Gevşemeyin, Mahsun Olmayın Eğer Mü'min İseniz En Üstün Sizlersiniz
Gevşemeyin,
Mahsun Olmayın Eğer Mü'min İseniz En Üstün Sizlersiniz
Prof.
Dr. Ömer Çelik
Allah
Teâlâ bütün kâinatı bir ıstıfâya, daha açık bir ifadeyle eleyip seçmeye yönelik
halk etmiştir. Yeryüzündeki her şey, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini
denemek için yaratıldığı gibi (Kehf 18/7), ölüm ve hayat da hangimizin daha
güzel davranacağını sınamak için var edilmiştir (Mülk 67/2). Dolayısıyla
yaratılıştan gaye, iyilerle kötüleri ayırıp, kötülük edenleri yaptıkları ile
cezalandırmak, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırmaktır (Necm
53/31).
Bununla
birlikte Kur'an-ı Kerim'de, savaşların, bir kısım belâ ve musibetlerin meydana
gelmesinin sebep ve hikmetleri açıklanırken de, dikkatimizi celbeden mühim bir
hususa temas edilmektedir: Hakk'ın ortaya çıkıp batılın yok olması; mü'minlerle
münafıkların, iyilerle kötülerin birbirinden tefrik edilmesi. Allah Teâlâ Bedir
harbinin hikmetini bildirirken "(Bu savaş) Allah'ın murdarı temizden
ayıklaması (mü'mini kâfirden ayırması) ve bütün murdarların bir kısmını diğer
bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir"
(Enfâl 8/37); "...Allah, gerekli olan emri yerine getirmesi, helak
olanların açık bir delille (gözüyle gördükten sonra) helak olması, yaşayanın da
açık bir delille yaşaması için Bedir harbini geçekleştirdi" (Enfâl
8/42) buyurduğu gibi, Uhud harbinin hikmetini açıklarken de: "İki
birliğin karşılaştığı gün (Uhud günü) sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın
dilemesiyle olmuştur ki, bu da, mü'minleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya
çıkarması için idi" (Al-i İmran 3/166-167) buyurur. Hendek harbinde
düşman orduları vadinin üst ve alt yanından mü'minlerin üzerine yürüdükleri
zaman gözler kaymış, yürekler gırtlağa gelmiş ve Allah hakkında türlü türlü
zanlar peydah olmuştu. İşte bu zaman iman sahipleri imtihandan geçirilmişler,
şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlar ve gerçek mü'minler: "İşte, Allah
ve Rasûlünün bize vadettiği! Allah ve Rasûlü doğru söylemiştir" (Ahzâb
33/22) diyerek imtihanı kazanmışlar; bu durum, onların ancak imanlarını ve
Allah'a bağlılıklarını artırmıştı. Fakat münafıklarla kalplerinde hastalık
bulunanlar: "Meğer Allah ve Rasûlü bize sadece kuru vaadlerde
bulunmuşlar" (Ahzâb 33/12) diyerek hem kendileri savaştan vazgeçmişler
hem de diğer insanları vazgeçirmeye çalışmışlardı. Tevbe sûresinde tafsilatlı
bir şekilde açıklandığı üzere Tebük seferi de, gerçek mü'minlerle münafıkları
birbirinden kesin hatlarla ayıran ve münafıkların iç yüzlerini bütün açıklığı
ile ortaya koyan zor bir sefer olmuştu.
Kur'an-ı
Kerim'de bir husus daha önemle vurgulanır, o da: "Allah'ın, öteden beri
süregelen kanunu budur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın"
(Fetih 48/23) gibi ayetlerde dile getirilen "Sünnetullah'ın
değişmezliği" gerçeğidir. Sünnetullah, Allah Teâlâ’nın kâinatı ve
içinde bulunan her şeyi yaratırken ve hem maddî hem de manevî yönden bunları
idare ederken koymuş olduğu değişmez kanunlardır. İşte insanların seçime tabi
tutularak denenmeleri de bir sünnetullah, kullarına yönelik sürekli cereyan
eden bir ilâhî kanundur. Yani Allah Teâlâ, gerçek mü'minlerle diğerlerini,
iyilerle kötüleri birbirinden ayırmak için kıyamete kadar her zaman bir kısım
hadiseler zuhura getirecek ve insanları bunlarla sınayacaktır. Zaten "Allah,
mü'minleri şu bulunduğunuz durumda bırakacak değildir; sonunda murdarı temizden
ayıracaktır. ...Eğer iman eder, takvâ sahibi olursanız sizin için çok büyük bir
ecir vardır" (Al-i İmran 3/179) ayet-i kerimesi de, bu deneme ve seçim
kanununun sürekliliğini belgeleyen bir Kur'ânî delil olarak karşımızda
durmaktadır.
