Süleyman Hilmi Tunahan Kuddîse Sirrûh’tan Nasihatler -7-

Süleyman Hilmi Tunahan Kuddîse Sirrûh’tan Nasihatler -7-

 

01- Rüya Bahsi

Bizim sâdâtımız (seyyidlerimiz “-  büyüklerimiz) rüyaya diğer turuk sâdâtı (diğer tarîkat büyükleri) gibi ehemmiyet vermezler. Çünkü mânâlar kuvvette olan umûru işâr ederler (Kuvvede olan hususları bildirip haber verirler). Mânâlardan ancak tâlibin ne gibi şeylere müstaid (istidatlı) ve kâbil (kabiliyyetli) olduğu anlaşılır. O, eşyanın bil fiil tahakkukuna aslâ delâlet eylemez. Rüyalar, tebeddülât-ı ahvâle ve evsâfa kâbiliyet husûlünü, tâlibin merâyâ-yı âfâk ve emsâlde müşâhede etmesinden ibârettir (yani rüyalar; tâlibin, ahvâl ve evsâf değişikliklerine kâbiliyetinin husûlünü, misaller ve âfâk aynalarında görmesinden başka bir şey değildir). Avâlim-i âfâkiyyeden, misâl âleminden vârid ve mütezâhir ve meşhûddur (âfâk âlemlerinden, misâl âlemlerinden gelen, tezâhür edip görülendir).

Bir kimse rüyâda padişah olduğunu, tahta cülûs ettiğini (tahta oturduğunu), hükmünün memlekette nâfiz ve merî (müessir ve meriyette) bulunduğunu görür. Bîdâr olduğu vakit (uyandığı zaman) kendini yatağında bulur. Ne padişah olmuştur ne tahttadır. Ne de hükmü nâfiz ve merîdir. Hariçte bu zuhûr ve taayyünden hiçbir şey yoktur. Bu hâl nasılsa, rüyada aynı keyfiyeti hâizdir. Şu kadar ki; Böyle bir rüya gören zâtta padişah olmağa bilkuvve kabiliyet vardır. Bu kabiliyeti fiilen tahakkuk ettirmedikçe, rüyanın ona bir faydası olmaz. Fiil ile kuvvet arasında ne kadar mühim fark vardır! Onun için:

Âdâtımız rüyaya ehemmiyet-i mahsûsa atfetmezler (husûsi bir ehemmiyet vermezler). Hâl-i bidâri deveya kazada olan umûru ehem tutarlar (Uyânık halde iken olan işlere ehemmiyet verirler). Turuk-i sâire sâdâtının (diğer tarîkat büyüklerinin) rüyaya ehemmiyet vermesi başka bir mevzu teşkil eder. O bizi alâkadar etmez..."

 

02- Sıhhat ve Sıhhate İtinâ Vazifesi

“Bedeni korumak, onun sıhhatini temin ve hıfz etmek akdem-i ferâiz dendir (en önde gelen farzlardandır.) Mevlâyı Müteâl, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın...” (S. Bakara, 195) buyuruyor. Bu emirde; beden ve sıhhat tehlikesinden korunmak, onun kapılarını seddetmek (kapatmak) birinci dereceyi ihrâz eder. Her iş sıhhate vabestedir (bağlıdır.) Bu olmadıkça gerek dîn ve gerek dünya işleri tam ve kâmil olmaz. Onun için bâzı ekâbir (büyükler,) "el-ilmü ilmân: İlmül-ebdân, sümme ilmül-edyân" (ilim ikidir: Beden ilmi sonra da din ilmi) sözlerini söyleyerek ilm-i ebdânı (tıp ilmini) ilm-i edyân üzerine tercih eylemiştir. Bu sözlerden murâd-ı sırf, sıhhate ehemmiyet vermek noktasına mâtûftur.

Biz her işin kemâline (tam ve mükemmel olanına) tâlib olacağız. Aşağısı ile veyahut vüstâ (orta) ile iktifâ etmeyeceğiz. Sıhhat niam-i azîme-i Mevlâdandır (Mevlânın çok büyük nimetlerindendir). Fakat, devamı zamanında en az takdir olunur. Ona şükür, vazîfe-i bâdet ve ubûdiyettir. Bu nimet-i uzmâyı elden gidermek, muhafaza etmek, yahut onu tahrip eylemek kendi elimizdedir.

Her halde irâdemizi, vaktimizi, sıhhatimizin hüsn-i muhâfazasına sarf etmeliyiz. Bu bâbda aslâ ihmâl göstermemeliyiz. İrâde-i Hakk, irâde-i beşere tâbidir. İrâde-i beşer müessirdir. İrâdenin müteallikâtını halk (istenenleri yaratmak), Mevlâya aiddir. Bütün irâdetlerimizi (arzu, istek ve recâlarımızı) iyi ve kemâl cihetine sarfa memuruz ve bununla mükellefiz."

