Müminin Nesil Endişesi
Müminin Nesil Endişesi
Kâinâta ibret nazarıyla
bakıldığında görülmektedir ki; bal yapan arı, yumurta veren tavuk, süt veren
koyun, hatta yavrusunu bakışlarıyla besleyen bir yılan dahî, fıtratının bir
gereği olarak neslini devam ettirme gayreti içerisindedir. Bütün yaratılan
mahlûkat için bu kaide geçerlidir.
İnsan da içinde
bulunduğu âlemde cari olan adetullah gereği, neslini idâme ettirme
arzusundadır. Fakat bir mü’minin nesil endişesi, diğer mahlûkattan çok daha
ulvîdir.
Müminin Nesil Endişesi
Nasıl Olmalıdır?
Nitekim mü’min; evlât ve
torunlarıyla sadece kendi soyunun sürmesi derdinde değildir. Onun esas
endişesi; Allah Teâlâ’nın fazl-u keremi ve kendisini yetiştiren büyüklerinin gayretleriyle
sahip olduğu îman, ibadet ve ahlâk ölçülerini, evlâdına nakledebilmektir. Onun
gönlü, evlâdının sadece bu dünyasını değil, ebedî saâdetini kazanma
düşüncesiyle yoğrulmaktadır. Gayreti sadece bu fânî cihan için değil, ebedî
olan âhiret yurdu içindir.
Çünkü bir mü’min bilir
ki; bu dünya bir imtihan yurdudur ve “Esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî,
Rikāk, 1)
Bu sebeple; evlâtlarının
dünyevî istikbâli için gayret ettiği ve dünyalığını helâlinden kazandığı gibi;
sonsuz âhiret yolculuğunun yegâne azığı olan takvâyı da ihmâl etmez.
Elbette mü’min, bu
dünyada evlâdının rızkını düşünür. Fakat onun asıl endişesi, o lokmaların helâl
olup olmadığıdır. Evlâdına verdiği terbiye istikametinde, onun Cennet
nîmetlerini mi; yoksa -maâzallah- Cehennem azâbını mı tadacağını düşünür.
Elbette her ana, üşüyen
yavrusunun üstünü örter. Onu en güzel kıyafetler içinde görmek ister. Fakat
âhiret inancına sahip bir anne; evlâdını öbür âlemde Cennet ipeğinden atlas
kaftanların mı, Cehennem’in yalaz yalaz ateşinin mi saracağı endişesiyle çok
daha fazla meşgul olur.
Allâh’a ve âhirete îmân
eden bir insan, evlâtlarının dünya ile âhiret saâdeti karşı karşıya geldiğinde;
hiç düşünmeksizin, dünyayı elinin tersiyle iter ve âhireti tercih eder… Deryayı
bırakıp damlayı almak ahmaklığına dûçâr olmaz.
Evlâdım dünyada tıka
basa doysun da, isterse ahirette zehir-zıkkım yesin diyemez!
Dünyada istikbâli parlak
olsun da, varsın ahirette yüzü karalardan olsun diyemez!
“Bu dünyada gününü gün
etsin, nasıl olsa âhirette affa mazhar olur.” şeklindeki şeytan aldatmacasına
kanmaz. Âhiret yanında dünya saâdetinin bile ancak ve ancak Allâh Teâlâ’nın
emrettiği ve Rasûl’ü Sallallahü Aleyhi Vesellem’in gösterdiği temiz, nezih ve
huzurlu hayatı yaşamakla elde edilebileceğini idrâk eder. Sefâleti, sefâheti ve
rezâleti; saâdet diye, hürriyet diye takdim eden şeytanlaşmış kimselere,
aldatıcı reklâm ve modalara; küfür diyarından esen soğuk rüzgârlara asla
kapılmaz.
Hakkı hak bilip ona
ittibâ; bâtılı bâtıl bilip ondan ictinâb etme düstûruyla ve niyazıyla yaşar.
Evlâtlarını bu şuurda yetiştirir. Esas sürdürülmesi gereken neslin; biyolojik
değil, manevi nesil olduğunu bilir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Temmuz Sayı: 130
Yorumlar
Yorum Gönder