ALIN TERİ
Alın Teri
Hiç kıymeti bilinmeyen en kıymetli şey alınteridir.
Altından, elmastan, tüm maddi varlıklardan daha değerlidir. Fakat hiç kıymeti
bilinmez. Hatta istemeyerek alınteri dökenler ya çok kızarlar ya çok üzülürler.
Bir de pırlanta insanlar vardır ki onlar da döktükleri
alınteri ile mutlu olurlar. Ellerine Karun’un hazinelerini tutuştursan hiç
düşünmeden reddederler.
Kendimizi ve çoluk çocuğumuzu helâl kazançla beslemek,
dinimizde cihaddır. Nafile ibadet etmekten daha üstündür.
Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashabı ile oturuyordu.
Sabah erkenden bir genç, hızlı hızlı yanlarından geçti ve dükkânına gitti.
Sahabe-i kiram: ‘Yazık, keşke bu erken vakitte din işine baksaydı!’ deyince,
Rasûlullah (s.a.v.): “Öyle söylemeyiniz.
Eğer başkalarına muhtaç olmamak için gidiyorsa, Allah (c.c.) yolundadır.
Övünmek için, desinler için ve zengin olmak için gidiyorsa, şeytanın
yolundadır. İnsanlara muhtaç olmayıp, dünyalığını helalden kazanan veya
komşularına ve akrabalarına iyilik yapan, kıyamet günü yüzü ondördüncü gecedeki
ay gibi olur. Dilencilik kapısını kendine açana Allahü Teâlâ (c.c.) yetmiş
fakirlik kapısı açar; ihtiyaç ve zarureti artar.’’ buyurmuşlardır.
(Kimya-yı Saadet)
Vaktiyle bir ihtiyarın üç çocuğu varmış. Ömrünün sonlarına
eren bu ihtiyar, çocuklarını başına toplayarak şöyle öğüt vermiş: ‘Oğullarım!
Görüyorsunuz ki ben ölüme hazırlanıyorum. Son olarak size bir sözüm var. Ben
sağlığımda artırabildiğim paraları bir küpün içine doldurup bahçenin bir
köşesine gömmüştüm. Fakat onu hangi tarafa gömdüğümü şimdi hatırlamıyorum. Ben
öldükten sonra, siz o parayı arayıp bulursunuz.
Üç kardeş babalarını toprağa gömdükten sonra, toprağın
içindeki altın küpünü bulmak amacıyla, o geniş bahçeyi karış karış kazdılar,
toprağı adeta elekten geçirir gibi aktardılar. Fakat altın küpünü bir türlü
bulamadılar ve ümitlerini kestiler. İçlerinden biri dedi ki: Bu toprağa bu
kadar emek vermişken, her tarafa bir ekin ekelim, hiç olmazsa ondan fayda
görürüz.
Bu sözü de münasip gördüler, diğer kardeşler ve güzel bir
tohum bulup, bahçenin her tarafına ektiler. Allah (c.c.) öyle bir buğday verdi
ki, ambarlar dolup taştı. Ellerine pek çok para geçti. Üç kardeş anladılar ki,
babalarının söylediği altın dolu küp, toprağı kazmak yoluyla çalışıp iş
yapmakta imiş.
Hatem-i Tai’nin cömertliği ve iyilik severliğini kendi
zamanında bilmeyen yoktu. Bir gün bu zata sormuşlar: ‘Ey Hatem! Yeryüzünde
senden daha cömert, iyiliksever, fakir fukaranın (yoksulların) ihtiyaçlarını
gideren birisini gördün veya işitin mi?’ demişler. Hatem Tai şöyle cevap
vermiş: ‘Bir gün kırk deve kestirmiştim. Bütün kabile reislerini ve tüm halkı
davet etmiş, kendim de etrafa dolaşmaya çıkmıştım ki, çevrede kim var, kim yok.
Baktım ki, karşıdan çalı dikenlerini arkasına yüklenmiş bir ihtiyar geliyor;
yaklaştım, ‘Ey ihtiyar! Duymadın mı? Hatem-i Tai’nin verdiği büyük ziyafeti?
Develer kesmiş, helvalar, pilavlar pişirmiş, bütün halk Hatemi’nin sofrasına
toplanmış, sen niçin gitmedin?’ dedim. Oduncu ihtiyar: ‘Kendi arkamda taşıdığım
bu çalı çırpı dikenlerini satın alarak yediğim, Hatemi’nin verdiği ziyafetten
daha sevimlidir.’ dedi. İşte bu ihtiyarı Hatem’den daha cömert ve daha şerefli
buldum; o ihtiyarın değerini üstün gördüm’ demiştir.
Rasûlullah (s.a.v.): “Hakikat
Allah (c.c.) mü’min sanatkar kulunu sever. Veren el sahibi olabilmek isteyen
kimsenin, sanat sahibi olması veya bir iş tutması gerekir.’’
Buyurmuşlardır.
Bazı düşünürler şöyle derler: Yalnız kalmaktan sakının!
Yalnızlık akılları ifsat eder, hürriyetinizi kısaltır, serbestliğinizi bağlar.
Menfaatsiz gününüz geçmesin. Sanatsız malınız gitmesin; çünkü ömür menfaatsiz
geçirilmeyecek kadar kısadır; mal, yersiz ve ölçüsüz harcanmayacak kadar azdır.
Akıl sahibinin hakkı, ömrünü ve malını hesaplı harcamaktır. Boş zaman
(çalışmamak), insanı sapıtır veya pişmanlık getirir. Eğer çalışmak yorgunluk
ise, boş vakit geçirmek fesattır.
Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurur: ‘Rahatlık (çalışmamak), erkek
için gaflet, kadınlar için şişmanlık vesilesidir. Ey fakirler! Başınızı
kaldırınız. Ticaret yapınız. Zira çalışıp kazanmak ve ticaret yolu herkese
açıktır. Tembel tembel durarak, başkalarına yük olmayınız!’
İnsan çalışırsa gönlünde ve evinde huzur olur, aile efradı
darlık çekmez. Bir kimse çalışmayı terk edecek olursa; Allah (c.c.) da onlara çalışmalarından dolayı yardım
etmiş, başarıya kavuşturmuştur.
Öğünmek için, kibirlenmek için, ihtiyaçtan fazla kazanmak
haramdır. Görülüyor ki, ehlinin ve iyalinin nafakalarını temin etmek ve
borçlarını ödemek için çalışıp helal kazanmak, nafile ibadet yapmaktan kat kat
daha fazla sevaptır.
Zaruret olmadan bir şey istemek haram olduğu gibi, ücretsiz
olarak başkasına iş gördürmek de haramdır.
Kadının ev işleri yapması, zevcesine teberrü ve ihsandır,
çok sevaptır. Erkek de, zevcesine nafakadan fazla ihsanlar da bulunmalıdır.
Allah Teâlâ ihsan edenleri çok sever. Rasûlulllah (s.a.v.) Efendimizin
zamanından bu güne kadar, müslüman kadınları ve erkekleri, zevc ve zevcelerine
bu ihsanı yapmışlardır. Ezelden ayrılmış olan rızk değişmez; aynı rızk helalden
isteyene helal yoldan gelir, haram işleyerek isteyene de haram yoldan gelir.
Haram yoldan kazanan, hem büyük günahlar işlemiş olur, hem de kazandıklarının
hayrını görmez. Kazandıkları, hekime, hakime, düşmanlara gider ve günah
işlemekte kullanılır; insanı felakete sürükler.
Çalışan Müslüman hem kendine, hem ailesine, hem milletine,
hem yurduna karşı hayırlı, faydalı bir insan olur. Bu da iyi çalışmakla
olacaktır.
Fertlerin ve milletlerin hayatında başarının sırrı çok
çalışmaktır. Çalışmak, sadece başarının değil, aynı zamanda sağlığın sırlarını
da içinde bulundurur. Çalışan insan hem kendisi, hem ailesi, hem de millet ve
insanlığı için hizmet eder. Dinç ve sağlıklı kalmanın yolunu da bulmuş olur.
Hayatında çalışmayı bir disiplin haline getirmiş insanlar için çalışmak sıkıntı
değil, bir zevktir, eğlencedir. Çalışan insan bahtiyardır. Onun için mutluluk
sebebidir. Besmele-i Şerife ile başlanarak, Allah (c.c.) ‘nin hoşnutluğu
istenerek, severek ve zevkle yapılan meşru bir iş, aynı zamanda bir ibadettir.
Allah (c.c.)’nin emrettiği günlük ibadetlerini yapan, ibadetlerinden arta kalan
çok geniş zamanını, faydalı birer çalışma ile değerlendiren kimse, ne iyi
insandır. Sabah namazını kıldıktan sonra kahvaltısını yapıp, tarlasına çift
sürmeye giden çiftçi, fabrikasına veya atölyesine giden işçi, dükkânı açan
tüccar, dairesine giden memur, kışlasına giden asker, Besmele-i Şerife ile
başlıyor, Allah’tan (c.c.) rızkını istiyor ve durmadan, yorulmadan, usanmadan
çalışıyor ve kendine düşen görevi tam bir disiplin ve ciddiyet içinde,
dürüstlükle yapıyorsa, bilsin ki, onun her anı, her saniyesi, her dakikası ve
her saati, bir nevi ibadetle geçiyor demektir. İslâm dini, insanların dünyada
ve ahirette saadete ermeleri için, en mükemmel kaideler vazetmiştir. Bu
kaidelerin iyi kullanıldığı asırlarda İslâm camiası, asude yaşamıştır. Bu gün
İslâm alemi fakr-u zaruret içindeyse, bu kabahat İslâm kaidelerinde değil, onu
tatbik mevkiinde olup da iyi tatbik edemeyenlerdedir. Tanzimat devrinin seçkin
yazar ve şairlerinden Ziya Paşa; çok gezmiş, batıyı görmüş ve bir gazelinde
şöyle diyor:
Diyar-ı küfrü gezdim,
beldeler, kâşaneler gördüm,
Dolaştım mülk-ü İslâmı,
bütün viraneler gördüm.
Biz Müslümanlar çok ve sistemli çalışmağa mecburuz. Çok iş,
az söz vecizesine uymalıyız. Dünyada ancak çalışanlar kazanır, tembeller ise
utanır. Bir milletin hakiki efendileri çalışanlardır. Yeter ki haram yollara sapmadan
kazanalım. Kazandığımızı da zekât ve sadakalarla taçlandıralım. Paylaşmasını
bilmeyen insanın kazancında bereket yoktur. İnsan kazanırken beş şeye niyet
etmelidir. Kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını helâl yoldan temin etmek.
Hısım ve akrabalarına yardım etmek. Yoksullara karşılıksız yardım etmek. Hayır
işler (Çeşme, okul, cami…) yapmak. Farz olan zekât ibadetini yapmak.
Sevgiyle kalın muhterem dostlarım.
Kaynak:
1- Yüksek İslâm
Ahlâkı (Mustafa Bilgen)
2- Eshab-ı Kiram'dan, evliyalardan, tarihimizden
hikâyeler
Yaşar AKKAŞ
“Bu eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.”
Yorumlar
Yorum Gönder