Kayıtlar

Kıyamet Alametleri 2

 Kıyamet Alametleri 2 Konu: Kıyametin Alametleri 1- Rasulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem buyuruyor ki: “Hiç bir peygamberin söz konusu etmediği deccalden bahseden ve onu size tanıtacak bir hadisden bahsedeyim mi? “Deccal bir gözü kör olarak ve cennet misali bir bolluk, cehennem misali bir yetkiyle gelecektir. Onu gören milletin zannettikleri gibi o rezaletlerle dolu cennet ve cehennemin ta kendisidir.” Nuh peygamberin, milletine akıbeti acı Allah'ın azabından haber verdiği gibi, şüphesiz ben de deccalin tehlikeli ve dinsiz bir mahlûk olduğunu sizlere haber veriyorum.[969] Kıyamete yakın geleceğinden haber verilen insanhğın başına büyük felâketler doğuracak tehlikeli kâfir deccaldan bahseden bu hadisi şerifdeki sözü geçen cennet ve cehennem maddi değil, aslında manevi olan cennet ve cehennemdir. Ne yazıkki, deccalin getireceği cennetin benzeri günümüzde tüm çirkinliğiyle gözlerimizin önünde gün geçtikçe yayılıp çoğalmakta. Gazinolar, pavyonlar, barlar ve fuhuşun, zina

Sual: Kıyametin küçük alametleri nelerdir?

Sual: Kıyametin küçük alametleri nelerdir? Cevap: Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da büyük alametler çıkacaktır. Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır: (İnsanlar camilerle ve camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet kopmaz.)  [İbni Mace] (Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.)  [Hatib] (Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.)  [Buhari] (İnsanlarda cimrilik artar ve kıyamet kötülerden başkası üzerine kopmaz.)  [İ.Neccar] (Ahlaksızlık ve fuhuş açık olmadan komşular kötüleşmeden hainler emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan kıyamet kopmaz.)  [İ. Ahmed] (Yemin ederim ki, cimrilik, fuhuş meydana çıkmadıkça, emine hıyanet edilip, haine güvenilmedikçe, iyiler helak olup kötüler kalmadıkça kıyamet kopmaz.)  [Hakim] (Yağmurların bereketi kaldıkça kıyamet kopmaz.)  [Ebu Ya’la] (Yeryüzünde Allah diyen Müslüman kaldıkça kıyamet kopmaz.)  [Müslim] (Zamanda yak

İmam-ı Azam'ın Feraseti

İmam-ı Azam'ın Feraseti Ekseriyeti Hazreti Ali Radiyallahü Anh tarafları (Alevî) olan Hemedan halkı ile Halife Mansur arasında bir anlaşma imzalanmıştı. Anlaşmaya göre, Hemedanlılar Halife'ye tabî olduklarını bildiriyorlar ve hiçbir meselede karşı gelmeyeceklerini söylüyorlardı. — “Anlaşmayı bozduğumuz takdirde canımız ve malımız helâl olsun. Bize harp ilân edebilirsin.” demişlerdi. Aradan bir müddet zaman geçtikten sonra sözlerinde durmadılar. Birçok meselede halifeye isyan etmeye ve ayrıcalık çıkarmaya başladılar. Bunun üzerine Halife Mansur, zamanın ileri gelen adamlarından üç kişilik bir heyet toplayıp Hemedanlılara harp ilân edeceğini ve hepsini kılıçtan geçireceğini söyleyerek fikirlerini sordu. Halifenin huzurunda bulunan âlimlerden ikisi ahdini bozana gereken cezanın verilmesi lâzım olduğunu, harbin meşruiyet kazandığını ve Halifenin harp ilân edebileceğini söylediler. Bu iki âlimin mütalaalarını dinleyen Halife o zamana kadar hiç konuşmayan İmam-ı Aza

Tedavi İçin Bile

Tedavi İçin Bile Hazreti Ömer Radiyallahü Anh hastalanmıştı. Doktorlar bal yemesini tavsiye ettiler. Mevsim bal mevsimi olmadığından piyasada bal bulunamadı. Hazinedarlar Hazreti Ömer Radiyallahü Anh ’a hazinede bal olduğunu ve isterse almasını söylediler. O: “Milletin malını onlardan izinsiz yemeye hakkım yok” diyerek halkı topladı ve kendilerine hazinedeki baldan kullanması için izin verip - vermeyeceklerini sordu. Onlar parasını ödemesi şartıyla yiyebileceğini söylediler. Hazreti Ömer Radiyallahü Anh de ondan sonra ancak hazinenin balından satın alıp tedavisi için kullandı.  (Alıntı)

