Kayıtlar

Atlas Okyanusu'na yenilen 'Cihan Pehlivanı' Koca Yusuf

Resim
Atlas Okyanusu'na yenilen 'Cihan Pehlivanı' Koca Yusuf’un Şanlı ve Hazin Hikâyesi [Korkunç Türk (The Terrible Turk)] Greko Romen stilde güreşen ilk sporcumuz Koca Yusuf, Deliorman'ın Şumnu yakınlarında, Kareli Köyü'nde dünyaya gelir. Do­ğum tarihi kesin olarak bilin­memekte, 1859 olduğu tah­min edilmektedir. Koca Yu­suf, Avrupa ve Amerika'da yaptığı güreşlerle dünyaya ün salan ve Greko-Romen stilde güreşen ilk sporcumuz olarak tarihe geçmiştir. Ustasının, Kareli Köyü ya­kınlarındaki Nascı Köyü'nden 'Kel İsmail' olduğu söylenir. Yusuf'a 'Koca' lakabı, onu dönemin ünlü güreşçilerinden 'Küçük Yusuf'tan ayırt edile­bilmek için verilmiştir. Koca Yusuf'un heybetli bir görüntüsü vardı Kolları, diz kapaklarını aşarcasına uzun, kütük gövdeli, elleri de çok iriydi. Yaptığı el enselerden ötürü, rakipleri ona 'Demir Pençe' diye de anarlardı: 1.88 boyunda, 120 kilo ağırlığındaydı.  Kırkpınar'da yap

Arslanların Kulaklarından Tuttu Götürdü

Arslanların Kulaklarından Tuttu Götürdü Ebu İshak Hazretleri, Müslim-i Mağribi Hazretlerine ziyarete gitmişti. Kendisi âlim ve fazıl bir zattı. Müslim-i Mağribi Hazretlerinin mescidine geldi. O anda Müslim-i Mağribi Hazretleri sabah namazını kıldırıyordu. Namazda Fatiha sûresinde birkaç yerde tecvîd ve ta'liminde hata ettiğini görünce: “Boşuna zahmet edip de tâ uzak yerlerden bunu ziyarete geldim. Bunun şeyhliğinden ne olur?” Diye düşündü ve hiçbir şey söylemeden o gün orada kalıp, ertesi günü yola çıktı. Yolda giderken birkaç arslan görüp korkusundan gerisin geriye dönmeye karar verdi. Arslan Ebu İshak Hazretlerini görmüşler peşine takılmışlardı. Ebu îshak Müslim-i Mağribi'nin meclisine yaklaştığında karşıda onu gördü. Arslanlar Müslim-i Mağribi Hazretlerini görünce kaçmadıkları gibi huzurunda sanki boyun eğdiler. O mübarek gelerek onların kulaklarından tuttu ve: Sonra da bana dönerek: — Ey köpekler, ben size demedim mi benim misafirlerime dokunmayacaksınız!

Çocuk Sevgisi

Çocuk Sevgisi Halife Hazreti Ömer Radiyallahü Anh Eshab-ı Kiram'dan bir zatı vali tâyin etmek üzere huzuruna çağırmıştı. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’ın torunlarından biri çıkageldi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh torununu kucakladı, öptü ve onun gönlünü hoş etti. Orada bulunan zat Hazreti Ömer Radiyallahü Anh’a; — Ya Ömer Radiyallahü Anh! Sen çocukları sever misin? Hâlbuki ben, on tane torunum olduğu halde hiç birisini bu zamana kadar kucağıma almadım ve öpmedim, dedi. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh ona: — Allah’ü Teâlâ senden merhameti kaldırmışsa ben ne yapayım? Dedikten sonra “Kendi çocuğunu ve torununu sevmeyen, halkı hiç sevemez” diyerek vali tâyin etmekten vazgeçti. (Alıntı)

