Kayıtlar

padişah etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Her Doğru Her Yerde Söylenmez

Her Doğru Her Yerde Söylenmez Padişahın biri, rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hale geldiğini görür. Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tâbircilerini huzuruna çağırtır. Rüyasını anlattıktan sonra tâbircibaşına: “– Hele bir söyle, bu rüyâ hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” diye sorar. Tâbircibaşı hiç düşünmeden: “– Maalesef şerdir padişahım!” der ve sözlerine şöyle devam eder: “– Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.” Tâbircibaşının bu yorumu, padişahın gönlünde âdeta soğuk rüzgârlar estirir. Bir anlık sessizliğin ardından padişah hiddetle kükrer: “– Tez atın şunu zindana, felâket tellâlı olmak neymiş öğrensin!” Muhafızlar, tabircibaşıyı yaka-paça götürüp zindana atarlar. Padişah, bu kez huzurundaki diğer bir tâbirciye dönerek: “– Sen söyle bakalım, rüyâmın tâbiri nedir, hayır mıdır,

32. Osmanlı Padişahı ve 111. İslam halifesi Sultan 2. Abdülaziz

Resim
32. Osmanlı Padişahı ve 111. İslam halifesi Sultan 2. Abdülaziz İngiltere Kraliyet ailesi isteklerini kabul ettiremeyince; İngiliz kuklası Hüseyin Avni Pasa, pehlivanlardan üç kişiyi Fer’iyye Sarayı’nda mahsus bahçıvanlıkla vazifelendirdi. 4 Haziran 1876 sabah sularında odasına girdiler. Abdülaziz Han, bir müddet onlara karşı koydu; boğarak şehit ettiler. Cinayete intihar süsü vermek için O’nun bileklerinin damarlarını kesen zorbalar, hiçbir şey yokmuş gibi gizlice islerinin başına döndüler. Ruhu şad, mekânı Cennet olsun! Allah’ü Teâlâ gani gani Rahmet eylesin!

“Senden büyük Allah var!”

“Senden büyük Allah var!” Padişahım çok yaşa!!! Osmanlı devlet geleneğinde hemen her padişaha uygulanan ve devlet törenlerinde dönemin padişahına dua niyetinde söylenen “Padişahım Çok Yaşa” sözü, asli manası incelenmediğinden, belki de yeterince önemsenmediğinden dolayı genç nesillere yanlış aktarılmış, akıllara yanlış kazınmıştır. Osmanlı devlet törenlerinde uygulanan ve teşrifat geleneklerinden biri sayılan padişah ve vezirler için söylenen güzel söz ve “Padişahım Çok Yaşa” nidaları, şimdilerde ise yerini el çırpmaya yani alkışa bırakmıştır. Uygulandığı dönemlerde ise hükümdara bir dalkavukluk, yalakalık değil halk tarafından: “Sen yaşa, sen yaşa ki devlet yaşasın, ülke yaşasın, millet yaşasın!” anlamına gelmekteydi. Devletin sağ olması milletin sağ olması, refah içinde yaşamak demekti. Bu sebeple padişahın bizzat iştirak ettiği törenlerde hep bir ağızdan söylenir, dualar ile devletin, milletin sağ olması niyaz edilirdi. Şimdilerde Sultan Abdülhamid Han’ın bazı m

Padişahın Abdestsiz Söylemediği İsim

Padişahın Abdestsiz Söylemediği İsim Gazneli Mahmud Rahmetullahi Aleyh'in Muhammed isminde bir hizmetçisi vardır.             Sultan onu çok sevmekte ve bir ihtiyacı olduğu zaman devamlı ismiyle hitap ederek çağırmaktadır. Fakat bir gün onu çağırırken ismini söylemeden babasının ismiyle çağırır. Hizmetçi bundan endişeye kapılarak sorar: “-   Sultanım niçin beni ismimle çağırmadınız da babamın ismiyle seslendiniz? Siz Muhammed ismini çok sever, hep o isimle hitap ederdiniz.” Bunun üzerine Gazneli Mahmud bizler içinde bir takva ölçüsü olabilecek şu müthiş ifadeleri sarf eder: “-   Evladım hergün sana Muhammed isminle hitap ediyordum. Zira abdestli bulunuyordum. Şu anda ise abdestim yok, Muhammed ismini abdestsiz söylemekten hayâ ediyorum. Onun için babanın ismiyle çağırdım.” Yüce Peygamberimiz kâinatın iftihar tablosu Hz. Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi Vesellem’in sevgisinin bu ölçüler içinde kalplerimizde yer etmesi niyazı ile...

