İmanın Sahih Olmasının Şartları
İmanın
Sahih Olmasının Şartları
Rahman ve Rahim olan Allah'tan ümit kesilmez. Ancak onun
rahmetinin genişliği müminleri rehavete yöneltmesin! Cennet ucuz olmadığı gibi
cehennemde lüzumsuz değil vesselam. İman esaslarını hakkıyla bilen ve
yaşayanlardan olmak duasıyla...
1- İmanda şüphe olmamalıdır.
Zira iman şek ve şüphe kabul etmez. Şüphe ile iman bir
arada bulunmaz. O halde, inanılması gereken şeylerin tamamına şeksiz, şüphesiz
ve kesin olarak iman edilmesi gerekir. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de müminleri
şöyle tarif etmektedir:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ
الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا
بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
Müminler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden, ondan sonra
asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır.
İşte doğrular ancak onlardır. (Hucurat, 15)
İman etmiş olabilmek için ilk başta kalben şüpheyi atmak
şart olduğu gibi; imanın devam ve bekası için de şüpheden uzak olmak şarttır.
İman esasları ile ilgili olarak, ''Bunlar doğru mu, değil mi? Aslı var mı yok
mu? diye şüphe etmek, kesin bir şekilde kalbin huzur ve sükun içinde tasdik
etmesi manasında olan iman ile ters düşer. Bunun için, imanda kesinliği ifade
etmek, şek ve şüpheyi gidermek için Kur'an'da ''ikan'' tabiri kullanılmıştır.
''İkan'' şek ve şüpheden uzak ve yakını olarak inanmak demektir. Şek ve şüphe
içinde olan bir kimsenin kalbine iman yerleşmemiştir.
Allah razı olsun kardeşim elin kolun dert görmesin. Rabbim
en yakın zamanda insanları doğru yola ulaştırsın. Yolumuz RABBİMİZİN yolu, yol
göstericimiz KURAN, ışığımız peygamber efendimiz Hz. Muhammet Mustafa
Sallallahü Aleyhi Vesellem bundan ötesi yok. Doğru yol bu.
2- Erkan-ı İmaniyenin hepsine birden
iman etmek zaruridir:
Zira iman edilecek şeylerin bir kısmına inanıp, bir
kısmına inanmayanın imanı geçerli değildir. İman, bütünlük ister ve iman
esaslarının hepsine birden inanmayı gerektirir.
Bu konuda;
قُلْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا
أُنزِلَ عَلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَقَ
وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَالنَّبِيُّونَ مِن
رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
De ki: Biz, Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail,
İshak, Ya'kub ve Ya'kub oğullarına indirilenlere, Musa, İsa ve (diğer) peygamberlere
Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onları birbirinden ayırt etmeyiz.
Biz ancak O'na teslim oluruz. (Ali İmran, 84) başta olmak üzere;
Bakara 85, 136, 137, 285, Nisa 136, 137, 150- 153, Enam
159, Hicr 91- 94, Rum 31- 32 ayet-i kerimelerine bakınız.
3- İman, ye's halinde olmamalıdır.
Hayattan ümid kesip, ölümle karşı karşıya gelmeden ve
ilahi azapla karşılaşmadan önce iman edilmesi gerekir. Zira ye's halindeki bir
iman, insana fayda sağlamaz. Firavun'un imanı gibi. Misal olarak;
فَلَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا قَالُوا
آمَنَّا بِاللَّهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِهِ مُشْرِكِينَ
Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman: Allah'a inandık
ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik, derler. (Mümin, 84
فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ
إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي
عِبَادِهِ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ
Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir
fayda vermeyecektir. Allah'ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o
zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır. (Mümin, 85)
Ayrıca: Nisa 17- 18; En'am 158; Yunus 90- 92 ayet-i
kerimelerine bakınız.
4- İman şirk karıştırılmamalıdır.
Allah katında mümin olabilmek için, insanın tevhid üzere
bulunması gerekir. İmanına şirk karıştıran kimsenin, imanı sahih değildir ve
böyle bir kimse hidayete ermiş sayılmaz. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle
buyurmaktadır:
الَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ
يَلْبِسُواْ إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُوْلَـئِكَ لَهُمُ الأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ
İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm (şirk) bulaştırmayanlar
var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır. (En'am 82)
Ayrıca: Yunus 105 ve Yusuf 106'ya bakınız.
