Kayıtlar

İç Huzurun Yedi Anahtarı

İç Huzurun Yedi Anahtarı Sizi huzura ve mutluluğa götüren nedir? Bazen buna cevap vermek güç olabilir. Oysa iç huzuru ve buna bağlı olarak da mutluluğu yakalamak aslında sanıldığı kadar zor değildir. İşte insanı iç huzura ve mutluluğa götüren 7 altın kural: 1. Dış görünüşünüzü başkalarıyla karşılaştırmayın. Unutmayın siz bir yağlı boya tablosu değilsiniz. 2. Hırslarınıza gem vurun. 3. Geçinecek kadar para yeter. Zenginlik arttıkça huzur, mutluluk ve saadet aynı oranda artmaz. 4. Dahi olmadığınıza üzülmeyin. 5. Allah'ü Teâlâ’ya ve öteki dünyaya inanmak hayata bir gaye ve mana kazandırır. Yalnızlık duygusunu yok eder. 6. Bencil değil, paylaşımcı olun, başkalarını da düşünün. 7. Zarafeti elden bırakmayın, kırıcı olmayın!

Deryaya Bak da İbret Al

Deryaya Bak da İbret Al   Zâhidâ! Aç gözün, sahraya bak da, ibret al! Şu direksiz kubbe-i semâya bak da, ibret al! Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyânın kudretin, Her sabâh, seher vakti, dünyâya bak da ibret al!   Arif isen çekme zerrece fenâ’nın mihnetin, Herkesin Yâr-ı Hûdâ’dır elbet verir kısmetin, Görmek istersen Cenab-ı Kibriya’nın hikmetin, Her gün seher vakti kalk deryaya bakda ibret al.   Kande gitti, geldiler; bunca dünyaya kahraman, Bir birine fend edip onlar da oldu imtihan, Yel götürdü tahtını hani Süleyman’ı zaman, Aç gözünü devleti İskender’e bakda ibret al.   Derviş Ömer gel güvenme bu fena devletine Bu dünya bir zıllü hayat aldanma ziynetine Padişah olsa da derler er kişi niyetine, Var musallada yatan mevtaya bakda ibret al.   (Alıntı)

Herkes Yediğinden İkram Eder

Herkes Yediğinden İkram Eder Yavuz Sultan Selim Han zamanında, İran Şahı kıymetli mücevherlerle süslü bir sandık hediye gönderiyor. Sandık açılıyor. İçinden çeşit çeşit değerli taşlar, kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkıyor. Fakat bir de pis bir koku yayılıyor. Dehşet bir koku, herkes burnunu tıkıyor. Neyse en alttaki bohçadan insan pisliği çıkıyor... Yani Osmanlıya acayip bir hakaret! Cihan padişahı emir veriyor, herkes düşünsün, buna ince bir şekilde cevap vermemiz gerekir. Ve cihan padişahı yine çözümü kendisi buluyor. Aynı şekilde değerli mücevher ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlatıyor. İçine o zamanın Osmanlı İstanbul'unda imal edilen gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu hazırlatıyor, en altına da küçük bir pusula ve bir satır yazı gönderiyor. Şah sandığı açıyor. Açtıkça güzel bir koku ve en altta bir kutu lokum. Anlam veremiyorlar tabii. Bizim elçi yiyor önce, sonra oradakilere ikram ediyor. Kutunun içindeki pusulayı Şah okuyor: Herkes yediğinden ikra

Amel Oldur ki...

Amel Oldur ki... Amel oldur ki anda ola ihlâs, Hulûs olmayan âmâli nidersin? İç ol zehri ki bal olsun sonunda… Sonunda zehr olan balı nidersin? Kuru lâf ile maksûd ele girmez, Yürü hal ehli ol! kâli nidersin? Riyâ ile bu halkı gel azıtma… Koy tâc ü hırkayı şâlı nidersin? Derip dünyâyı cem etme önünde… Seninle kalmayan mâlı nidersin? Niyâzî isteyen Hakkı bulurmuş… Gel imdi iste ihmâli nidersin? Niyazi Mısri Kuddise Sirruh

Fitneden Korunma Duası

Fitneden Korunma Duası اَللَّهُمَّ اَحْفَظْنَي مِنْ الفِتَنِ وَالأحْوَال Okunuşu: Allahümme ehfaznâ minel fiteni vel ehvâl! Anlamı: Allah’ım fitne, korku ve sıkıntılardan bizi koru! Âmin!