İslâm’da Halife

İslâm’da Halife Halife Hazreti Ömer Radiyallahü Anh Medine'nin etrafında dolaşırken, şehrin dışında bir çadır görüp yanına yaklaştı. Baktı ki, bir kadın üç çocuk. Kadın ocağa bir tencere koymuş karıştırıyor ve çocuklarına: “Biraz daha sabredin şimdi yemek pişecek” diyerek onları avutmaya çalışıyor. Onların bu yürekler acısı halini gören Hazreti Ömer Radiyallahü Anh beytül maldan bir miktar erzak alıyor ve sırtına yüklenerek bizzat kendisi getirdiği gıdalardan yemek pişirip çocuklar yiyip de sevininceye kadar yanlarında kalıyor. Kadın kendilerine bu iyiliği yapanın kim olduğunu bilmiyordu. Halifenin Ömer Radiyallahü Anh olduğunu duymuştu ama Ömer Radiyallahü Anh’ın nasıl bir adam olduğunu bilmiyordu. “Allah senden razı olsun. Bizim perişanlığımızdan halifenin haberi bile yok. Asıl halife olması lâzım gelen sensin. Allah sana mükâfatını versin ve seni lâyık olduğun makama eriştirsin” dîye dua ediyordu. Kadının bu dualarını vazifesini yapmış olmanın huzuru içinde din

Dost Dediğin

Dost Dediğin Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli... Sarılınacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana sarılmalı... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı... Dost dediğin; fanatik olmalı; Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli, Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli. Ve ağladığında, seninle ağlamalı... Ama hepsinden daha çok; Dost matematiksel olmalı; Sevinci çarpmalı... Üzüntüyü bölmeli... Geçmişi çıkarmalı... Yarını toplamalı... Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman Bütün parçalardan daha büyük olmalı... İşi bitince seni bir tarafa atmamalı... Mevlana  (Alıntı)

Müthiş Bir Dostluk Hikâyesi

Müthiş Bir Dostluk Hikâyesi İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yasardı. Fleming'di adi. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acili bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming'in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ''Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum'' dedi. Yoksul ve onurlu Fleming ''Kabul edemem!'' diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. ''Bu senin oğlun mu?'' diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla ''Evet!'' dedi. Aristokrat devam etti: ''Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim a

Allah İçin Dostluk

Allah İçin Dostluk Arkadaşlık güzel huyun meyvesidir. İnsanlarla dostluk kuramamak kötü huyun neticesidir. Güzel ahlâk muhabbeti, kötü ahlâk düşmanlığı icap ettirir. Güzel ahlâkın dinimizde mühim yeri vardır... Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İnsanları Cennete sokan Allah korkusu ve güzel ahlâktır.) (İnsanlara verilen en güzel şey, güzel ahlâktır.) (Güzel ahlâk, gelmeyene gitmek, kötülük edeni bağışlamak, vermeyene vermektir). (Ahlâkı güzel olanı Cehennem ateşi yakmaz.) (Bana en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olan ve etrafında-kilerle hoş geçinenlerdir. Bunları herkes sever, bunlar da herkesi sever.) (Mümin, ünsiyet eder ve kendisiyle ünsiyet edilir. Yanı, sevilip kendisiyle iyi geçinilir. İyi geçinmeyen ve kendisiyle geçinilemeyen kimsede hayır yoktur.) (Allah için dost olan iki arkadaş, buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el gibi, biri diğerinden istifade eder.) (Allah için dost olan kimseye, Allah’ü Teâlâ, Cennette hiç bir ameli ile ulaşamayacağ

Hafız Osman'ın Besmelesi

Hafız Osman'ın Besmelesi Bugün Hafız Osman hattı olarak bilinen Kur'an-ı Kerîm'in de yazarı olan meşhur hattat Hafız Osman 1642 yılında dünyaya gelmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olan hattat bir gün Eminönü'nden Üsküdar'a geçmek için kayığa binmişti. Üsküdar iskelesine gelince kayıkçıya para vermek için elini cebine attı ki, cebinde beş kuruş bile yok. Hemen cebinden bir parça kâğıt çıkarıp üzerine çok nefis bir Besmele-i Şerife yazıp kayıkçıya uzattı ve: — Bu besmele sana armağanım olsun. Kusura bakma yanıma para almayı unutmuşum, dedi, kayıktan inip çekti gitti. Kayıkçıya para lâzımdı. Elindeki kâğıttan pek bir şey anlamıyordu. İskeleye en yakın bir kahvehaneye girip başından geçenleri anlattı. Kayıkçının elinde besmeleyi görenler onun Hafız Osman'ın eseri olduğunu anladılar ve satın almak istediler. Kahvede bulunanlar besmele yazılı kâğıdı almak için yarış ediyorlardı. Açık artırmaya çıkardılar ve en sonunda elli altına birisi satın aldı. H