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh

Ceza Olarak Eli Kesilen Şeyh Şeyh Hammad (Ebu'l-Hayr Tınatî) Hazretlerinin bir eli kesikti. Bir gün müridlerinden biri küstahlık ederek ona elinin kesilmesine sebep olan şeyin ne olduğunu sordu. Şeyh Ebû'l-Hayr Tınati Hazretleri elinin kesilmesine sebep olan hâdiseyi şöyle anlattı: — Gençliğimde bir günah işledim. Ondan dolayı elimi-kestiler, buyurunca ne zaman olduğunu sordular. Hz. Şeyh de meseleyi başından anlatmaya başladı: — Ben mağrip diyarında oturmakta idim. Sefere çıkmayı ve biraz gezmeyi arzuladım. Tınattan ayrılıp İskenderiye'ye geldim. Orada oniki sene kaldım, iskenderiye'den sonra Dimyat'a dökülen ırmak kenarındaki dağa, kamıştan bir ev yapmıştım. O sıralarda Dimyat'a çok gelen - giden olurdu. Irmağın başına otururlar, yemeklerini yerler ve sofralarının artıklarını da kalenin dibine dökerlerdi. Ben kimseden habersiz, oradaki köpeklerle beraber dökülen ekmeklere üşüşür ve nasibimi alırdım. Yaz mevsiminde bütün azığım bu idi. Kış

Manifaturacı İle Şeyh

Manifaturacı İle Şeyh Birgün Şeyh Ebu Bekr-i Tahir Hazretleri bir manifaturacı dükkânının önünden geçiyordu. Manifaturacının oğlu şeyhin bağlılarındandı. Babası dükkânda olmadığı halde dükkânı bırakıp şeyh ile birlikte gitti. Babası geldiğinde oğlunu bulamadı. Doğruca şeyhin yolunu tuttu. Oğlunu şeyhin huzurunda buldu. Şeyhin yanında oğluna bağırıp çağırdı. Bir hayli eziyet ettikten sonra alıp götürdü. Ebu Bekr-i Tahir Hazretleri o geceyi geçirdi ama çok huzursuz olmuştu. Sabah olunca cariyesini de alarak manifaturacının yanına vardı ve dışarı çağırarak: — Dün geceyi çok huzursuz bir vaziyette geçirdim. Dünya malı olarak da bir cariyem var. Eğer seni incittiğimden dolayı kabul edersen bunu sana verdim gitti, beni bağışla... Yok eğer kabul etmezsen azat ettim gitti, dedi. Manifaturacı hata ettiğini anlıyarak hemen şeyhin ayaklarına kapanıp özür diledi ve: — Ey Şeyh! Günahı ben işliyorum, sen özür diliyorsun. Sen benim hatamı affet!, dedi. Şeyh: — Doğrusu günahı

Dilenci Kadın

Dilenci Kadın Nişabur'da Irakıya adlı ihtiyar bir kadın vardı. Kapı kapı dolaşarak bir şeyler dilenir ve onunla geçinirdi. Ne bulursa kanaat eder, bir şey bulamazsa da Allah'a şükrederdi. Öldükten sonra onu rüyada gördüler. “Halin nasıldır?” Diye sorduklarında şöyle anlattı:  — “Ben buraya geldiğimde bana, dünyadan ne getirdin? Diye sordular. Ben de, ah, ah! Ben bütün ömrümü dilencilikle geçirdim. Her kapıya vardığımda bana  “Allah versin” derler ve beni hep bu kapıya havale ederlerdi.  Şimdi siz de bana ne getirdin? Diye soruyorsunuz. Ben ne getirebilirdim ki, dedim. Bunun üzerine gaipten bir ses;  "Doğru söylüyor, bırakın onu!" dedi ve  "Beni şimdi buraya koydular, rahatım iyidir!" Diye anlattı. (Alıntı)

Ahdi Bozmanın Cezası

Ahdi Bozmanın Cezası Cafer-i Huldî Hazretleri, Hayrun - Nessac Hazretlerine: — Senin mesleğin dokumacılık mıdır? Diye sordu. Hayrun - Nessac Hazretleri O'na: — Hayır! Diye cevap verdi. Hazreti Cafer: — Öyle ise sana niçin Nessaç (bez dokuyucu) diyorlar, Diye sorunca, Hayrun-Nessaç Hazretleri sebebini şöyle anlattı: — Ben bir zamanlar bir daha taze hurma yemeyeceğim, Diye Allah'a ahdetmiştim. Bir gün nefsim çok fazla taze hurma arzuladı. Gittim, çarşıdan bir miktar taze hurma aldım. Bir kenara çekilip yiyecektim. Bir tanesini yeyince karşımda bana bakan bir adam gördüm: — “Seni kaçkın seni”, diyerek beni yakaladı. Meğer adamın Kayr adli bir kölesi varmış, kaçmış... Beni ona benzetmiş, insanlar başıma üşüştüler: — Vallahi bu senin kölen Hayr'dır, dediler. Şaşırdım kaldım. Nasıl belâya uğradığımı ve günahımı anladım. Ama iş işten geçmişti. O beni diğer bez dokuyan kölelerinin yanına götürdü-: — Ey efendisinden kaçan köle! Daha evve

Hiç Fil Eti Yenir mi?

Hiç Fil Eti Yenir mi? Ebû Abdullah el Kalansî Kuddise Sirruh hazretleri zamanın büyüklerindendir. O başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır: — “Seyahatlerimin birinde gemiye binmiştim. Şiddetli rüzgâr esmeye başladı. Büyük bir tufan oldu. Gemide bulunanlar dua ederek ağlaşmaya başladılar. Türlü türlü adaklar adıyorlardı. Bense onların bu haline seyretmekten başka bir şey yapmıyor sadece bir kenara çekilmiş Allah'ıma hamd ediyordum. Gemidekilerden birkaç kişi, gelip bana: — Sen de bir şey adasana! Dediler. Ben onlara: — Benim bir dünyalığım yok ki, ne adak adayayım, dedim. Bırakmadılar, çok sıkıştırdılar... İlla da bir şey adamamı istiyorlardı. Ben: — Allah'ım, eğer bu belâdan kurtulursam asla fil eti yemeyeceğim, Diye adakta bulundum. — Bu senin yaptığın nasıl adak, hiç fil eti yenir mi? Dediler. Ben onlara: — Allah öyle aklıma getirdi. Dilime onu söyletti Allah, dedim. Çok geçmeden bindiğimiz gemi battı. Bir grupla beraber yüzerek sahi

Beni Kafir Kabristanına Gömün

Beni Kafir Kabristanına Gömün Meşayihtan Ebûl Garip el-İsfehanî Hazretleri Tarsus'u çok severlerdi. Şiraz'da hastalandı, ölüm döşeğine yattı. Etrafına toplananlara: — Ben ölürsem beni burada kâfir kabristanına gömünüz. Ben bunu sizden Allah hakkı için istiyorum. Sizden başka hiçbir isteğim yok, dedi. Dostları şeyhin bu sözüne bir mânâ verememişlerdi. Hayret ederek: — Bu nasıl söz! Neden seni kâfir kabristanına gömeceğiz? Dediler. O şöyle buyurdu: — Hak Teâlâ'ya yalvarıp duruyorum. Eğer senin yanında benim bir kıymetim varsa beni Tarsus'ta vefat ettir, diyorum. Ama şimdi burada vefat ettiğime göre, demek ki yanında hiçbir kıymetim yokmuş... Ondan dolayı ben burada ölürsem kâfir kabristanına defnedin, dedi. Fakat ölümünün vukuunu beklerken o vefat etmedi, çok kısa zamanda biraz iyileşti ve Tarsus'a gelerek orada çok geçmeden vefat etti. Kabri şerifi Tarsus şehrindedir. (Alıntı)

Şakık Belhi Île İbrahim Edhem'in Konuşması

Şakık Belhi Île İbrahim Edhem'in Konuşması Birinci tabakadan olan Şakik bin İbrahim Aleyhisselâm El-Belhî Hazretleri Kuddise Sirrûh İbrahim Edhem Hazretleri ile sohbet etmiştir. Zamanın mânevi erleri arasındaki o sohbetin nasıl geçtiği insan zekâsının anlayabileceği bir şey değildir. Ne var ki aşağıya aldığımız bir kıssa onların ne kadar Hakka teslim olduklarını beyan hakkında küçük bir misâldir. Bir gün Şakik Belhî Hazretleri ile İbrahim Edhem Hazretleri sohbet ederlerken Hz. Şakik: — Günlük yaşayışınızı teminde nasıl hareket edersiniz? Diye İbrahim Edhem Hazretlerine sordu. İbrahim Edhem Hazretleri ona şu cevabı verdi: — Bir şey bulursak şükrederiz, bulamadığımız zaman da sabrederiz... Hazreti Şakik'in bu söze cevabı şöyle oldu: — Ya Edhem! Horasan'ın köpekleri de böyle yaparlar! İbrahim Edhem Hazretleri: — Öyleyse siz ne yaparsınız? Diye sordu. Şakik'i Belhî Hazretleri: — Biz bulduğumuz zaman dağıtır, bulamadığımız zaman da şükre