O
halde her mü'min, İslâmî mücâhede ile alakalı olarak kendi zamanında olan biten
hadiseleri bu açıdan değerlendirmeli; üzerine düşen vazifenin şuurunda olarak
bu konuda hassasiyet göstermeli, gevşeklik ve ihmalkârlıktan sakınarak Allah Teâlâ'nın
şu ikazlarını iyi değerlendirmelidir:
"Yoksa
Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız’" (Al-i İmran 3/142).
"Andolsun
ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi
açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz." (Muhammed 47/31)
"Yoksa
siz, sizden öncekilerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi
mi sandınız’ Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle
sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki mü'minler: "Allah'ın
yardımı ne zaman!" dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır" (Bakara 2/214).
"Yoksa
Allah sizden cihad edip Allah, peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine
sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız’ Allah
yaptıklarınızdan haberdardır" (Tevbe 9/16).
"İnsanlar
imtihandan geçirilmeden, sadece 'iman ettik' demeleriyle bırakılıvereceklerini
mi sandılar. Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir.
Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya
çıkaracaktır"
(Ankebût 29/2-3).
Meallerini
verdiğimiz bu âyet-i kerimelerde Yüce Rabbimiz, kulların sürekli imtihan
halinde olduklarını ve bir kısım vesilelerle denendiklerini belirtmekte;
cennete girme vesilesi olarak cihad ve sabrı telkîn ederek, içimizden cihad
edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete girebilme ihtimalinin uzak
olduğunu bildirmektedir. Binâenaleyh mü'minlerin cihad ve o uğurda başlarına
gelecek her türlü mihnet ve meşakketlere sabırdan bir an geri durmamaları
gerekir. Çünkü onlar öyle ulvî bir gayenin müntesibidirler ki, o gayeye ulaşmak
için hiçbir şey onlara engel teşkil etmemeli; bilakis aksilikler ve
menfîlikler, onların azim ve cesaretlerini kamçılamalıdır. Bedir'de müşrikleri
korkunç bir bozguna uğratan ve onlardan yetmiş kişi öldürüp yetmişini de esir
eden mü'minler, bir sene sonra Uhud'da mağlûbiyete maruz kalmışlar, yetmiş
şehîd, birçok da esir vermişlerdi. Bu durum onlara ağır gelmiş ve mahzûn
olmuşlardı. Allah Teâlâ onları teselli etmek için, bir de gevşeklik göstererek
cihattan geri kalmamaları için şu âyet-i kerimeleri indirmiştir:
"Gevşeklik
göstermeyin, mahzûn olmayın. Eğer inanmışsanız en üstün sizsiniz. Şayet siz
(Uhud'da) bir acıya uğradınızsa, (düşmanınız) o kavim de (Bedir'de) benzer bir
acıya uğramıştır. (Zafer) günlerini biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta
ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehitler edinsin. Allah
zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri günahlardan temizlesin, kâfirleri
de helak etsin"
(Al-i İmrân 3/139-141).
Bu
âyet-i kerîmelere göre mücadelede gevşeklik göstermek, kuru bir üzüntü ile
yetinip gerekli faaliyetlerde bulunmamak yasaklanmış ve imanın küfre olan
üstünlüğü vurgulanmıştır. Zira küfür, sahibini ebedî cehenneme sürüklerken
iman, sahibini cennetlere yüceltecektir. Bu bakımdan Allah Teâlâ, mü'minlere
cesaret vermek için bir diğer âyet-i kerimede de: "O (düşman) topluluğu
takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da, sizin
çektiğiniz gibi acı çekmektedirler. Üstelik siz Allah'tan, onların ümit
etmedikleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, ilim ve hikmet sahibidir"
(Nisâ 4/104) buyurarak, İslâmî mücadelede Müslümanların çektiği ızdırap ve
çilenin bir anlamı ve bir neticesi olduğunu, bu bakımdan menfilikler karşısında
yamulup bükülmeden vazifelerine devam etmeleri gerektiğini bildirmektedir.
