Çocuk Eğitimi Anne Karnında Başlar!
Çocuk Eğitimi Anne Karnında Başlar!
Besmeleden sonra…
Allah (c.c) yarattığı hiçbir şeyi
başıboş bırakmadığı gibi hiçbir şeyi de boşuna yaratmamıştır hiç şüphesiz. Yüce
yüce dağların eteklerinde nazarlardan uzak çiçeklerden, bizden binlerce ışık
yılı uzaklıktaki gezegenlere kadar hepsinin bir yaratılış amacı olduğuna iman
ederiz çünkü Allah (c.c) noksan sıfatlardan pak ve münezzehtir. Rabbimiz bu
konuda Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Onlar ayakta iken, otururken,
yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler:
‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin…’” (Al-i
İmran,191) Peki, bu girift yapı içindeki insanın yaratılışında
bir başıboşluk ya da boşunalık söz konusu olabilir mi? Cevap yine Kur’an’ın
ebedî sesinden yükselmektedir: “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını
mı sanır?” (Kıyamet,36) Mütalaadan önce belirtilmelidir ki
biz bu düşünceden Allah’a sığınırız.
İnsanın anne karnındaki evreleri
Kur’an’da şöyle anlatılmıştır:
“…Sizi annelerinizin karınlarında
üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan
Allah’tır. ” (Zümer,6) Bu üç devre; zigot, embriyo
ve fetüs (et giydirilmiş kemikler) şeklindedir. Zigot ilk iki haftalık en kısa
dönemdir. Embriyo 2-8 haftayı, fetüs de 8-38 haftayı kapsamaktadır. Peki, bebek
bu kadar uzun zaman anne karnında neler yaşamaktadır? Allah’ın boşuna yaratmama
sıfatını bu zaman dilimi açısından nasıl değerlendirebiliriz? Varlık sahasına
çıkmış, ruhuyla buluşmuş fakat karanlıklarda sıkışmış kalmış bir beden eğer
anladığımız manada bir yaşamdan uzak ise bu dönemde ona ruhun verilmesinin ne
gibi bir hikmeti olabilir? Bu soruların cevabı bizi anne karnına yolculuğa
davet etmektedir.
Rahim duvarına tutunan bebeğin
kalbi 3-4. haftalarda atmaya başlamaktadır. Embriyo denen bu dönem, insanın
hayat boyu kullanacağı organlarının oluşmaya başladığı zamandır. Gözler, kan
damarları, kollar, bacaklar, sinir sistemi ve diğer önemli organların gelişimi
burada başlar. Üçüncü aydan itibaren embriyo dönemi yerini fetüs dönemine
bırakır. Bu dönemin en önemli özelliği beyinde elektriksel etkinliklerin
meydana gelmesi ve doğum öncesi dönemin en uzun evresi olmasıdır. Fetüs ancak
beşinci aydan sonra insan organizmasının temel yapısını almaktadır. Bebek
beşinci aydan doğumuna kadarki sürede insanın minimalize edilmiş hali
konumundadır. Peki, bu minik insanın dış dünya ile etkileşiminden söz edebilir
miyiz ve eğer bir etkileşim varsa bunu dinî manada bir kazanca dönüştürmek
mümkün müdür? Bunun tahlili için duyuların gelişimine göz atmamız gerekecektir.
Yetişkin bir insanın dış dünya ile
fiziksel ilişkisi nasıl duyu organlanları vasıtası ile gerçekleşirse bir bebek
de beş duyusu sayesinde dünya ile etkileşime girebilir. Anne karnındaki
yaşamda, gelişen ilk duyunun dokunma olduğu varsayılmaktadır. Bebekte dokunma
hissinin 8. hamilelik haftası gibi çok erken bir dönemde başladığı düşünülür.
Tat duyusu, erken gelişen
duyulardandır. Tat almadan sorumlu olan algılayıcılar, hamileliğin 13-15.
haftasında mevcuttur ve bunların yapısı erişkinlerinki ile hemen hemen aynıdır.
Bu nedenle bebeğin bu haftadan itibaren değişik tatları ayırt edebildiği düşünülür.
Yapılan gözleme dayalı incelemelerde anne adayı, tatlı besinler tükettikten
sonra bebeğin yutma hareketlerinde artış; acı ve ekşi besinler tükettiğinde bu
hareketlerde bir miktar azalma olduğu görülmüştür. Bu durum, bebeğin anne
karnındayken değişik tatları ayırt edebildiği tezini kuvvetlendirir.
Bebeğin burnu, hamileliğin 11-15.
haftaları arasında oluşumunu tamamlar. 25. haftadan itibaren bebek annesinin
sesini duyabilir, 27. haftada ise annesinin sesi dışında dışarıdan gelen
seslere hatta babasının sesini bile duyup ona tepki verebilir. Ancak hem içinde
bulunduğu ortam, hem de bebeği içinde bulunduğu sıvının olumsuz etkilerinden
koruyan kremsi tabakanın kulaklarını tıkaması nedeni ile sesleri büyük bir
olasılıkla boğuk olarak duyar.
Bebeğin göz kapakları 26. haftaya
kadar kapalıdır. Bu süre içinde görmeden sorumlu temel birim olan retina
gelişimini tamamlar. 26. hafta civarında bebek gözlerini açmaya başlar ve göz
kırpabilir. Bebeğin gözleri 26. haftaya kadar kapalı olmakla birlikte anne
adayının karnı üzerine uygulanan güçlü bir ışık kaynağına kalp atışlarında
bir hızlanma ile yanıt verir. Gerçekte rahim içi mutlak karanlık değildir.
Tıpkı sesleri geçirdiği gibi ışığı da geçirir ancak bu geçirgenlik ses ile
kıyaslandığında çok daha azdır. Buna rağmen bebek gündüz ile geceyi rahatlıkla
ayırt edebilir. 33. haftadan itibaren bebeklerin göz bebekleri ışığa tepki
vererek büyüyebilir ya da küçülebilir. Bunlar tıbbın tespitleridir. “…Rahimlerde
bulunanı O (cc) bilir.” (Lokman,34)
Tüm bu gelişim evrelerinin ve
duyuların kritiği yapılacak olunursa en güzel temasın işitme yoluyla
sağlanabileceği aşikârdır. En güzel bağ, işitme yoluyla kurulabilir. Anne
adaylarına önerilen modern(!) yöntemler arasında yer alan bebeğe klasik müzik
dinletme, kitap okuma vb. ritüellerden medet umuluyorsa biz de onların bir şey
bildiklerini varsayalım ve diyelim ki bu dönem neden dinî bir kazanca
dönüştürülmesin? 25. haftada annesini, 27. haftada çevredeki insanları
duyabilen bir bebek daha doğmadan modernizmin tazyikine neden maruz kalsın?
Onca karanlığa rağmen ana rahmine düşen ışık neden İslam’ın sönmez nuru
olmasın?
Peki, bebeğini daha kucağına
almadan onun ruhundaki müslümanlık tohumunu sulamaya başlamak isteyen bir anne
neler yapabilir? Hangi yollarla günahsız kulaklara erişebilir?
·
Yapılan bir araştırmada bebeklere anne
karnında Kur’an’dan bir sayfa dinletilmiş, doğum sonrası çocukların daha önce
hiç duymadıkları başka bir sayfaya oranla anne karnındayken dinledikleri
sayfayı daha kolay ezberledikleri tespit edilmiştir. Bu tecrübe dikkate
alınmalı ve anne Kur’an okumalarını çoğaltmalıdır.
·
Anne, bebeğini uygunsuz sözlerin
söylendiği ortamlardan da uzak tutmalıdır. Dedikodunun kol gezdiği, günahın
konuşulduğu sohbet meclisleri hem Allah için hem de savunmasız bebek için terk
edilmelidir.
·
Babanın bebekle temas kurması şüphesiz
annenin karnını dinlemesinden, odada sigara içmemesinden ve çocuğun tekmelerini
futbolcu bir evlada yormasından ibaret olmamalıdır. Bu tekmeler kalbin ve ruhun
kapılarını tekmeleyen bir bebeğin çırpınışları olarak okunmalıdır. “Doğduğumda
isteğim, yalnız uyuyacağım bir oda, renk renk elbiseler değil; Allah’ın razı
olacağı bir aile saadetidir. Bunu bana hazır ettiniz mi?” sorusu uykularımızı
kaçırmalıdır.
·
“Kalbler ancak Allah’ı anmakla
huzura kavuşur. “(Rad,28) ayetine binaen Allah’ı daha fazla anmak;
zikri, hamdı çoğaltmak annenin iç huzurunu artıracağından bu, dolaylı olarak
bebeğin huzuruna da katkısı olacaktır.
·
Baba ailenin reisi konumundadır. Reise
düşen, evdeki huzuru dengede tutmaktır. Hamilelik döneminde annenin
huzursuzluğunun bebeği etkilediği bilinen gerçeklerdendir. Bu konuda baba,
annenin hassaslaşan duygularını anlamalı ve aile saadetinin kökleri derinleştirilmelidir.
·
Gündüzü ve geceyi birbirinden ayırt eden
bir bebekten bahsediyorsak teheccüd annenin kaçırmaması gereken fırsatlardan
biridir. Bebek şüphesiz gece vakti hareketlenen annesinin bedenini
hissedecektir.
Tüm bu öneriler anne karnındaki
bebeğe yoğun bir eğitim vermek şeklinde bir kalıba asla dökülmemelidir. Burada
amaç duyularının açık olduğunu bildiğimiz bebeğin bilinçaltına ulaşmak, onu
hazırlamaktır. Tıpkı tohuma hazır hale getirmek için toprağı sürmek, misafir
gelmeden önce sobayı yakıp evi hazır etmek gibi…
Şüphesiz öğrenmelerimiz yaşantı
yoluyla gerçekleşir fakat burada bebeğin birşeyi öğrenmesinden çok, çağrışım
yapabileceği küçük etkileşimlerden bahsedilmektedir. Ayrıca öğrendiklerimizin
toplamı, bilinçli olarak algıladıklarımızdan çok fazladır. Yani bilinçdışı
sürekli aktiftir. Örneğin hiç sevmediği fakat popüler olan bir müzik parçasını
bilmediğini düşünen biri, bir gün kendisini bu şarkının tüm sözlerini
mırıldanırken bulabilir. Bunlar her öğrendiğimizi biliçli öğrenmediğimizin ve
öğrenmek için gayret sarf etmediğimizin delillerindendir.
Sıralanan tavsiyeler genel anlamda
anne adaylarının dikkat etmesi gerekenler değil anne karnındaki çocukla
etkileşimi sağlamak adına dikkat edilmesi gerekenlerdir. Bunlar dışında anne,
bebeğin sağlığını olumsuz etkileyecek fiil, besin, içeceklerden uzak olmalı;
haram lokma yememelidir muhakkak.
Son olarak gözden kaçırılmaması
gereken bir nokta da bu yoldaki uğraşların boşa gitmeyeceğine inanmaktadır
çünkü ameller niyetlere göredir. Bu noktanın halledilmesi yapılacak amellerin
ihlasını da artıracaktır. Bize düşen adım atmaktır. Velev ki bebek anneyi, babayı
hiç duymadı, yapılanları hissetmedi. Tüm çabalar boşa mı gidecektir? Elbette ki
hayır! Anne ve babanın bu çabası, aynı zamanda ebeveynin kendilerini disipline
etmeleri açısından da bir fırsat olarak okunmalıdır. Bu süreç, nesil
yetiştirmek gibi ağır bir sorumluluğu kaldırabilmek için bir prova dönemidir.
Kur’an okumayı çoğaltan, günah ortamlarından uzak duran, zikir ve duayı âdeta
çağlayana dönüştüren, nefsiyle iki kişilik mücadeleye giren anne-baba,
kendi ruh dünyalarını da pir ü pak yapacaklardır böylelikle. Sorumluluğumuz
çocuklarımıza sadece namaz, oruç, zekât öğretmek değil, neslimizi cehennemden
korumaktır, ağırdır, ciddidir. Gayret bizden, sonuç Allah’tandır. Vesselam…
Hilâl FURKAN
Yorumlar
Yorum Gönder