'nun isminin bulunmasına tahammül edemiyerek hasedinden o dört sahifeyi yırtıp attı. Fakat Cenab-ı Allah ona İslâmiyeti nasip edecekti, ikinci gün gene Tevrat okumaya başladığında bu sefer sekiz yerde Peygamberimizin ismi şerifine rastladı. Sekiz sahifenin sekizini de yırtması lâzımdı. Bir hayli düşündükten sonra onları da yırtmaya karar verdi, yırtarak onları da ateşe atıp yaktı. Ne var ki Cenab-ı Allah ikaz e

“Öl” Dedi Öldü, “Diril” Dedi Dirildi

 “Öl” Dedi Öldü, “Diril” Dedi Dirildi Kutbul Arifin Hace Bahauddîn Şah Nakşibend Hazretleri, sâdık müridlerinden biri olan Muhammed Zahid ile birlikte bir iş için ellerinde baltaları olduğu halde dağa çıkmışlardı. Orada baltalarını bir kenara bırakarak sohbete daldılar. Sohbet o kadar ilerledi ki, her şeyi unutmuşlar, zaman da hayli ilerlemişti. Sonunda söz “Kulluk ve feda” (Allah'a kulluk ve yolunda kendini feda) konusuna geldi. Muhammed Zahid, Şah-ı Nakşibend Hazretlerine: — Netice olarak feda nedir? Diye sordu. Nakşibendî Hazretleri: — Eğer dervişe “öl” denirse hemen ölmesidir, buyurdular. Sonra kendisinde öyle bir hal zuhur etti ki, Muhammed Zahid'e dönerek: “Bi mîr-Öl! “ buyurdu. Mürid Muhammed Zahid hemen düşüp ruhunu teslim etti. Ayakları kıble tarafına, sırtüstü olduğu halde güneşin o müthiş harareti altında saatlerce cansız olarak kaldı. Hatta öyle oldu ki güneşin harareti yüzünü, artık karartmaya başlamıştı. Şah-ı Nakşibendî Hazretleri burasını ş

Zünnarı Kes, Müslüman Ol!

Zünnarı Kes, Müslüman Ol! Silsile-i Saadâttan Hace Abdul Halık-ı Gucdüvanî Hazretleri müridleri ve muhipleri ile sohbet ederken tekkeye derviş kılığında, elinde tesbihi arkasında hırkası ve omuzunda seccadesi ile bir genç geldi. Cemaat kalabalıktı. Sohbet aşure günü yapılmakta idi. Genç mütevazi bir halde selâm verdikten sonra bir köşeye çekilip oturdu. Bir müddet Hazreti Şeyhin sohbetini dinledikten sonra ayağa kalkıp: — Ya Şeyh! Hazreti Peygamber Efendimiz, “Mü'minin bakışından korkunuz, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar” buyurmaktadır. Bu Hadîs-i Şerifin sırrı nedir? dedi. Hace Abdulhalık Gucdüvanî Hazretleri: — Bu hadisin sırrı şudur: Sen zünnarı kesmelisin ve îman etmelisin, buyurdular. (Zünnar hristiyanlar tarafından bele bağlanan ve küfür alâmeti olarak kabul edilen bir kuşaktır. ) Şeyh Hazretlerinin bu sözleri üzerine o genç: — Allah'a sığınırım böyle kötü hareketten. Benim zünnarım mı var? dedi. Şeyh hizmetçisine işaret ederek gencin sırt

Kör Çocuk Göze Kavuştu

Kör Çocuk Göze Kavuştu Her Peygambere Cenab-ı Allah bazı mucize selâhiyetleri vermiştir. Hazreti Musa Aleyhisselâm asası ile istediği zaman mucize izhar eder, ne arzu ederse onun vasıtası ile olmasını temin ederdi. Hazreti İsa'ya ise Cenab-ı Allah hasta ciltlere şifa verme, körlerin gözünü açma ve ölüleri diriltme gibi bazı mucizeler izhar etme selâhiyeti vermişti. Bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem'e ise bütün Peygamberlere verdiği mucizeyi izhar etme imkânı ve selâhiyeti vermiştir. Hatta bu ümmet içinden bazılarına da Cenab-ı Allah kerametler gösterme imkânı ihsan ederek peygamberlerin vekilleri olduğunu isbat etme kolaylığını ihgan etmiştir. İşte bunlardan bir tanesi Herat'lı Şeyhülislâm Ahmed-i Namık-el Cami Hazretleridir. Bir gün bir davete teşrif etmişlerdi. Evden ayrılacakları zaman hizmetçisi ayakkabılarını hazırlamış önüne koymuştu. Hazreti Şeyh giymek üzere iken: — Burada bir saat daha durmamız emr olundu, deyip gitmekten

Aslanın Ziyafeti

Aslanın Ziyafeti Hace Ahmed Hedamiy-i Serahsî Hazretleri kendisinin kurtuluşuna, dünya nimetlerinden el etek çekmesine vesile olan bir hâdiseyi şöyle anlatmaktadır: — Bir gün bir sahradan geçmekte idim. Yanımda birkaç tane de devem vardı. Karşıdan bir arslanın heybetle bana doğru koşarak geldiğini gördüm. Arslan bütün heybetiyle yanıma yaklaşıyordu. Develeri bırakıp bir kenara çekildim. Arslan develerimden birini parçalayarak öldürdü. Sonra da bir lokma bile almadan yüksek bir tepenin başına çıkarak yüksek bir sesle kükredi. Bundan sonra ormanda ne kadar canlı varlık, tilki, kurt, çakal ve buna benzer ne varsa tümü toplandılar, ölü devenin etinden doyuncaya kadar yediler, arslan ise onların içine bile karışmadı. Bir kenardan onların doymalarını bekledi. Karınlarını doyuran hayvanlar deve ölüsünü terk ettikten sonra da arslan devenin başına varıp yemeye başladı. Fakat o anda daha evvel yetişememiş bir tilkinin geldiği göründü. Arslan yine tilkinin etten yemesi için bir kenara

Bana Allah’ü Teâlâ Yeter!

Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! Rabb'imiz diyor ki: "Tekrar kabirden dirildiğin gün iki kabir arası kadar yaşadığını anlayacaksın." Ve işte o an biz şunu söyleyeceğiz: Allah’ım bu kadar kısa mıydı yaşadığımız şu ömür? Hepsini toplasan şu birkaç saat mi? — Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! Bir ayakkabı giydiğinde bile zorlandığın için sevap yazan Allah’ımız var bizim. Senin sıkıntına ecir vermeyecek mi sanıyorsun? Tüm bunları ölünce anlayacaksın, istiyorum ki ölmeden önce anla! — Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! İşte sana soruyor Allah’ü Teâlâ resulü... Kardeşim diyor, istemez misin dünya onların, ahiret bizim olsun? — Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! Dua benim anahtarım, tevekkül ise kapımdır. Ötesinde ise Rabb'im vardır. — Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! Bir insan yüreğini üşütüyorsa üzülme, Allah’ü Teâlâ oraya rahmetini bırakır, orayı sıcacık eder. Sen yeter ki kapını açık tut! — Bana Allah’ü Teâlâ Yeter! Aslında farklı tarzı var, bilinen ama üzerinde kafa yorul

Kıyametin On Alâmetini Belirten Bir Hadis-i Şerif

Kıyametin On Alâmetini Belirten Bir Hadis-i Şerif Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem kıyametle çok ilgilenmiştir. İşaret ve alâmetlerini anlatmış, ondan önce meydana gelecek fitnelere dikkat çekmiş, ümmetini ikaz edip o şiddetli döneme hazırlıklı olmamızı istemiştir. Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurdular ki: "On alâmet zuhur etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır: 1- Doğuda bir yer batması, 2- Batıda bir yer batması, 3- Arap yarımadasında bir yer batması, 4- Duman, 5- Deccâl, 6- Dâbbetü'l-Arz, 7- Ye'cûc ve Me'cûc, 8- Güneşin battığı yerden doğması, 9- Aden toprağının sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları haşr olacakları yere sürmesi" buyurmuştur. 10- İsa bin Meryem Aleyhisselâm’ın inişi veya “İnsanları denize atacak bir rüzgâr” olarak rivayet edilmiştir. (Müslim, Fiten, 39, 40,128, 129; Ebû Dâvûd Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28).

Şeyhin Müridlerini İmtihanı

Şeyhin Müridlerini İmtihanı Mire-i Nişabûri Kuddise Sirrûh Hazretleri, yanında müridlerinden bir hizmetçisi olduğu halde Nesa denilen yere gitmişti. Orada büyük rağbet gördü, bir hayli müridleri oldu. Başına toplandılar, hatta onun zikrinden bile meşgul ediyorlardı. O bu durumdan incinmekte idi. Nesa'dan geri dönmeye karar verdi. Ve bir gün müridlerine Allaha ısmarladık diyerek yola çıktı. Onun etrafını saran yeni birçok müridi de kendisi ile gelmeye karar verdiler ve peşine düştüler. O her ne kadar siz gelmeyin kendi memleketinizde kalın dediyse de illâ da biz de gideceğiz diyorlar ve arkasından gelmeye devam ediyorlardı. Giderken bir tepenin başına vardılar. Şiddetli rüzgâr esmekte idi. Mire-i Nisabûrî Hazretleri şalvarını çözdü, ayakta bevletmeye başladı, hattâ kendi üzerini ve etrafında bulunan bir çok kimsenin de üzerini pisledi. O zamana kadar tereddütsüzce bağlı olan müridleri: — Bu ne biçim şeyhlik, bu ne biçim hareket? diyerek peşini bırakıp gerisin geriye dö

Otuz Yıllık Ekmek

Otuz Yıllık Ekmek Ebu Said Ebu'l Hayr Kuddise Sirrûh Hazretleri, daha henüz küçükken babası onu almış Cuma namazına götürmekte idi. Yolda zamanın mânevi reisi Şeyh Ebu'l Kasım Hazretlerine rastladılar. Ebu'l Kasım Hazretleri, Ebu'l Hayr'in babasına': — Bu çocuk kimindir? Diye sordu. O da: — Bizdendir ya Şeyh! dedi. Şeyh Ebu'l Kasım Hazretleri onların yüzüne bakarak gözleri yaşardı. Sonra da Ebu'l Hayr'in babasına: — Ya Ebu'l Hayr, bizim dünyadan gitme zamanımız gelmiştir, fakat makamı boş görerek üzülmüştüm. Fakat şimdi senin çocuktan öyle anlıyorum ki müslümanlar istifade edecek derecede mânevi kabiliyet var. Cuma namazından sonra bu çocuğu bizim eve getir, dedi. Namazdan sonra Ebu Said Ebu'l Hayr'in babası çocuğunu alarak Şeyh Kasım'ın evine getirdi. Şeyhin dergahına girdiler... Dergâhta kışlık yiyeceklerin konduğu (masandıra yüksekçe bir yer) vardı. Şeyh oraya bir ekmek koymuştu. Çocuğun babasına: — Oğ

Kürt Olarak Akşamladım, Arab Olarak Sabahladım

Kürt Olarak Akşamladım, Arab Olarak Sabahladım Ebu Abdullah el-Müştehir Hazretleri, Şiraz'lı bir kurt taifesindendir. Cenabı Allah ona ilm - ledün bahşetmek istemişti. Bir gün Şiraz medreselerinden birine geldi. Medresede talebeler ilim mevzuunda konuşmalar yapıyorlar, bazı hususlarda tartışmaları vuku buluyordu. Talebelerin ilim öğrenmek için hayli gayret sarfettiklerini görünce hoşuna gitti ve bir mesele öğrenmek kasdıyla bir şey sordu. Talebeler gülüştüler onun bu safça, yani basit bir şeyi sormasına... O Mübarek: — Ben de sizin öğrendiğiniz ilimlerden bir ilim öğrenmek isterim. Bana bir yol gösterin, dedi. Talebeler müstehzi bir tavırla ona şu nasihatta bulundular: — Eğer Âlim olmak istersen, evinin tavanına bir ip bağla, ayağını da ipe sıkıca bağlayıp kendini başı aşağı sallandır ve her sallanışta “Sarı renkli demir (veya aslan yelesi)” de. Böylece ilim kapıları sana bir gecede açılır, dediler. Ebû Abdullah el-Müştehir Hazretleri talebelerin kendisi i

Evliyaya İkram Etmeyenin Hali

Evliyaya İkram Etmeyenin Hali Şeyh Ebu Abdullah-ı Dineverî Hazretleri ömrünün son yllarında seyahata çıkmıştı. Seyahat esnasında Vadiü'l - Kur'a denen yere vardı. Orada bir mescide yerleşti. Yorgunluk ve ihtiyarlık sebebiyle daha fazla yürümeğe mecAli Radiyallahü Anh kalmamıştı. Orada ona hiçbir yiyecek vermedikleri gibi evlerine de misafir etmediler. O mübarek bir gece yatsı namazından sonra yine aç susuz mescidde kalakaldı. Cenab-ı Allah ömrünü tamamlamıştı. O gece mescidde vefat etti. Sabahleyin gelen cemaat ona kefen hazırlayıp, cenaze namazını kılarak defnettiler. Fakat bir Allah dostunu gücendirmişlerdi. Onlardan tabii ki Allah da razı olmayacaktı. Ertesi gün, mescide geldiklerinde o garip yolcuyu sarıp defnettikleri kefeni mihrapta buldular. Üzerinde bir parça kâğıda şöyle yazılmıştı: — Benim dostlarımdan birisi size geldi. Siz onu misafirliğe kabul etmediğiniz gibi yemek bile vermediniz. Benim dostum sizin bu merhametsizliğiniz yüzünden açlıktan mescidde vefat

Ölmek İstedi Ve Öldü

Ölmek İstedi Ve Öldü Şeyh Ebû'l Hasan-i Kürdeviye Hazretlerine muhiplerinden biri gelerek: — Burada bir adam var, daima “Benim nefesim İsa Aleyhisselâmın nefesi gibidir. O nasıl ölüleri diriltirse ben de mânevi ölüleri öyle diriltirim” diyor dedi. Bu söz Hazreti Şeyhin çok ağrına gitti. Her hangi bir kimsenin kendisini İsa Aleyhisselâma benzetmesine tahammül edemedi. Çünkü o bir peygamberdi. Nasıl olur da bir kimse evliya da olsa bir peygamber gibi olabilir, ona benzetilebilirdi. Bu sözleri işiten Şeyh Ebû'l - Hasen derinden bir ah çekti ve: — Ya Rabbi! Bana bu kadar ömür verdin, ben de bu ömürle bu zamana kadar yaşadım. Bu yaştan sonra böyle had bilmez sözler işitmeye başladım. Böyle sözler işitmektense ben hayat istemiyor, ölmeyi istiyorum, dedi. Şeyh bu duayı yaptıktan sonra hemen ruhunu teslim etti. Kuddise Sirrûh (Alıntı)