Yine
yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre Allah Teâlâ zafer ve galibiyet
günlerini insanlar arasında döndürüp dolaştırır. Zaferi bazan birine, bazan da
bir diğerine verir; Bedr ve Uhud örneğinde olduğu gibi bazan Müslümanlara bazen
kâfirlere nasip eder. Fakat bundan, Allah Teâlâ'nın bazen mü'minlere, bazen de kâfirlere
yardım ettiği anlaşılmaması gerekir. Zira Allah'ın yardımı pek şerefli bir şey
olup, kâfire layık değildir. Dolayısıyla bundan maksat, Allah Teâlâ'nın sıkıntı
ve meşakkatleri bazen kâfirlere bazen de mü'minlere çok vermesidir. Eğer bu el
değiştirme olmamış ve kâfirler hep sıkıntı ve meşakkat içinde kalmış olsalardı,
imanın ihtiyârî kıymeti kalmaz, zarûrî bir iş olurdu. Teklifin, sevap ve
günahın manası olmaz, her yönden bir mecburiyet söz konusu olur, kulun kesbi ve
ihtiyarına bağlı sonsuz terakki ve yükselme kanunu bulunmazdı. Bu bakımdan
dünya hayatında küfür ehlinin lehine gibi görünen bazı şüpheler bulunmalı,
mükellef de, İslâm dininin gerçek olduğuna delâlet eden delilleri inceleyerek
bu şüpheleri gidermeli ve bu sayede bulunduğu durumdan geleceğe yönelik aşk ile
hamle ettirecek heyecanlar duyabilmelidir. Böylece gerçek iman sahipleri ile
küfür sahipleri birbirinden ayrılır; kâfirler fânî şeylerle oyalanırken,
mü'minler bâkî şeylerle uğraşarak ebedî saadete ulaşır.
Devam
eden ayetlerde Yüce Rabbimiz, bu galibiyet ve zafer günlerini insanlar arasında
dolaştırmaktan maksadının, hakîkî iman sahiplerini ortaya çıkarmak, gerçek
şehitler edinmek, mü'minleri manevi kir ve paslardan temizlemek ve kâfirleri
helak etmek olduğunu açıklamaktadır. İmam Kaşânî'nin ifadesiyle belâ ve
sıkıntılar, mü'minlerin fıtratlarında bulunan sabır, şecaat, yakîn kuvveti,
nefse az değer vermek, kalbin nefsi istila etmesi ve Allah'ın emrine tam teslim
olmak gibi güzel hasletleri ortaya çıkarır ve derece derece kemale erdirir.
Burada
şu inceliğe de yer vermek lazımdır ki, herhangi bir zamanda kâfirlerin bir
galibiyet ve bir zafer günü görmüş olmaları bile bir nevi iman ile alakalıdır.
Meselâ kâfirlerin batıla inanmalarının kuvveti mü'minlerin hakka inanmalarının
kuvveti ile kıyaslandığı zaman kâfirin batıla olan imanında daha fazla bir
şiddet ve kuvvet varsa, o kâfirler o mü'minlere üstün gelebilirler. Fakat bu
üstünlük, batılın hakka üstünlüğü değil "inanılan şey"i
gözardı ederek bir imanın diğer bir imana üstünlüğü demektir. Çünkü mutlak
olarak iman, mutlak olarak küfre her halükarda galiptir. Dolayısıyle
mü'minlerin Allah'a öyle kuvvetli bir imanları bulunması gerekir ki, kâfirlerin
aslında bir küfür ve şirk olan dünyevî imanları onunla ölçüldüğü zaman âhiret
karşısında dünya, yaratıcı karşısında yaratılmış kadar zayıf ve hükümsüz
kalmalıdır. (Hak Dini, II, 1183).