5- İman esasları kalb ile tasdik
edilmelidir.
Zira imanın mahalli kalbdir. Bu sebeple, imanın sahih
olabilmesi için bir insanın sadece dili ile iman ettiğini söylemesi yeterli
değildir; kalb ile tasdik etmesi de gerekir. Cenab-ı Hak bu konuda şöyle
buyurmaktadır:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ
آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah'a
ve ahiret gününe inandık” derler. (Bakara, 8)
Bu konu hakkında ayrıca; Mücadele 22; Nahl 106 ve Maide
41. ayeti kerimelerine bakınız.
6- İman eden kimse, dinden olduğu
kesinlikle bilinen bir hükmü inkâr veya tekzib etmemelidir.
Mesela; bir kimse dinin bütün hükümlerine iman ettiği
halde, hırsızın elinin kesilmesi veya kısasa kısas gibi hükümlerden birini inkâr
veya tekzib ederse mü'min sayılmaz. Çünkü bu adam, hakikatte Allah'ı, Kur'an'ı
ve Hz. Muhammed (asm) 'ı inkâr ve tekzib etmiş olur.
7- İman eden kimse, ahkâm-ı ilahiyyenin
icra ve tatbikine taraftar olmalıdır.
O halde, bir kimse ahkâm-ı ilahiyyeyi tasdik ettiği
halde, o ahkâmın icra ve tatbikine taraftar olmazsa kâfir olur. Mesela; bir
kimse, Allah'a ahirete, Peygambere ve Kur'an'a iman ettiğini söylediği halde;
''Faizin yasak olması, hırsızın elinin kesilmesi, kısasa kısas gibi herhangi
bir hükm-i ilahinin icra ve tatbikine taraftar değilim derse ve böyle inanırsa kâfir
olur.
Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ
اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
''Her kim, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse,
yani ahkâm-ı ilahiyyeyi tasdik etmezse veya tasdik ettiği halde o ahkâmın icra
ve tatbikine taraftar olmazsa veya o ahkâma sed çekerse, bu sıfatları haiz olan
kimseler kâfirlerin ta kendileridir. (Maide, 44)
Evet, ahkâm-ı ilahiyyeyi icra, tatbik ve onlarla amel
etmemek ayrıdır; o ahkâma inanmamak, onları beğenmemek, icra ve tatbikine
taraftar olmamak veya onları sedd bend etmek bütün bütün ayrıdır.
Birincisi, günahtır. Çünkü amel, imandan bir cüz değildir.
İkincisi ise; küfür ve inkâr olup imanın bütünlüğüne
zıttır. Zira peygamberlerin asıl vazifesi, ahkâm-ı ilahiyyenin tatbiki iken,
böyle bir inanca sahib olmayan bir kimse, o ahkâmı tasdik etmemekle veya tasdik
ettiği halde taraftar olmamakla veya o ahkâmın icra ve tatbikine sed çekmekle
peygamberlere isyan etmiş olur. Peygamberlere isyan ise; Allah'a isyan
hükmündedir. Bu ise; küfrün ta kendisidir.
8- Ahkâm-ı İlahiyyenin belli bir zamanla
mukayyed (kayıtlı) olmadığına, o ahkâmın zamanlara hükmettiğine inanmak da
imanın sıhhatinin şartları arasınada yer alır.
O halde, bir kimse ahkâm-ı ilahiyyeyi belli bir zamana
hasredip o ahkâmın kıyamete kadar devam edeceğine inanmazsa, kâfir olur.
Mesela; bir kimse Kur'ana iman ettiğini söylediği halde, Kur'an'ın muhkem ahkâmından
olan ''cihad, tesettür ve Yahudi ve Hristiyanlarla ilgili ayetlerin'' Kur'an'ın
nazil olduğu devre ait olduğuna; bu asırda ise bu hükümlere ihtiyaç kalmadığına
inanırsa; o kimse kâfir olur. Hâlbuki ahkâm-ı ilahiyye zamanla mukayyed
değildir. Ezelden gelmiş, ebede gidecektir. Şu ayete bakmak lazımdır:
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ
صِدْقًا وَعَدْلاً لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Ey Ekrem er- Rusül! Rabbin Teâlâ'nın kelimesinden ibaret
olan Kur'an, va'dinde sadık ve hükmünde adil olması bakımından tamam oldu. Asla
noksan kalmadı. Çünkü ihbarında yalan ve ahkâmında asla zulüm yoktur. Gerek
geçmiş ümmetler hakkında, gerek kıyamete kadar zuhur edecek hadisat hususunda
vermiş olduğu haberleri vakıa mutabıktır, asla hulf yoktur. Emir ve nehiy,
helal ve haram gibi bütün ahkâmı adalete muvafıktır. Rabbin Teâlâ'nın kelimatını
tebdil ve tahrif ve kıyamet gününe kadar ahkâmını tağyir edici yoktur. Zira senin
bi'setinle emr-i nübüvvet ve risalet tamam ve bab-ı vahiy münsed oldu.
Binaenaleyh, sen, enbiyanın hatemi ve rûsül-i kiramın seyyidi oldun. Allah’ü
Teala, kullarının sözlerini duyar ve işlerini bilir. (En'am, 115)
9- Yine bir kimsenin imanının sıhhati
için dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul edip hiçbir hükm-i ilahiyi
küçümsememelidir.
Ahkâm-ı İlâhiyyeden yüz çevirmemeli, dini hükümleri alay
konusu yapmamalı ve ilahi emir ve yasakların hepsinin hak olduğunu kabul
etmelidir.
Bir insan, iman ettiğini söylediği halde Allah ve
Rasulünün hükümlerinden yüz çevirir, kabul etmez ve ahkâm-ı ilahiyyeyi
beğenmezse, iman etmiş sayılmaz. Mesela; namazı beğenmeyen veya tembellikten
dolayı değil, Allah'a karşı inad olsun diye kasten namazı ifa etmeyen kimse
mü'min olmaktan çıkar. Şu ayetlere bakınız:
(Bazı insanlar:) “Allah'a
ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik” diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir
gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir. (Nur, 47)
Bu âyet göstermektedir ki sırf lisanen “Allah’a ve
Peygamber’e inandım” demek, mümin olmak için yeterli ve geçerli değildir. Bu,
münafıkların tutumudur. Müminler ise, dilleri ile söylediklerine kalben de
inanır; ayrıca ibadetleri ve her türlü davranışları ile imanlarını isbat ve
te’yid ederler. İmam Gazâlî’nin dediği gibi, amelsiz mümin, bütün hayatî
faaliyetleri durmuş, sadece nefes alıp vermekle canlılık emaresi gösteren
komadaki insan gibidir. Bunun yaşadığı hayatın kıymeti ne ise, ibadetten ve
güzel davranışlardan yoksun kimsedeki imanın kıymeti de odur. Ayrıca, hakiki
müminin bir diğer özelliği de, karşılaştığı her meselede, her anlaşmazlıkta,
Allah ve Rasûlünün hükmü ne ise ona razı olması ve gönül hoşluğu ile ona
uymasıdır. Bunun aksine davranmak, müteakıp âyette de işaret buyurulduğu gibi
münafıkların işidir.
وَإِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ
وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُم مُّعْرِضُونَ
Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve
Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip
dönerler. (Nur, 48)
وَإِن يَكُن لَّهُمُ الْحَقُّ
يَأْتُوا إِلَيْهِ مُذْعِنِينَ
Ama eğer (Allah ve Rasûlünün hükmettiği) hak kendi
lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. (Nur. 49)
أَفِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ أَمِ
ارْتَابُوا أَمْ يَخَافُونَ أَن يَحِيفَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَرَسُولُهُ بَلْ
أُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde
midirler yahut Allah ve Rasûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi
korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir! (Nur, 50)
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ
الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن
يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Rasûlüne davet
edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir.
İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. (Nur, 51)
وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ
Her kim Allah'a ve Rasûlüne itaat eder, Allah'a saygı
duyar ve O'ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir. (Nur, 52)
10- Mü'min, Allah'ın azabından emin
olmamalı ve rahmet-i İlahiyyeden ümid kesmemelidir.
Yani, mü'min havf ve reca arasında yaşamalıdır. Şu
ayetlere bakınız:
أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللّهِ
فَلاَ يَأْمَنُ مَكْرَ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ
Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan
topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz. (A'raf,
99)
وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ
اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُالْكَافِرُونَ
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. (Yusuf, 87)
قَالَ وَمَن يَقْنَطُ مِن
رَّحْمَةِ رَبِّهِ إِلاَّ الضَّآلُّونَ
(İbrahim:) dedi
ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser? (Hicr, 56) (Alıntı)
Yorumlar
Yorum Gönder