 

03- Sihri Gidermek İçin

 

...vakit namazlarının son iki rekat sünnetlerinin edâsında, Fâtihadan sonra zamm-ı sûre olarak birinci rekatte Felak, ikinci rekattede Nâs sûrelerini okursunuz."

 

04- Şefaat Nedir?

Şefaat iki nevidir. Biri, kişinin kendi amelinin iktizası; diğeri de, Resûlullah Efendimizin zâtına ait olan şefâattir. Bundan mahrum olmamak lâzım. Şefâat mahşerde, arasatta, sıratta olur. Bir de, cehennemden çıkıp cennete girmek, cennette derecâtın terfîi ve Cemâl-i İlâhîye nâil olmak için şefâat vardır."

 

05- Şahâdetten Büyük Bayram Olur mu?

Hazret-i Hüseyin (radıyallâhu anh), Kûfeye hareket edeceği zaman rüyâsında kardeşi Hazret-i Hasan (r.a.)ı gördü.

Hazret-i Hasan:

“- Ey birâderim! Sen, Kûfelilerin ecdâdımıza ne yaptıklarını bilmiyor musun? Sanki bayrama gidiyor gibi, en güzel elbiselerini giymişsin! deyince, Hazret-i Hüseyin,

“- Ben şehit olmaya gidiyorum!.. Bundan büyük bayram olur mu? karşılığını vermiştir."

 

06- Şehitlerin Temmenîleri

Kıyâmet gününde şehitlere ne istedikleri sorulunca,

“- Yâ Rabbi, biz şehit olurken o esnada senin Cemâl-i İlâhîni müşâhede ettik. Bizi tekrar dünyaya gönder de yeniden şehit olalım, Cemâl-i İlâhîni bir daha müşâhede edip gelelim, derler.
Çünkü şehâdet zamanında aldıkları lezzeti hiç bir yerde bulamazlar. O tadı unutamadıkları için [tekrar tekrar] dünyaya gelip hiç durmadan şehit olup gitmeyi isterler.

Şehitlik çok büyük bir mertebedir. Bittabiî bu, ilâ-yi kelimetullah ve harb-i mânevî uğrunda şehit olan ehl-i îman içindir."

 

07- Şerîat-Tarîkat-Hakîkat

Tarîkat ve hakîkat, şerîatın sûreti ile hakikatı meyânında mütevassıttır. Sûret-işerîat, velâyet kemallerinin şecere-i tayyibesi, nübüvvetin kemâlâtı ise, o sûretin hakikatının semeresidir. Velâyetin bütün kemâlâtının en mühimleri, sûret-i şerîatın neticeleridir. Nübüvvetin kemâlâtı da hakikat-ı şerîatın semereleridir. Tarikat ve hakikat, şerîatın mütememmimleridir...

Yine malumları olsun ki, şerîat, üç cüzden mürekkebdir: bunlar da ilim, amel ve ihlâsdan ibarettir. Bu üç cüzün her biri tahakkuk etmedikçe, şerîatın kemali tahakkuk eylemez. Ne zaman ki, şerîat tahakkuk eder, rızây-ı Bârî hâsıl olur. Rızây-ı Mevlâ ise, bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlere kefildir.

Tarikat ve hakikat, üçüncü cüz olan ihlâsın tekmîlinde şerîatın hâdimleridir. Anın içün "Tarîkat ve hakikat şerîâta hâdimlerdir" denilmiştir. Bunları tahsilden maksud, tekmîl-i şerîat olup şerîatın dışında hiçbir emir yoktur."

 

08- Tefrika

Vasiyetim olsun: Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet gütmeyiniz. Ehl-i Sünnetin gayri olan yanlış yollara sapmayınız."

 

 

09- Tek Hedef

Bizim para, pul, mevki, makam, siyaset, politika, kavga ve gürültüyle işimiz yok. İstisnasız her Müslümanın çocuğunu da okuturuz. Bir tek fert geri dönmüşse haber versinler."

 

10- Trafik Kazâları ve Âyet ül-Kürsînin Esrârı

Resûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizin 27 sır kâtibi vardı. Âyetül-Kürsî Hicretten sonra bir gece yarısı nâzil olduğunda onu, Resûlullahın sır kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit (radıyallâhu anh) yazmıştır.

Âyetül-Kürsîye tazim ve tebcîl için, bir rivâyete göre 40 bin, diğer bir rivâyete göre 80 bin melek nâzil olmuştur. Âyetül-Kürsîye çok muazzam ve muhterem bir melek hâdimdir.

Bugün bütün vâsıtalar tehlike hâlindedir. Ancak talimât-ı İlâhiye ile bu tehlikelerin önüne geçilebilir. [Hava], deniz ve kara vâsıtalarına binerken “Bismillâhi mecrâ hê ve mürsêhê inne Rabbî leĞafûrur-Rahıym [Meâli: Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allâhın ismiyledir. Muhakkak ki Rabbim, çok mağfiret edici ve çok rahmet edicidir]” (Sûre-i Hûd, 41) diye okuyan kimse, her türlü tehlikeden muhâfaza olunur.

Sokağa çıkarken 7 Âyetül-Kürsî okuyup, her defasında 6 cihete üflemeli. Yedinci de, "Velâ yeûdühû hıfzuhümâ vehüvel-aliyyül-azıym" diye 3 defa okuyup "Huu" ile içine "Huu" lamak lâzım. Bu talimat ile vesâite binenleri, Cenâb-ı Hakk her türlü felâketten korur. Bunu söylemezdik ama, tehlikelerin umûmiyeti bizi bu esrârı söylemeye mecbur etti. Hakikaten muazzam bir esrâr-ı İlâhîdir. Ne akıl, nemantık, ne sanat, hiç biri ona tahammül edemez. Bunun adına "Kerâmetün-Nebî" derler.

Bu insanlar, isyanları ile kok kömürü hâline gelmişlerdir. Kuruların yanında yaşlar da yandığından, o yaşları kurtaralım diye bu esrârı ifşâ ediyoruz."

 

Ünvanınız

Sizler,"El-mücâhid fî sebîlillâh, el-müştâki lâ cemâlillâh, hüve ünvânüküm" (Ünvanınız: Cemal-i ilâhiye âşık, Allah yolunda mücahitlersiniz)."

 

11- Vahdet-i Vücud

Aşağıdaki cümleler tam Vahdet-i Vücutçu sözleridir.

•"Bir kimse Hakkı hakta aynı hakla görürse o kimse ariftir."
•"Bir kimse Hakkı Hakta aynı halkla görürse o kimse acizdir."
•"Bir kimse Hakkı ne hakta ne halkta göremez de ölmesine, sonra ihya olunacağına intizar eder hakkı aynı hakla görürse o kimse gafildir."
•"Bir kimse Hakkı halkta, halkı hakta görür, hukuk-u hakkı ve halkı eda etmekle iştigal eylerse o kimse kâmildir."

Bilinmelidir ki, ben bu cümlelerin manaları ve tasavvufî ifadeleri üzerinde durmayacağım, çünkü hem meşrebime muvafık değil, hem de bu mevzuyla meşgul hakikatte vakti boşa harcamaktır. Yalnız bu sözlerin menşei, zuhur mertebesi ve sebepleri hakkında izahatta bulunacağım. Bu da sizin ve bizim maksadımıza uygun düşecek, meselenin esaslarını tenvire hizmet edecektir.

Büyük muhakkıklarin dinde Vahdet-i Vücud, ilmî, menşeî, sebebi ifrat-ı muhabbettir, sekirdir. İsim ve fenâ sıfatında fenâdır. Velayeti, velayet-i kalbiye ve zılliyyedir. Ona velayet-i suğra da denir. Bu hal bu mertebede zuhur eder. Hakikat-i fenâyı temîn etmez. Cihet-i cezbede fena-yi zılli husule getirir.Tevhidi, tevhid-i efaldir. Fenası, fena-yı efaldir. Tecellisi, tecelli-i efaldir. Bu ahval ve kemâl ve tevhidin sahibi; velayet-i suğra mertebesinden velayet-i kübraya çıkamaz. Tevhid-i sıfat, tecelli-i sıfat ve fena-yı sıfata mazhar olamaz. Vahdet-i Vücud itikadında olanlar üç zümreye ayrılırlar:

1. Birinci Zümre: Ruhunu velayet-i suğraya çıkaranlardır. Bunlar şeriat-ı mutahhareye yapışıktırlar. Fakat içtihatlarında hakikate isabet edememişlerdir. İsabet etmemelerine sebep muhabbet-i Hak olduğu için hata eden müctehid hükmündedirler. Velayet-i suğra erbabındandırlar. Muhabbette fena ve sekirleri kendilerini mazur kılacaktır. Mevla'nın lutfuna nail olacaklardır.