Bilinmelidir
ki, batılın dolayısıyla kâfirlerin gerçek anlamda üstün ve galip olmaları
mümkün değildir; göstermelik üstünlükleri de kendi aleyhlerinedir. Yüce
Rabbimiz hak ile batılı ve bazen batılın üstün gibi gözükmesini Ra’d Sûresi'nin
17. âyetinde şöyle bir misalle anlatır: "O, gökten su indirdi de
vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan köpüğü yüklenip
götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de
buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile batıla böyle misal verir. Köpük
atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte
Allah böyle misaller getirir". Burada hak ve hak ehli gökten yere
inen, kurumuş toprakları dirilten, kısmen göllerde havuzlarda kalan, kısmen
yerin damarlarına nüfûz ederek kuyular, pınarlar, ırmaklar olan ve böylece
insanlara fayda veren suya, bâtıl ve bâtıl ehli de selin üzerindeki hiçbir faydası
olmayan köpüğe; yine hak ve hak ehli süs ve başka eşyalar yapmak için ateşte
eritilen altın, gümüş, bakır ve benzeri madenlere, bâtıl ve bâtıl ehli de bu
madenler eritildiği zaman üzerlerinde meydana gelen ve hiçbir değeri olmayan
köpüğe benzetilmiştir. Her iki misaldeki o köpük atılır gider ki, işte bâtıl
böyledir. Her ne kadar bâtıl, hak cereyan ve galeyan ederken bazen yüze çıkarsa
da nihayet köpük gibi atılır söner gider.
Hasılı
mü'min sahip olduğu nimetlerin şuurunda olmalı, gönlünde Allah'a iman, aşkullah
ve muhabbetullah o kadar sağlam yer etmeli, dine bağlılık, bütün bağlılıkların
üstüne öyle çıkmalıdır ki, bu uğurda cihad, sabır, candan ve maldan geçme gayet
kolay gelmelidir. Firavunun zorlamasıyla Musa Aleyhisselâm'nın karşısına çıkan,
fakat gösterdiği mucizeler sebebiyle onun gerçek bir peygamber olduğunu anlayıp
imana gelerek Allah huzurunda secdelere kapanan, Firavunun öldürme, asıp kesme
tehditlerine karşı gayet metanetli ve emin bir şekilde: "Seni, bize
gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise
yapacağını yap! Sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin. Bize,
hatalarımızı ve senin bize yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman
ettik. Allah, mükâfatı en hayırlı ve sürekli olandır" (Tâhâ 20/72-73);
"Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize
geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun" (A'râf
7/125-126) diyebilen, sonunda da "Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman
olarak canımızı al" (A'râf 7/126) yakarışıyla ilâhî dergâha şehîd
olarak varan sihirbazlar gibi,
Tanrılık
iddiasında bulunan krallarına karşı korkusuzca ve açıktan açığa: "Bizim
Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa
saçma sapan konuşmuş oluruz" (Kehf 18/14) dedikten sonra,
"Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir
kurtuluş yolu hazırla!" (Kehf 18/10) diye yalvararak mağaraya çekilen
Ashab-ı Kehf gibi,
Uzaklardan
koşup gelerek, peygamberlerin davetine uymamakta direnen bir beldenin
ahalisine, peygamberlere ittiba etmelerini tavsiye eden, yoksa sen de mi
onların dinindensin’ itirazlarına karşılık: "Bana ne olmuş ki, beni
yaratana ibadet etmeyecekmişim’ Hâlbuki hepiniz O'na döndürüleceksiniz. O'ndan
başka tanrılar mı edineyim’ O Rahman olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse
onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda veremez, beni kurtaramazlar. (Eğer
Allah'tan başkasına taparsam) işte o zaman açık bir sapıklık içine gömülmüş
olurum. Şüphesiz ben Rabbinize inandım, beni dinleyin" (Yasin
36/22-25) öğütlerinde bulunan ve fakat o bedbaht kavim tarafından oracıkta
şehid edilen Habîb-i Neccâr gibi dinde sabit kadem olmalı, dine ve dinî
değerlere hiçbir şeyi tercih etmemelidir.
Şüphesiz
Allah, kâfirler istemeseler de nûrunu tamamlayacak ve dînini bütün dinlere
galip kılacaktır. Fakat bunu da yine insanlar arasından seçeceği, imanlı,
ihlaslı, samimi, bilgili, gayretli, şeceatli, cesur, Allah yolunda canıyla
malıyla mücadele edebilecek ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan geri durmayacak
cennet namzedi mümtâz kulları eliyle gerçekleştirecektir. Allah'ın yardımı hak,
fetih yakındır. O halde, "Mü'minler içinde Allah'a verdikleri sözde
duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını
vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar (verdikleri sözü) asla
değiştirmemişlerdir" (Ahzâb 33/23) âyetinde zikri yâdedilen erlerden
olmayı kim istemez’
1999
- Nisan, Sayı: 158, Sayfa: 051
Yorumlar
Yorum Gönder