Herkes Kendine Yakışanı İkram Eder

Herkes Kendine Yakışanı İkram Eder Fatih Sultan Mehmet bir yemek düzenler. Fransa Kralı'da sandığın içinde dalga geçmek için insan ve hayvan pisliği yollar. Osmanlı bu duruma çok bozulur. Ve Fatih'in çevresindekilerin ne yapmak istediğini sorarlar. Fatih de bir sandığın İçine güller ve Lokum koymalarını İster. Ve Osmanlı elçisiyle gönderirler. Fransa Kralı'na şunu iletirler: -Osmanlı Devleti öyle bir devlettir ki, bizim yediklerimizin, kokladıklarımızın tadına başkalarının da bakmasını isteriz der. Fransa Kralı çok mahcup olur ve Fatih'e hediyeler gönderir.

Hediye

Hediye  Adam 3 yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kâğıdı bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı...  Yılbaşı sabahı küçük kızı, paketi getirip "Bu senin babacığım" dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına... Bir gece önce yaptığından utandı... Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına gene bağırdı.  "Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?" Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı… "O kutu boş değil ki baba" dedi... "İçini öpücüklerimle doldurmuştum!” Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar. Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgi

Gurura Karşı İlaç

Gurura Karşı İlaç Halife Hz. Ömer bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine'nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah'ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu: - Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın? - Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum. (Alıntı)

Görebilmek

Resim
Görebilmek Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa… “Buraların yabancısıyım demiş. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.” Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra; “Ben de buraya ilk defa geliyorum!” demiş. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde... Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. “Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?” Diye gülümsemiş çocuk... “Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.” “İyi ama...”  Demiş adam, “Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?” “Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez...” diye atılmış çocuk. “Üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız!” Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra

Gördüğünüz Kötülükleri Kuma, İyilikleri Kayalara Kazımayı Öğrenin!

Gördüğünüz Kötülükleri Kuma, İyilikleri Kayalara Kazımayı Öğrenin! Çölde yolculuk eden iki arkadaş hakkında bir hikâye anlatılır. Yolculuğun bir aşamasında iki arkadaş tartışırlar biri ötekine bir tokat atar. Tokadı yiyenin canı çok yanar ama tek kelime etmez ve kum üzerine şu sözleri yazar. 'Bugün en iyi arkadaşım bana bir tokat attı.' Yıkanabilecekleri bir vahaya rastlayana dek yürümeyi sürdürürler. Tokadı yiyen yıkanırken bir batağa saplanır, boğulmak üzereyken arkadaşı tarafından kurtarılır. Boğulmak üzere olan arkadaş tam kurtulduktan sonra bir kaya parçası üzerine şu sözleri kazır: 'Bugün en iyi arkadaşım benim hayatımı kurtardı. ' Tokadı vuran ve sonra arkadaşının hayatını kurtaran kişi ona şöyle der; senin canını yaktığımda bunu kum üzerine yazdın ama şimdi kayaya kazıyorsun. -NEDEN? Öbür arkadaş ona şöyle cevap verir: 'Biri bizi incittiğinde bunu kum üzerine yazmalıyız ki bağışlama rüzgârı estiğinde onu silebilsin. Ama biri bize

Gerçek Değer

Gerçek Değer Gerçek bir değer, karşılık beklemeksizin verilen sevgi, elde etmek için yaşamı tükettiğimiz mutluluk. Eğer deli delilikte direnseydi bilge olurdu. Direnmedi... Bazı durumlar vardır… Çözüm aradığımız... Her şeyde üç çözüm vardır bizim çözümümüz başkasının çözümü ve gerçek çözüm... Gerçek çözüm başımızı kumdan çıkarttığımız andır. Her şeyin bir karşılığı vardır hayatta… Bizim de karşılığımız vardır... Onu bulmak gerçek çözüme ulaşmaktır... Karşılığımızı bulmaktır gerçek çözüm... Onu bulmak hayatta verdiğin kadar almaktır da... Kadir kıymet bilmek adına yaptıklarımız bizi kıymetsizleştiriyorsa çözümümüz onun çözümüdür... Oysa gerçek çözüm yüreğimizdedir... Bilinmemiş değerin, değeri görülememiş şeylerin son noktaya getirilmesi ile insanın içine büyük bir üzüntü çöker. Geri dönüşü olmayan şeylerdir. En sonunda pişmanlık duymak anlamsızdır aslında, o duruma getirmek de körlük ve kapristir. Her seferinde baştan başlamak imkânsız olduğundan, insanın içindeki yanı