2. İkinci Zümre: Bu zümre Vahdet-i Vücud, ulum ve maarifi ile çok meşgul olarak meşreb-i tevhid-i vücudiyi kendilerine maledenlerdir ki, unların ruhları mertebe-i zılliyete çıkmamış, velayet-i suğraya dahil olmamıştır. Bunlar; ömürlerini laklaka ile geçirip ruhlarını tasfiye, nefislerini tezkiyeden mahrum eylerler. Bu dava ile bu dünyadan "Kelenam" olarak göçüp giderler.

3. Üçüncü Zümre: Bu zümre ne birinci ne de ikinci zümrenin ahval ve efaliyle muttasıf değildir. Bunlar kendi nefis ve hevâlarına göre tevil ve tesir ederek işi, Vahdet-i Vücud derecesine çıkarırlar. Bu suretle kendilerini teklifat-ı rabbanî haricine çıkararak ibâhat, ilhâd ve zındıkiyyet derecelerine yuvarlanırlar. Mevlanın emirlerine yapışıp nehiylerinden kaçınmazlar. Bir taraftan her haltı yaparlar, diğer taraftan (kendilerini) zümre-i havastan ve irfandan gösterirler. Bunlar birer cani, birer katil, birer kutta-i tarîk-i hak ve hidayet yolunun yol kesenidirler. Allah şerlerinden ümmet-i Muhammedi muhafaza etsin...

 

12- Ey İslâm Cemaatı!

 

Biz hayatta olduğumuz halde, Vahdet-i Vücuda gidilebileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.

Size talim edilen Hak yolundan ayrılmayın. Vahdet-i Vücud ve sair nuru sönmüş tarîklere aslâ rağbet etmeyin."

 

13- Vakıfta Dâvâcı, Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellemın Vârisidir

 

Vakfedilen mala; mâlik-i hakîki Cenâb-ı Hakk, mâlik-i mecâzî insandır.

Vakf eden: "Bu malı hakîki mâlikine teslim ettim, bıraktım" demek istiyor. (Bu bakımdan sûi istimâle uğrayan) vakıfta dâvâcı: Vâris-i Resûlullah, dâvâ vekîli: Fahr-i Âlem Sallallahü Aleyhi Vesellem, hâkim: Cenâb-ı Hakktır. Vakfa musallat olanların hâli perişan olur.“

Süleyman aleyhisselâm, kendisine postalık yapan Hüdhüd kuşunu gücendirdiği bir gün; Hüdhüd, Hz. Süleymanı tehdit makamında, "Vakıf tarladan toprak alır, mülküne serper ve saltanatını yıkarım" dediği rivâyet olunmuştur.

 

14- "Varlığında En Ucuz, Yokluğunda En Aziz Olan Şey

Âyet-i Kerîme meâli:

“(Habîbim) de ki: Suyunuz yerin dibine savulup giderse, söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?” (Sûre-i Mülk, 30)

Burada bütün nimetlerin arasından "su" zikredildi. Çünkü susuz hayat olmaz. Onun yokluğu çok ağırdır. Eşya içinde "ehven-i mevcûd, eazz-i mefkûd" (varlığında en ucuz, yokluğunda en azîz) kabul edilir.

Bu dünyanın en büyük nîmeti "su" dur. Hazret-i Mevlâ onun içine, "el-Hayy" ism-i şerîfinin esrârını koymuştur...

Fahr-i Kâinât Efendimizin şefâat-ı uzmâları olduğundan, beşeriyet ne kadar isyân ve tuğyâna gitse de, Hazret-i Mevlâ suya yok olması için emir vermiyor. Müptelâ olduğumuz bütün darlık ve yoklukların hepsi hidâyete dâvet ve îkaz içindir.

Bazı insanlar utanmadan pahalılıktan ve buhrandan bahs ederler. Halbuki bugün zamanımızda en pahalı ve en buhranlı metâdin olmuştur. Buna varıp parmağını basan yok. İtaatullahtan mahrum olan milletler ve memleketler, maddeten ne kadar bolluk içinde olsalar da, yine darlıktadırlar. Çokluk para ile olmaz. Berekât-ı ilâhiyye lâzımdır

15- "Yemekte Niyet

Yemek yerken, su içerken, "İbâdet için kuvvet olsun yâ Rabbî" diye, Mevlânın huzuruyle olduğunu düşünmek lazım. "Yeryüzü Yuvarlaktır, Cennetde Öyle...

“Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir...” (Sûre-i Beyyine, 8)

Sekiz cennetten altısı sıfâtının, ikisi de zâtının ve cemâlinin cennetidir. Cennât-i Adn, [sâir] cennetlerin görülebileceği bir yerdir ki, hepsinin ortasıdır. Orada, bütün cennetleri seyretmek için minberler vardır. Dileyen kimseler bu minberlerden diğer cennetleri seyr edebilirler. Bundan, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu anlıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis