Dünya’daki İnce Ayarlar

 Dünya’daki İnce Ayarlar

Yüce Rabbimiz her evreni ve içindekileri kusursuz, nizamlı ve intizamlı yaratmıştır. Bilim adamlarının bazı araştırmalarını aşağıya aktardık. Tabi bu bilgiler bilim dallarındaki gelişmeler ilerledikçe daha da değişecek ve gelişecektir. O zaman evrenin sırları daha iyi anlaşılacaktır.
            Materyalist felsefe, evrendeki ve doğadaki tüm sistemlerin kendi kendine rastlantılar sonucu ortaya çıktığını savunarak ortaya çıktı. Halen de öyle söylüyorlar. Günümüzde, materyalizmin ve onun sözde bilimsel dayanağı olan Darwinizm'in geçersizliği, bilimsel olarak ortaya konmuştur.
            Evrende yaklaşık olarak 100 milyar galaksi ve her birinde ortalama 100 milyar yıldız ve bir o kadar da gezegenin birbirlerine dokunmadan ahenkli bir şekilde döndüğünü düşünürsek aklımız sınırlarını zorlar.
Hepsi de cansız varlıklar… Sonsuz boşlukta, direksiz, dümensiz… Dön babam dön… Havaya topu atıyoruz, pat diye düşüyor.
Peki, evrendeki trilyonlarca cisimlerini yaratan kim? Her şeyi boşlukta dayanaksız tutan kim? Korkunç bir hızla çarpışmadan döndüren kim? Gerçekten de akıl almaz bir şey.
Materyaliste bakarsak, tesadüf, rastlantılar sonucu oluşmuş, rast gele şeyler… Gömleğindeki düğme rastgele mi oluştu desen, sana kızar, enayi misin? O düğmenin bir ustası var, der.
O zaman ben de derim ki bu evreni, içindeki trilyonlarca canlıları, cansızları yaratan bir usta yok mu? Materyalist susuyor, ben de haykırıyorum:
Her şeyi yaratan: Allah, Allah, Allah, … Madem her şey var; her şeyi de yaratan var… Allah, Allah, Allah… Sonsuza kadar haykırıyorum; Allah, Allah, Allah…
Ey maddeci, inançsız adam! Allah’ü Teâlâ’nın esmasına bak ta gör! Her şey Rabbimizin “Kün! (ol!)” demesiyle oluştu. Bana diyor ki: Hayır, “Bing Bang” yani “Büyük Patlama” ile oluştu. Tamam, Bing Bang’in içindeki malzemeyi koyan da patlatan da âlemlerin Rabbi: Allah! Allah! Allah!
Evrenin yaratılışında; bütün esmalar tecellî etmekle birlikte, ilk bakışta şunları sayabiliriz… Alîm (ilim sahibi), Halık (yaratıcı), Kayyum (varlıkta durduran), Kadîr (kudret sahibi), Murîd (irade eden) Basîr (gören), Hakîm, (hikmet sahibi), Musavvir (şekillendiren), Müzeyyin (süsleyen), Mücemmil (güzellştiren), Rakîb (kontrol eden, Mülevvin (rengini veren), Müfaddil (üstün kılan)…
20. yüzyılda birbiri ardına gelen bilimsel bulgular, hem astrofizik hem de biyoloji alanlarında, evrenin ve canlıların yaratıldığını ispatladı. Bir yandan Darwinizm'in tezleri bir bir çökerken, diğer yandan da evrenin yoktan yaratıldığını gösteren Big Bang teorisi ve maddesel dünyada büyük bir tasarım ve "hassas ayar" (fine tuning) bulunduğunu gösteren bulgular, materyalizm iddialarının asılsızlığını bir kez daha gösterdi.
İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis, bu ince ayardan şöyle söz etmektedir:
(Evrendeki) bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, "mucize" kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor.
Fizikçi Paul Davies fizikçilerin ve kozmolojistlerin günümüzde evrenin hayat için ince ayarlı (fine-tuned) olduğu fikrini savunduklarını ileri sürer. Aslında evrenin hayat için değil hayatın ihtiyaç duyduğu çevre ve temel yapıtaşları için ince ayarlı olduğunu söyleyerek devam eder. Çoğu bilim adamları için paralel evrenler ve antropik ilke gibi hipotezler ikna edici delillere sahiptir. George F. R. Ellis bahsedilen diğer evrenleri gözlemlemenin astronomik açıdan imkânı olmadığını eğer bu evrenler var olmuş olsa bile açıklanmamış doğa sırlarına bir yenisinin ekleneceğini söyler.
Şu Ayet-i Kerimlere Bakalım:
“Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Mü’min Suresi, 57)
“Allah’ü Teâlâ geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır. Her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir.”
“İşte bunları yaratıp düzene koyan Allah’ü Teâlâ sizin rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdeğin incecik zarına bile malik olamazlar.” (Fatir Suresi, 13)

Görmüyor musunuz; Allah'ü Teâlâ, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır. (Nuh Suresi, 15)
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Allah'ü Teâlâ, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız. (Ra'd Suresi, 2)
O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir. (En'am- Suresi, 101)
O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

Dört kuvvet: Bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"in -yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- iletişimi ve dengesi sayesinde, evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar meydana gelir. Bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptirler. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu kuvvetler arasındaki hassas dengeyi şöyle açıklamaktadır:

Gök cisimleri arasındaki mesafeler: Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki dengeleri şöyle açıklamaktadır:
Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.14
İnce ayarlı evren, evren içerisinde hayata izin verecek koşulların ancak evrensel temel fizikî sabitlerin mevcut değerleri sayesinde oluşacağını anlatan bir önermedir. Önermeye göre bu temel sabitlerdeki en ufak değişimler dahi maddenin, astronomik yapıların, çeşitlilik sahibi elementlerin ve dolayısıyla hayatın oluşmasına engel teşkil etmektedir.
Üzerinde yaşadığımız dünyamız çok hassas dengeler üzerine oturtulmuş, üstelik bu dengeler özel olarak insanoğlu için ayarlanmıştır. Eğer mevcut yüzlerce dengeden birkaçını yakından incelersek, yaşadığımız dünyanın bizim için nasıl dizayn edildiğini daha iyi anlarız.
Yerçekimi: Eğer daha güçlü olsaydı; Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da hayat için çok olumsuz olurdu. Eğer daha zayıf olsaydı; Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.
Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneşimiz'den bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi.
Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı.
Diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır. Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom olamazdı. Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu. Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı. Hayat da olmayacaktı.

Güneşe uzaklık: Eğer daha fazla olsaydı; gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi. Eğer daha yakın olsaydı; gezegen kavrulur hayat imkânsızlaşırdı.
Dünyamız eğer güneşe şimdikinden biraz daha yakın olsaydı, artan sıcaklık sebebiyle buzullar erirdi. Buzulların azalmasıyla dünyamızın güneş ışınlarını yansıtma gücü de azalacak ve böylece daha fazla güneş ışığı emilecekti. Buzulların erimesi deniz seviyesinin yükselmesine sebep olacak, birçok şehir sular altında kalacak, okyanuslar genişleyecekti. Deniz yüzeyi güneş ışığını kara yüzeyinden daha fazla emdiği için dünyanın ısısı artacaktı. Bütün bunların yanında, okyanusların ısısının artmasıyla buralarda çözünen karbondioksit, ısı yüzünden çok fazla buharlaşan deniz suyuyla birlikte atmosfere karışacaktı. Karbon dioksitin ve buharlaşmış deniz suyunun artması ise yine ısının önemli derecede artmasına sebep olacaktı.
Bu olaylardan her biri dünyanın ısısını canlıların ihtiyaç duyduğu sınırların çok üstüne yükselterek hayatın yok olmasına sebebiyet verir. Öte yandan zaten karaların sular altında kalması veya atmosferdeki karbon dioksitin artışı da başlı başına öldürücü etkiye sahiptir.
Dünyamız güneşe biraz daha uzak olsaydı ne olurdu? Bu durumda bir önceki durumların tam tersi gerçekleşirdi. Dünyamızda daha fazla buzul olurdu, böylece dünyamızın yansıtma derecesi de artacaktı. Dünya üzerindeki okyanuslar azalacak ve böylece denizlerin emdiği güneşin ısısı da azalacaktı. Okyanuslar daha soğuk olacağı için buharlaşan su da azalacaktı. Atmosferdeki karbon dioksitin daha fazlası soğuk denizde çözülecekti. Havadaki karbondioksit oranının biraz azalması bile, bu gazın yarattığı “sera etkisi”ni azaltacak, dünya, üzerinde canlıların yaşayamayacağı kadar soğuk bir gezegen olacaktı.