Evlada Bırakılan İki Mektup

Evlada Bırakılan İki Mektup Yaşlı adam kaçınılmaz sonun yakın olduğunu anlayınca oğlunu yanına çağırmış ve ona zarfları kapalı iki mektup vermiş. Sonra da "Bu mektuplardan ilkini ben öldüğüm sırada, ikincisini ise gasil hanede yıkanırken aç" demiş. Adam ölmüş. Oğlu vasiyeti yerine getirmek için ilk mektubu açmış. Mektupta şu yazıyormuş: "Beni çoraplarımla yıkayıp göm.” Adamı gasil haneye getirmişler. Oğlu imama vasiyetini söylemiş. İmam kaşlarını çatmış: "Bu mümkün değil. Dinen günah olur. Her ölenin bedeni çıplak olarak yıkanır, kefene konur ve toprağa verilir. Aksini ben yapamam, ayrıca baban da günaha girer ve cennete gidemez.” demiş. Oğlu çaresiz karara boyun eğmiş ve ikinci mektubu açmış. Orada da şöyle yazıyormuş. “Bak gördün mü, yanımda çoraplarımı bile götüremiyorum.” (Alıntı)

Duaya Cevap

Duaya Cevap Dua edip Allah'tan kuvvet istedim! O ise beni kuvvetlendirmek için zorluklar verdi. Ondan hikmet istedim! O bana çözmem için problemler verdi. Ondan zenginlik istedim! O bana akıl ve basiret verdi. Ondan cesaret istedim! O bana üstesinden gelmem için tehlikeler verdi. Ondan sevgi istedim! O bana yardım elimi uzatmam için sıkıntıdaki insanları verdi. Ondan yardım istedim! O bana fırsatlar verdi. İstediğim her şey elime geçmedi… Ama o bana ihtiyaç duyduğum her şeyi verdi! (Alıntı)

Haddini Bilmek

Haddini Bilmek  Bir mülâkat sınavına girmişti. Altı değişik bakanlığın temsilcilerinden oluşan sınav komisyonu tarafından sorulan soruları cevaplamaya çalışıyordu.  Sıra Diyanet İşleri Başkanlığı temsilcisinin sorusuna gelmişti. -İslam’ın şartı kaç?  Böyle bir soruyu hiç beklemiyordu. Belki fetva verecek durumda değildi ama kendisine yetecek kadar dinî bilgilere de sahipti. Biraz kızardı ve yavaş bir sesle; -Beş dedi. Peşinden başka sorular soruldu, cevapladı ama kafasına takılmıştı bir kere, kendi kendine soruyordu; “Otuz beş yaşındayım, benim gibi birine hem de çok ciddi bir sınavda böyle soru sorulur muydu”? Mülâkat sonucunda başarılı olmuştu. Ama o soruyu bir türlü unutamıyordu. Aradan yıllar geçmişti, bir sohbet esnasında birisi; -İslam’ın şartı beştir, ama bana sorarsanız altıncısı da haddini bilmektir, dedi. Evet, haddini bilmek çok çok önemli bir erdemdir. Âlime sormuşlar; -Efendim en iyi neyi bilirsiniz? Âlim cevap vermiş; -Haddimi bilirim.

Gübre Böcekleri

Gübre Böcekleri Şair Deyheki, çocuklarını yanına alarak bir dostunu ziyarete gider. Kara, kuru ve sıska çocukları gören dostu latife olsun diye: - Efendi, der. Bu gübre böcekleri senin mi? Şair, taşı gediğine koyar: - Evet efendim! Kokunuza geldiler. (Alıntı)

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh’in Birbirine Şakası

Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh’in Birbirine Şakası Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem ve Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh önlerindeki tabaktan hurma yemekte iken; Hz. Ebubekir Radiyallahü Anh küçük bir latife yapmak istemiş olacak ki yediği çekirdekleri Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem’in önündeki tabağa atar ve hurmalar bitince: “Ey Allah’ın Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem bütün hurmaları bitirmişsiniz bu kadar çok mu acıktınız?”. Der gülümseyerek… Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem bakar ki kendi tabağı çekirdek dolu iken Ebubekir Radiyallahü Anh’in tabağı bomboş… Gülümseyerek latifeye latife ile karşılık verir Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem… “Ya Ebubekir bu kadar çok mu acıktın ki bütün hurmalarını çekirdekleriyle beraber yutmuşsun?” Kıssadan Hisse: Zirveden gelen her şey güzel oluyor… Şakalar bile…

Kalbinizin Sesini Dinleyin

Kalbinizin Sesini Dinleyin Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğlunun öyküsüdür. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını ister hocası. Çocuk, bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir. Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesidir. İki gün sonra ödevi geri aldığında, kâğıdın üzerine kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "sıfır" ve " dersten sonra beni gör" uyarısını görür. "Neden sıfır aldım?" diye merakla sorar hocasına. "Bu ödev, senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal!" der hocası. "Paran yok. Gezgin bir aileden geliyorsun. At ç

Doğum günün kutlu olsun oğlum!

Doğum günün kutlu olsun oğlum! Evin telefonu sabaha karşı 3 buçukta çaldı, uyku sersemi adam telefonu aldı… Telefondaki annesiydi, telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti... Annesi; “Nasılsın oğlum iyi misin?” diye sordu? Oğlu şaşkın bir ifadeyle; “Hayırdır anne bir şey mi oldu?” “Yok!”, dedi annesi… “Biz iyiyiz sadece sesini duymak istedim…” “Anne bunun için mi aradın sabahın üç buçuğunda, yarın konuşabilirdik…” deyince… Annesi; “Rahatsız mı ettim oğlum?” dedi, Oğlu da; “Evet rahatsız Ettin” dedi... Annesi de; “Sen de 30 sene önce bu saatte beni rahatsız etmiştin, Doğum günün kutlu olsun oğlum!” dedi... (Alıntı)

O Delikanlının Adı: Victor Hugo

O Delikanlının Adı: Victor Hugo Delikanlı elindeki şiirleri, o devrin en büyük yayıncılarından birine göstererek: “Bunları satmak istiyorum.” Dedi. Yayıncı şiirlere bir göz attıktan sonra cevabını verdi: “Bunları basamam... Hiçbiri beş para etmez!” Delikanlı, pes etme niyetinde olanlardan biri değildi. Kendine güveniyordu. Başarmaya kararlıydı. “Çok yazık!” dedi. “Büyük bir servet kazanma fırsatını kaçırdınız. Çünkü sizinle anlaşmak ve ileride yazacağım bütün eserlerin telif hakkını da size satmak istiyorum!” Yayıncı gerçekten büyük bir fırsatı kaçırmıştı. O delikanlının adı Victor Hugo idi. (Alıntı)

Çocuğum Ve Ben

Çocuğum Ve Ben Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde yetişmem gereken uçaklar ve ödemem gereken faturalarla meşguldüm. Ben uzaklardayken, yürümeyi öğrendi. Konuşmayı da öyle… Biraz büyüdüğünde: “-Senin gibi olmak istiyorum baba…” demeye başladı.” -Ben büyüğünce senin gibi olacağım.” İşyerine telefon açıp: “-Baba eve ne zaman geleceksin? ” diye sorardı hep. “-Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde, güzel vakit geçireceğimden emin olabilirsin.” Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum on yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım. “-Top için teşekkürler baba! Haydi oynayalım.” Dedi. “-Bu hafta sonu tamamlamam gereken işler var” dedim.” Bugün olmaz haftaya tamam mı? “-Tamam” dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi. “-Büyüyünce baba…” dedi, ”ben de senin gibi olmak istiyorum...” Yıllar fark ettirmeden geçip gitti. Oğlum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra üniversiteden mezun oldu. Bu durumda, başka bir baba gibi, benim de söylemem gereken bir şeyler var