Büyücü Koca Karıya Aşık Olan Padişahın Oğlu

Büyücü Koca Karıya Aşık Olan Padişahın Oğlu    Bir padişahın çok yiğit bir oğlu vardı. İçi ve dışı hünerlerle bezenmişti.    Padişah bir gece rüyasında oğlunun öldüğünü gördü büyük bir ıstırap içinde kıvranmaya başlamıştı ki uyandı. Uyanınca bunun rüya olduğunu görüp bu seferde sonsuz bir sevinç içinde kaldı ve kendi kendine:    “Bu sevincimin sebebi rüyadaki kederdi. Allah, bir sebep ihsan edip beni sevindirdi.” dedi. Padişah düşündü:    “Soyumun devamı için oğlumu evlendirmem lâzım, oğluma kötü bir padişahın kızını almaktansa iyi bir kişinin soyundan bir kız almam daha iyi.” dedi.    Şehzadenin annesi bu işten haberdar olunca: “Oğlumuzu bir yoksulla mı akraba yapacaksın?” dedi. Padişah:    “Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır, çünkü temiz kişilerin gönülleri zengindir bu da Allah vergisidir.” dedi. Uzun münakaşalardan sonra nihayet padişahın dediği oldu. Padişah oğluna yaradılışı güzel ve temiz bir kız aldı. Kızın güzellikte eşi yoktu, huyu ve ahlâkı da yüzü gibi gü

Zalim Padişah İle Sadık Dervişin Hikâyesi

Zalim Padişah İle Sadık Dervişin Hikâyesi İşittim ki, bir fakir, padişah huzurunda doğru bir söz söylemiş, bu söz o büyük padişaha dokunmuş, incinmiş. Azametini, kudretini göstermek için, fakiri zindana attırmış… Fakir, hapishanede iken, dostlarından biri o fakire gizlice: “A kardeş, demiş sen de o sözü söylememeliydin!” Buna karşılık fakir: “Cenabı hakkın emrini tebliğ etmek ibadettir. Zindandan korkmam, çünkü zindan bir saatlik bir iştir!” cevabını vermiş. Fakir dostun bu konuşmalarını padişahın adamlarından birisi duymuş ve hemen padişaha yetiştirmiş. Padişah gülmüş: “Zavallı yanlış düşünüyor; zindan bir saatlik iştir diyor. Bilmiyor ki o hapishanede ölecektir.” demiş Bu sözde padişahın kölelerinden biri tarafından fakirin kulağına fısıldanmış. Fakir o köleye şöyle demiş: “Tarafımdan padişaha söyle. De ki, ben hiç müteessir değilim. Bence zaten dünyanın kendisi bir saatliktir, ziyade değildir. Beni elimden tutup hapisten çıkaracak olsan sevinme

Padişahlığı Bırakıp Derviş Oldu

Padişahlığı Bırakıp Derviş Oldu Evliyanın büyüklerinden İbrahim bin Edhem Kuddise Sirrûh Hazretleri anlatıyor: Babam Horasan Belh hükümdarlarındandı. Bir gün atına binip ava çıkmıştım. Önüme çıkan -tilki veya tavşan- bir hayvanı kovalıyordum. Arkadan bir ses duydum: - Ey İbrahim, sen bunun için yaratılmadın, bununla emir olunmadın! Sağa-sola bakındım, fakat kimseyi göremedim. Aynı sesi daha açıktan, sonra da pek yakından yine iki kere duydum. Bu sefer durdum ve dedim ki: Bu bana Allah'tan bir uyarıdır. Vallahi bugünden sonra Rabbime isyankârlık yapmam. Atımı sürüp babamın bir çobanına geldim. Onun çoban elbisesini aldım, kendi kıymetli elbiselerimi ona bıraktım. Dağları, ovaları aşarak yürüdüm; Irak ülkesine ulaştım. Oralarda günlerce işçi olarak çalıştım. Fakat helal kaygısından hiçbir şey bana huzur vermiyordu. Bazı olgun kişiler, safi helal kazanç için Şam ve Tarsus tarafına gitmemi tavsiye etmişlerdi. Oralara gittim. Tarsus'ta iken nice günler bost

Padişahı Cennete Sokmayacağım

Padişahı Cennete Sokmayacağım Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemişti. Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kavuruyordu. Yolu bir mescide düştü. İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu. Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu. Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikâyet ediyordu: - Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım. Öteki merakla sordu: - Onu niçin cennete sokmayacakmışsın? - Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi. Gülüştüler. Padişah kölesine: - Bu mescidi ve adamları unutma! Dedi. Saraya dönünce mescide

Padişahın Bilmecesi

Padişahın Bilmecesi İstanbul'da Dördüncü Murat zamanında, Müneccim Kuyusu adıyla bilinen bir kuyu vardı. Bu kuyuyu Ali Kuşçu ismiyle maruf bir müneccim, yıldızları incelemek için yaptırmış ve derinliği 150 kulaç idi. Ali Kuşçu öldükten sonra o zamanın ilim adamları: - Bu kuyu hangi memlekette olsa o memleketi veba istilâ eder, diyerek zamanın padişahı Dördüncü Murat'tan, kuyunun doldurulmasını istediler. Dördüncü Murat ilk zamanlar pek kuyunun doldurulmasına taraftar değildi. Fakat Ali Kuşçu da vefat edince doldurulması için Müftü Yahya Efendi'nin fikrini sormak ister ve eski harflerle üç kelimelik bir yazı yazıp gönderir. Fakat Padişah yazdığı yazının hareke ve noktalarını koymadığı için, Müftü Yahya Efendi yazıyı okuyamaz ve: - Herhalde padişahımız bir bilmece göndermiş diyerek, yazıyı o yönde okumaya çalışır. Bir türlü içinden çıkamayınca da zamanın bütün ilim ve fen adamlarını davet ederek bu bilmeceyi çözmelerini rica eder. Toplanırlar, fakat bir türlü ne ol

Padişahın Devesi

Padişahın Devesi Bir padişahın canından çok sevdiği bir devesi vardı. Padişah sadece bu deveye bakmaları için birkaç kişi vazifelendirmişti. Padişahın deveye olan sevgisi o kadar fazla idi ki: - Kim bana bu devenin öldüğünü söylerse onun kellesini keserim, diyordu. Fakat deve de nihayet bir hayvandı... Bir gün beş gün derken kaç sene yaşadıysa her hayvan gibi o da öldü. Şimdi kim gidip de padişaha: - Deve öldü!, diyebilecekti. Bir - iki gün sonra içlerinden biri: - Ben bunu gider padişaha söylerim, dedi ve padişahın huzuruna çıkıp saymaya başladı: - Sultanım kıymetli deveniz yattı kalkmıyor, yumdu gözlerini açmıyor, uzattı ayaklarını toplamıyor... Adamı sonuna kadar dinleyen padişah: - Desene deve öldü, demiş. Adam: - Padişahım onu da siz söyleyin, çünkü işin içinde kelle var, diyor. (Alıntı)

Timur'un Değeri

Timur'un Değeri Timurlenk, bir gün yanında Şair Ahmedî de olduğu halde yakınları ile beraber, hamama gitmişti. Hamamda Şair Ahmedî'ye lâtife yaparak: — Şu anda padişahlık sarayında değiliz. Hepimiz ayni vaziyetteyiz. Her birimize ayrı bir değer ver bakalım, der. Şair Ahmedî, keskin zekâsıyla orada bulunanların hepsini ayrı ayrı değerlendirip kıymetlerini söyler, fakat Timur için bir değer takdir etmez. Bunun üzerine Timur, kendisi için de bir kıymet takdir etmesini söyleyince, Şair Ahmedî: — Sultanım mademki ısrar ediyorsun söyleyeyim; senin değerin seksen akçedir, der. Şair'in kendisine çok az değer verdiğini düşünen Timur: — Ahmedî bu adalet üzere bir değerlendirme olmadı. Benim şu üzerimdeki peştamal seksen akçe eder, der. Şair Ahmedî bunun altından da şöyle kalkar: — Hünkârım ben de zaten yalnız sizin üzerinizdeki futeye kıymet biçmiştim, der. (Alıntı)