Şeyhin Kedisi

Şeyhin Kedisi Zamanın ulularından Ahi Fere Zencanî Hazretleri'nin bir kedisi vardı. Evinde de hiç misafir eksik olmazdı. Her zaman müritleri ziyarete gelirler o da müridlerine bir şeyler ikram ederdi. Gelecek misafirlere yemek hazırlamak istendiği zaman kedi çağrılırdı. Kedi ne kadar miyavlarsa hizmetçi tencereye o kadar su ilâve ederdi. Her miyavlaması için bu miktar, bir bardaktı. Bir gün yemek hazırlandı, misafirlerin önüne kondu. Fakat gelen misafirlerin sayısı hazırlanan yemekten bir fazla çıktı. Kedinin eksik miyavlamasına şaşırıp kaldılar. Biraz sonra kedi misafirlerin içine girdi, misafirleri teker teker kokladı. Ve en sonunda da birinin üzerine vardı, işedi. Sonra araştırıldığı zaman o kimsenin bir gayr-i müslim (dinsiz) olduğu anlaşıldı. Yine bir gün, aşçı çömleğe sütlaç yapmak için süt doldurmuştu. Bir zehirli yılan gelerek çömleğin içine girdi. Aşçının bundan haberi yoktu, kedi gelip çömleğin etrafında miyavlamaya ve feryat etmeye başladı. Aşçı kedinin bu

Kerâmet-i Evliyaya Bir Misal

Kerâmet-i Evliyaya Bir Misal Evliya-ı Kiramdan Ebûîl - Esved-i Rai Hazretleri, bir zamanlar çölde ehline Ve müritlerine: — Ben gidiyorum. Allah'a emanet olunuz, deyip ayrıldı. Kız kardeşi kırbasını süt ile doldurmuştu. O da içinde ne olduğunu bilmeden matarayı alıp gitti. Bir müddet gittikten sonra taharet edip abdest alması icap etti. Taharet etmek istediğinde mataradan süt aktı. Olduğu yerden geri dönüp kız kardeşine: — Bana süt değil su lâzımdır. Mataraya su doldur!, dedi. Kız kardeşi de matarasını su ile doldurdu. O yine: — Allahaısmarladık, deyip gitti. Yolda abdest icab ettiği zaman matarasındaki sudan taharet eder abdest alır, acıktığı zaman da aynı mataradan süt akar, onu içerek doyardı. Böylece uzun zaman insanlardan uzak halde hem ibadetini ediyor hem de hiçbir açlık sıkıntısı çekmiyordu. (Alıntı)

Allah İçin Vurmuştum

Allah İçin Vurmuştum Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri Çaldıran Zaferini kazandıktan sonra ölüler arasında dolaşıyordu, ölülerin içinde düşman askerlerinden birisinin kellesinin hiç zedelenmeden kesildiğini görüp merak etti. Ve yanında bulunan vezirlerine emrederek: — Bu kelleyi tek vuruşla kim kesti ise onu bulun bana getirin, dedi. Paşalar hemen asker içine dağıldılar ve bu yiğit askeri aramaya başladılar. Sora sora nihayet o asker bulundu ve Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin huzuruna getirildi. Yavuz, o askere: — Evlâdım bu başı böyle sen mi kestin? Diye sordu. Meselenin ne olduğunu pek anlayamayan asker biraz durakladıktan sonra: — Ben kestim, Sultanım, dedi. Yavuz askerden memnun olmuştu... Belinden kılıcını çekerek askere verdi ve orada bulunan ölüme mahkûm esirlerden birisini göstererek: — Şunun başını da öyle bir vurmaya kesebilir misin? Diye sordu. Asker soğukkanlılıkla kesebileceğini söyledi. Hazreti Yavuz Selim Han, haydi görelim

Zahiri Kerametin Tehlikesi

Zahiri Kerametin Tehlikesi Evliyaullah'tan bir zat, çölde susamıştı ve etrafta hiçbir su bulmanın da imkânı yoktu. Cenab-ı Allah ona gökten içi soğuk su ile dolu alton bir kadeh indirdi. Susuzluktan bunalmış vaziyette olan derviş, Allah tarafından gönderilen suyu içmedi: — Senin izzetin hakkı için bu suyu içmeyeceğim... Bir arabî, eliyle bir sille vursa ve onun karşılığında da bir içim su verse, onu içerim, ama senin gönderdiğin suyu içmem! Çünkü bana gurur korkusundan, keramet yolundan su lâzım değildir. Sen benim içinde de su izhar etmeye ve beni susuzluktan kurtarmaya kadirsin. Zahiri keramet tuzaktan emin olmadığı için bu suyu içmeye cesaret edemem, diyerek suyu içmekten içtinap etti. (Alıntı)

Anahtar

Anahtar Anahtarı ''İmân'' olanın, açamayacağı kapı olmaz... Anahtarı ''Allah’ü Teâla’nın Rızası''  olan, hem dünyada hem ahirette saadeti bulur. Hiçbir zaman yüzü kara çıkmaz. Anahtarı ''Bismillâh''  olanın, işi yarım kalmaz. Anahtarı ''İnşaallah''  olanın, planı bozulmaz. Anahtarı ''Maşallah'' olanın, içi kararmaz. Anahtarı ''Sübhânallah'' olanın, eksiği olmaz. Anahtarı ''Elhamdülillâh'' olanın, rızkı azalmaz. Anahtarı ''Nefis ve Dünya'' olanın başı dert ve belâdan gözü yaştan kurtulmaz!

Velinin Edebi

Velinin Edebi Zamanının manevî reisi Beyazıd-ı Bestamî hazretlerine bir zat hakkında velî olduğu bahsedilerek üstünlükleri anlatılmıştı. Beyazıd-ı Bestamî hazretleri o zatı görmeye gitti. Ziyaretine gittiği zat camiden çıkıyordu. Camiden çıktıktan sonra Beyazıt hazretlerinden habersiz olarak ilerlerken kıble tarafına tükürdü. O'nun bu halini gören büyük velî Beyazıd-ı Bestamî hazretleri görüşmek lüzumunu duymadığı gibi selâm bile vermeden gerisin geriye dönüp gitti. Sonra neden görüşmeden geri döndüğünü soranlara da, mübarek şunları söyledi: — Şeriatın adabından bir edebe bile dikkatli olmayan bir kimse nasıl olur da Allah'ın esrarına vakıf olur (Alıntı)

Eyyub El-Ensari Hazretlerinin Mezarının Bulunuşu

Eyyub El-Ensari Hazretlerinin Mezarının Bulunuşu Hazreti Fatih 21 yaşlarında İstanbul'un fethine karar vermişti. Büyük bir ordu hazırlayarak İstanbul'u kuşattı. Denizden ve karadan devam eden kuşatma, uzadıkça uzuyor, fakat bir türlü fetih müyesser olmuyordu. Hazreti Fatih'in ordusunda, zamanın manevî sahibi ve Kutb-ul Evliya Akşemseddin Hazretleri de bulunuyordu. Haliç tarafında çadırını kurmuş olan Akşemseddin Hazretleri, orduya moral veriyor, muhasara başlayalı 51 gün olmasına rağmen fethin gerçekleşmemesi bazı paşaların ve askerin moralinin bozulmasına vesile oluyordu. Bu arada Fatih'i bile ikna etmeye çalışanlar: — Sultanım bu zamana kadar 11 kez muhasara edilen istanbul'u almak bize de nasip olmayacak galiba, diyerek askerin geri çekilmesini istiyorlardı. Fakat Fatih'in hocası Akşemseddin hazretleri, Hazreti Fatih'e müjdeyi vermişti: — Mutlaka İstanbul fethedilecek ve Resûlüllah'ın övdüğü kumandan ve asker siz olacaksınız, diy