Adaletin Tecellisi

Adaletin Tecellisi İslâm’ın meşhur kadılarından İyas'ın huzuruna iki kişi geldi. Bunlardan biri, hacca giderken arkadaşına emânet olarak bin altın bıraktığını, fakat hacdan gelince vermeyip inkâr ettiğini söyleyerek hakkının alınmasını istedi. Kadı Eyas, parayı aldığı iddia olunan adama: — Aldınsa ver. Adamın hakki' kalmasın, dediğinde adam kadının huzurunda da almadığını tekrarladı. Bu sefer kadı bir plân düşündü. Parayı veren adama: — Git parayı nerde verdiysen, orada ağaç varsa bir yaprak, yoksa verdiğin yerden bir miktar toprak al gel, dedi. Adam parayı bir ağacın altında vermişti. O ağacın yaprağından almak için gittikten bir müddet sonra, kitap okumakla meşgul olan kadı kafasını kaldırıp: — Amma da bekletti bizi. Nereye gitti bu adam? Diye söylendi. Kadının yanında oturan ve parayı almadığını iddia eden adam dalgınlığa gelerek: — Efendim daha çok bekleriz. Çünkü bana parayı verdiği ağaç çok uzakta, deyiverdi. Mesele anlaşılmıştı. Kadı

Evli Ve Bekâr

Evli Ve Bekâr İbrahim Edhem Hazretleri, saraydan ayrıldıktan sonra bir daha evlenmedi, bütün ömrünü ibadetle geçirdi. Onun bu halini bilen bir dostu: — Evlenmemekle ne iyi ediyorsun. Hiç olmazsa bir de aile derdi ile uğraşmıyor ve bütün zamanını ibadete veriyorsun, dedi. O: — Sen evliliğin faziletini bilmez misin? Aile efradı için çekilen zahmet benim yaptığım ibadetlerden daha efdaldır, deyince adam: — öyle ise niçin evlenmiyorsun? Diye sordu. İbrahim Edhem'in cevabı şöyle oldu: — Benim kadınlara ihtiyacım olsa ben de evlenirim. Sebepsiz yere bir kadını sefil etmek istemiyorum. Evli ile bekâr arasındaki fark, mücahit ile evinde oturan arasındaki fark gibidir. (Alıntı)

Atın Ayağından Sıçrayan Çamur

Atın Ayağından Sıçrayan Çamur Yavuz Sultan Selim Mısır'ı fethettikten sonra, İstanbul'a geri dönüyordu. Adana civarına geldiklerinde, şiddetli yağmur yağmış, ortalık çamur içinde kalmıştı. Birkaç gece o havalide konakladıktan sonra, yola çıktılar, ilim adamlarına son derece ehemmiyet veren Yavuz, yanı-başında devrin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile atbaşı beraber gidiyorlardı. Bir ara Kemal Paşazade'nin atı tökezleyerek ayağından sıçrayan çamur, Yavuz'un üzerine bulaştı. Bu tökezleme esnasında, hem Yavuz'u ileri geçmiş olmasından, hem de üzerini pislemiş olmasından son derece korkan Kemal Paşazade'de, bet beniz kalmamıştı. Çünkü Yavuz, en ufak hataları bile affetmez: “Hemen, bre cellat neredesin kes şunun başını” deyiverirdi. Nitekim birkaç gün evvel de “Sultanım Mısır'ı aldık ama bir haine bıraktık” diyen Sadrazam Yunus Paşa'nın kellesini kestirmişti. Fakat bu hâdise karşısında Yavuz Sultan Selim, Yunus Paşa'ya yaptığı gibi y

Cami Ve Kilise

Cami Ve Kilise Hazreti Fatih İstanbul’u fethettikten sonra, Avrupa'da fütuhata devam ediyordu. Bir seferinde Sırbistan Hududuna gelmiş ve Sırbistan'ın fethi artık an meselesi idi. Sırp Kralı Brankoviç bir yanda Macaristan bir yanda da Türkler olduğu için arada zor durumda kalmıştı. Her iki büyük devletten birine sığınmak, ondan yardım istemek düşüncesiyle, her iki tarafa da elçiler gönderdi. — Sırbistan elinize geçer ve burayı fethederseniz nasıl muamele edeceksiniz? Diye fikirlerini öğrenmek istedi. Sırplılar Ortodoks mezhebine mensup olduklarından, Katolik olan Macar Kralı Hünyad tarafından şu cevabı aldı: — Eğer Sırbistan bizim elimize geçer ve biz oraları istilâ edersek, bütün Sırplıları katolik yapıncaya kadar mücadele ederiz ve bütün kiliseleri yıkar, yerlerine Katolik kilisesi yaparız... Fatih Sultan Mehmet Hazretlerine giden elçi ise, şu haberle dönmüştü. Hazreti Fatih elçiye: — Biz Sırbistan'ı alırsak, İslâmiyetin Allah indinde tek din