Namaz Kılmak İstemeyen Padişah

Namaz Kılmak İstemeyen Padişah Namaz kılmak istemeyen padişahın biri bir âlime: -Bana namaz kılmamam için beş tane mazeret bul demiş. Âlim saymış: 1- Çocuk ol! Kral: – Nasıl olur? Ben yetişkinim, çocuk olamam! – Öyleyse namaz kılacaksın! demiş 2- Deli ol! Kral: – Nasıl olur? Ben akıllıyım! – Öyleyse namaz kılacaksın! Cevabını almış. 3- Kâfir ol! Kral: – Nasıl olur? Ben Müslüman’ım! Demiş… – Öyleyse namaz kıl! Cevabını almış. 4- Ölü ol! Kral: – Nasıl olur ben yaşıyorum! – Öyleyse namaz kılacaksın. Cevabını almış. 5- Bunak ihtiyar ol! Kral: – Olamam! Deyince: – Öyleyse namaz kıl! demiş. İnsanımıza sorarsan işi çok, vakti yok, ibadet edemez. Yapmamak içinde mazeret arıyor. Ahreti içinde emin, Allah büyük, affeder. Sıratta kaymamak içinde çaresini öğrenmiş ayağına sabun sürmeyecek. Hâlbuki ayağını kaydıracak günahı her an işliyor. Ömrünü birçokları olur olmaz işlerde tüketiyor. Allah’ın emaneti vücudunu şurada burada yıpratıyor, bil

Behlül'ün Padişahlığı

Behlül'ün Padişahlığı Halife Harun Reşid'in kardeşi Behlül Dane Hazretleri bir gün kardeşinin tahtına geçip oturmuştu. Birkaç dakika oturmadan hemen sarayın hizmetçileri gördüler. Behlül Dane Hazretlerini tahttan indirdikleri gibi bir de temiz dayak attılar... Behlül ağlamaya da başlamıştı. O anda saraya Harun Reşit gelerek Behlül'ün neden ağladığını sordu. Oradakiler Behlül'ün büyük ve affedilmez bir hata ettiğini, tahta çıkıp oturduğunu, kendilerinin de tahttan indirip dövdüklerini söylediler. Ağabeyinin ağlamasına üzülen Harun Reşit: — “Behlül böyle hatalardan dolayı dövülür mü?” deyip, özür diledi. Behlül Dane Hazretleri kardeşine: — “Kardeşim ben, beni dövdüler diye ağlamıyorum. Ben birkaç dakika tahta çıkmakla bu kadar dayak yedim, yarın senin durumun ne olur, ne kadar dayak yiyeceksin diye düşünüyor ve onun için ağlıyorum,” dedi. Bu sözler Harun Reşid'in gözlerini yaşarttı... — “O halde söyle nasıl hareket edersem kurtulurum,” de

Padişah Sırtüstü Yere Düştü

Padişah Sırtüstü Yere Düştü Aziz Mahmud Hüdayi ile Sultan Ahmed'in dostluklarının ilginç bir başlangıcı vardır. Sultan Ahmed tahta çıktıktan bir süre sonra bir rüyasında, Macaristan kralı ile mücadele ederken sırtüstü yere düştüğünü, kralın da üstüne çıktığını gördü. Padişahın bu rüyasını gerek sarayda gerekse saray dışında makul bir yoruma bağlayan çıkmadı. Bunun üzerine padişaha bu rüyasını Üsküdar'da oturan, ünü yeni yeni yayılan Aziz Mahmud Hüdayi'ye yorumlatması teklif edildi. Sultan Ahmed rüyasını bir kâğıda yazıp cevaplandırması isteğiyle Aziz Mahmud Hüdayi'ye gönderdi. Hüdayi hükümdarın adamını dergâhının kapısında karşıladı, elindeki mektubu aldı daha okumadan "cevabı burada" deyip kendi mektubunu verdi ve geri çevirdi. Aziz Mahmud Hüdayi padişahın rüyasını şöyle yorumlamıştı: İnsanın rüyasında rakip karşısında sırtüstü yere düşmesi, gerçek hayatta ona galip geleceğine işarettir. Sırt insanın en kuvvetli yeridir. Toprak da en kuvvetli

Fakir Çoban Padişahın Kızını Neden Almadı?

Fakir Çoban Padişahın Kızını Neden Almadı?   Fakir bir çoban, hükümdarın kızını görür, âşık olur… Aşkı onu Mecnunlaştırır. Her nasıl olursa olsun o kıza kavuşmayı kafasına koyar… “Acaba nasıl olabilir?” diyerek memleketin ulu kişilerini, aklı erenlerini dolaşmaya başlar. Her huzuruna vardığı mübareğe durumu anlatır ve sorar. “- Acep ben ne etsem de hükümdara damat olabilsem?” Dinleyenler tebessümle cevap verir. Sırt sıvazlar, teselli ederler: “- Be evladım!”, derler, “- Bu olacak iş mi, davul bile dengi dengine… Var git köyüne, kendi dengini bul… Hükümdar kızını unut.” Fakat kaç kere bu; ümit yıkan cevabı almış olsa da yılmaz, garip çoban. Nihayet gerçek bir arif, gerçek bir “bilen kişi” bulana kadar… O, arif kişi: “- Kolay!” der, “Ama söyleyeceğimi aynen yapacaksın.” Âşık çobanın gözleri ümitle parlar, heyecanla atılır… “- Ne istersen söyle yaparım!” der. Arif kişi anlatır… “- Şehrin kapısının karşısına bir divan kur. Üzerine otur ve yirmi dört saat

Kadı: Padişahın Şahitliğini Kabul Etmedi

Kadı: Padişahın Şahitliğini Kabul Etmedi 1400’lü yılların başında Başkent Bursa’dayız. Osmanlı tahtında Yıldırım Bayezid, kadılık postunda ise Molla Şemsüddin Fenari oturuyor. Görülen bir dava münasebetiyle, Padişah’ın mahkemeye gelip şahitlik etmesi gerekiyor. Padişah, Kadı Efendi’nin huzuruna çıkıyor. Kimlik tespiti yapılır yapılmaz, Kadı Efendi, çıkışır gibi konuşuyor: “Terk-i cemaat eyledüğün şuyu’ bulmağılen, şahadetün caiz değildür!” (Namazlarını cemaatle kılmadığın söylendiğinden, şahitliğini kabul etmiyorum). “Namaz kılmayan çocuk sayılır, çocukların şahitliği kabul edilmez, önce namaz kıldığını ispat et sonra gel şahitliğini yap” dokundurmasını anında kavrayan Yıldırım Padişah, sarayına döner dönmez, bir cami yapılmasını emrediyor ve beş vakit namazını bu camide cemaatle kılmaya özen gösteriyor. Gelin bu bölümü de Osmanzade Taib Efendi’nin üslubundan okuyalım: “Hünkâr, saray-ı hümayunları pişgâhında (sarayının avlusunda) bir camii şerif bina idub evk

Kadı Efendi Padişaha Kükredi

Kadı Efendi Padişaha Kükredi Fatih Sultan Mehmed, bugün kendi adını taşıyan camiin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimar İpsilanti Efendi’ye kızıp, elini kestirmiş, Rum mimar da İstanbul’un ilk kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye şikâyette bulunmuştur. Kadı, Padişah’ı çağırtıyor… Padişah içeri girdiğinde İpsilanti Efendi dâvâcı makamında ayakta durmaktadır. Padişah, Kadı Efendi’nin yanındaki mindere bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi kükrüyor: “Begüm, hasmınla mürafaai şer’ olunacaksın, (beyim, davacı ile yüzleşeceksin) ayağa kalk!”  Padişah tereddütsüz kalkıyor. Kendisini savunması istenince de hata ettiğini söylüyor. Kadı Efendi, tarafları ve şahitleri dinledikten sonra, hükmünü açıklıyor: Kısasa kısas: “El kesenin eli kesilir!” Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalıyorlar. İstanbul fatihinin eli nasıl kesilebilir? Durum o kadar farklıdır ki, İpsilanti Efendi’nin eli-ayağı titremeye başlıyor. Aklı başına gelir gibi olunca da, Kadı Efendi’y