Atlas Okyanusu'na yenilen 'Cihan Pehlivanı' Koca Yusuf

Resim
Atlas Okyanusu'na yenilen 'Cihan Pehlivanı' Koca Yusuf’un Şanlı ve Hazin Hikâyesi [Korkunç Türk (The Terrible Turk)] Greko Romen stilde güreşen ilk sporcumuz Koca Yusuf, Deliorman'ın Şumnu yakınlarında, Kareli Köyü'nde dünyaya gelir. Do­ğum tarihi kesin olarak bilin­memekte, 1859 olduğu tah­min edilmektedir. Koca Yu­suf, Avrupa ve Amerika'da yaptığı güreşlerle dünyaya ün salan ve Greko-Romen stilde güreşen ilk sporcumuz olarak tarihe geçmiştir. Ustasının, Kareli Köyü ya­kınlarındaki Nascı Köyü'nden 'Kel İsmail' olduğu söylenir. Yusuf'a 'Koca' lakabı, onu dönemin ünlü güreşçilerinden 'Küçük Yusuf'tan ayırt edile­bilmek için verilmiştir. Koca Yusuf'un heybetli bir görüntüsü vardı Kolları, diz kapaklarını aşarcasına uzun, kütük gövdeli, elleri de çok iriydi. Yaptığı el enselerden ötürü, rakipleri ona 'Demir Pençe' diye de anarlardı: 1.88 boyunda, 120 kilo ağırlığındaydı.  Kırkpınar'da yap

Arslanların Kulaklarından Tuttu Götürdü

Arslanların Kulaklarından Tuttu Götürdü Ebu İshak Hazretleri, Müslim-i Mağribi Hazretlerine ziyarete gitmişti. Kendisi âlim ve fazıl bir zattı. Müslim-i Mağribi Hazretlerinin mescidine geldi. O anda Müslim-i Mağribi Hazretleri sabah namazını kıldırıyordu. Namazda Fatiha sûresinde birkaç yerde tecvîd ve ta'liminde hata ettiğini görünce: “Boşuna zahmet edip de tâ uzak yerlerden bunu ziyarete geldim. Bunun şeyhliğinden ne olur?” Diye düşündü ve hiçbir şey söylemeden o gün orada kalıp, ertesi günü yola çıktı. Yolda giderken birkaç arslan görüp korkusundan gerisin geriye dönmeye karar verdi. Arslan Ebu İshak Hazretlerini görmüşler peşine takılmışlardı. Ebu îshak Müslim-i Mağribi'nin meclisine yaklaştığında karşıda onu gördü. Arslanlar Müslim-i Mağribi Hazretlerini görünce kaçmadıkları gibi huzurunda sanki boyun eğdiler. O mübarek gelerek onların kulaklarından tuttu ve: Sonra da bana dönerek: — Ey köpekler, ben size demedim mi benim misafirlerime dokunmayacaksınız!

Çocuk Sevgisi

Çocuk Sevgisi Halife Hazreti Ömer Radiyallahü Anh Eshab-ı Kiram'dan bir zatı vali tâyin etmek üzere huzuruna çağırmıştı. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın torunlarından biri çıkageldi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh torununu kucakladı, öptü ve onun gönlünü hoş etti. Orada bulunan zat Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’a; — Ya Ömer Radiyallahü Anh! Sen çocukları sever misin? Hâlbuki ben, on tane torunum olduğu halde hiç birisini bu zamana kadar kucağıma almadım ve öpmedim, dedi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh ona: — Allah’ü Teâlâ senden merhameti kaldırmışsa ben ne yapayım? Dedikten sonra “Kendi çocuğunu ve torununu sevmeyen, halkı hiç sevemez” diyerek vali tâyin etmekten vazgeçti. (Alıntı)

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh Şeyh Hammad (Ebu'l-Hayr Tınatî) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l-Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı: — Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi-kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular. Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı: — Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefere çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım, iskenderiye'den sonra Dimyat'a dökülen ırmak kenarındaki dağa, kamıştan bir ev yapmıştım. O sıralarda Dimyat'a çok gelen - giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarının artıklarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi. Kış