Nûşirevân'dan Az Adil Değilim!
Nûşirevân'dan
Az Adil Değilim!
Hazret-i
Ömer halife iken, Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri de Mısır'da komutandı.
Mısır'da ordusunu sevk ederken bir karargâh lâzım olur.
Karargâh
olacak en uygun yerde bir Yahûdînin evi vardır. Satması istenir, fakat inat
edip satmaz Yahûdî. "Bize burası lâzım" denir ve Yahûdîye evinin
değeri verilip evinden zorla çıkartılır. Yahûdî hanımına der ki:
-Ne
yapacağız? -Bunlara bir şey yapamazsın ki. Bunların Medîne'de bir
Halîfeleri
var. İstersen yürü git, "Böyle böyle yaptılar bana" diyerek bunları
şikâyet et. Birşey çıkacağını zannetmem, ama bir ümit, git bakalım.
Adam,
küçük bir ümit de olsa, çıkıp gelir Medîne'ye.
Sorar
karşısına çıkanlara:
-Halîfenin
sarayı nerede? diye sorar.
Adamın
bu sorusu üzerine güler Medîneliler. Cevap verirler:
-Ne
sarayı? Evi şurası.
Yahûdî
gösterilen eve gider ki, basit, kerpiç bir ev.
Kapıya
vurarak seslenir:
-Emîr-ül
mü'minin nerede? Çocukları derler ki:
-Emîr-ül
mü'minin, şehrin kuzey doğusunda hurma bahçesi var. Oraya hurma budamaya gitti.
"Bunlar
benimle dalga mı geçiyorlar? Bir kere böyle Halîfe sarayı olmaz. Halîfe hurma
budamaz. Var bunda bir iş" der kendi kendine. Neyse gittiği bahçeleri
bulur. Hurma bahçesinin hurma bölgesinde bir adamın yatmış uyuduğunu görür.
Bakar etrafına, kimseler yoktur. Hayret eder, "Bu nasıl hükümdâr, ne
muhafızı var, ne başkaları" diye.
Uyandırıp,
-Ben Halîfe Ömer'i arıyorum, nerede bulabilirim diye sorar. Hazret-i Ömer cevap
verir:
-Ben
Halîfe Ömer'im. Bir derdin mi var?
Adam
büsbütün şaşırır. Hazret-i Ömer'e başından geçenleri anlatır. Adamı dinledikten
sonra, etrafa bakarak bir şey arar Hazret-i Ömer. Bir devenin kürek kemiğini görür.
Bu kemiği alarak üzerine bir şeyler yazar. Sonra adama bunu verip der ki:
-Bunu
götür komutana ver, o gerekeni yapar. Yahûdi kendi kendine,
"Bunun
böyle olacağı belliydi zaten. Kalktım Mısır'dan buraya geldim, her işimi
bırakıp bu kadar zahmet ve eziyet çektim. Halîfenin oturduğu eve bak. Ne sözü
geçer bunun?
Ah
kadın, beni mahvettin, yaktın. Evden olduk, bir de bu kadar zahmet çektik"
der.
Gelir
hanımına ve kemiği atar önüne. Olup bitenleri anlatır. Boş yere gidip geldiğini
söyler. Kemiği komutana vermeye bile lüzûm görmez. Hanımı ısrar eder:
-Ne
olacak ki sanki bu kadar gittin geldin, gönderdiği kemiği versen ne olur? Ne
zararın olur? Bir ümit belki işimize yarar. O da çâresiz "Peki" der.
Hazret-i
Ömer'in yazdığı kemiği alarak götürür Yahûdî. Görevlilere der ki:
-Ben
Medine-i Münevvere'den geliyorum. Halîfe Ömer'in bir talimatı var.
Hemen
bunu Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretlerine götürürler. Yahûdî kemiği uzatarak der
ki:
-Emir-ül
mü'minin Ömer bunu sana gönderdi. Sad bin Ebî Vakkâs hazretleri kemiği alıp
yazıyı okur.
Hazret-i
Ömer şöyle yazmıştır kemiğin üzerine:
"Ben
Nûşirevân'dan daha az âdil değilim." Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri bunun
üzerine der ki:
-Bir
yanlışlık etmişim, bize bir saat müsaade et, hemen evi boşaltalım.
Sa'd
bin Ebî Vakkâs hazretleri yıllar önceki hâdiseyi hatırlar. Nûşirevân haksızlık
ettiği için oğlunu astığına göre, hazret-i Ömer'in, eğer zulüm sabit görülürse
kendisini cezalandırmaktan geri kalmayacağını anlar.
Müslümanların,
bu kadar sadeliğine, dünyaya düşkün olmamalarına, hükümdarlarına bu derece
hürmet göstermelerine, kendi dinlerinden olmasa bile herkese âdil davrandıklarını
gören Yahudi de Müslüman olmakla şereflenir. Evini de Müslümanlara bağışlar.
Yorumlar
Yorum Gönder