Yer kabuğunun kalınlığı: Eğer daha kalın olsaydı; atmosferden yer kabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi. Eğer daha ince olsaydı; hayatı imkânsız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.

Dünyanın kendi çevresinde dönme hızı: Eğer daha yavaş olsaydı; gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu. Eğer daha hızlı olsaydı; Atmosfer rüzgârları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkânsızlaştırırdı.

Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi: Eğer daha fazla olsaydı; Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, dünyanın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu. Eğer daha az olsaydı; şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.

Dünyanın manyetik alanı: Eğer daha güçlü olsaydı; çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu. Eğer daha zayıf olsaydı; güneş rüzgârı denilen ve güneşten fırlatılan zararlı partiküllere karşı dünyanın koruması kalkardı. Her iki durumda da hayat imkânsız olurdu.

Albedo etkisi: (Yeryüzünden yansıyan güneş ışığının, yeryüzüne ulaşan güneş ışığına oranı): Eğer daha fazla olsaydı; hızla buzul çağına girilirdi. Eğer daha az olsaydı; sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır, daha sonra kavrulurdu.

Atmosferdeki oksijen ve azot oranı: Eğer daha fazla olsaydı; hayatî fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı. Eğer daha az olsaydı; hayatî fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.

Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı: Eğer daha fazla olsaydı; Atmosfer çok fazla ısınırdı. Eğer daha az olsaydı; atmosfer ısısı düşerdi.

Ozon tabakasının kalınlığı: Eğer daha fazla olsaydı; yeryüzü ısısı çok düşerdi. Eğer daha az olsaydı; yeryüzü aşırı ısınır, güneşten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı koruma kalmazdı.
Sismik (deprem) hareketleri: Eğer daha fazla olsaydı; canlılar için sürekli bir yıkım olurdu. Eğer daha az olsaydı; okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz hayatı dolayısıyla bütün dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.

Atmosferdeki oksijen oranı: Eğer daha fazla olsaydı; bitkiler ve hidrokarbonlar tahrip olurdu. Eğer daha az olsaydı; diğer canlıların solunum yapması zorlaşırdı.
İşte tüm bu dengeleri, "bunlar nasıl kuruldu" ya da "hangi irade evreni insan hayatına uygun olarak düzenledi" sorularıyla incelediğimizde, bunların Allah'ü Teâlâ’nın yaratışının çok açık birer delili olduğunu görebiliriz.
Allah'ü Teâlâ, evreni büyük bir hikmet ve güçle yaratmış ve dünyayı da insanın yaşaması için özel olarak hazırlamıştır. Pek çok insan bundan habersiz bir hayat sürer, ama gerçek budur. İşte bu nedenle Allah’ü Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de mealen şöyle buyurur:







Kaynaklar:
1- Kuran-ı Kerim ve Meali (Di. İş. Baş.)
2- Mark Isaak (ed.) (2005).  "CI301: The Anthropic Principle"
3- http://www.zaferdergisi.com
3- http://www.frmartuklu.org
4- http://blog.milliyet.com.
5- harunyahya.org/tr
6- http://m.sorularlaislamiyet.com


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis