Güç ve Kuvvet Kime Ait Dersiniz!
Güç ve Kuvvet Kime Ait Dersiniz!
Son
günlerde yaşanan siyasal toplumsal olaylar bugünün problemi gibi görünse de
aslında değildir.
Yarının
problemi de değildir. Bütün zamanların problemidir. İnsanoğlunun var oluşundan
bugüne kadar gelen bir döngüdür bu. Dikkatli bakarsanız görürsünüz. Nasıl mı
izah etmeye çalışalım dilimiz döndüğünce.
Öncelikli
olarak günümüzde yaşanan bir misalden yola çıkalım isterseniz. Her yıl
bayramlarda yaşanan bir gün önce bir gün sonra hilal göründü yok daha görünmedi
meselesi periyodik yaşanan bir mevzuu. Bu aslında ümmetin lehine mi aleyhine mi
bir konudur derseniz cevabını siz bulun diyorum. Fakat her ne hikmet ise her
yıl yaşanır. Efendim bu bir sünnet ve icma konusudur dünyanın jeolojik
yapısından farklılıklardan kaynaklanır falan-filan gibi savunmalar da kısmen
doğruluk payı bulunsa da doğruyu ifade etmez.
Aslında
bu tamamen bir güç ve kuvvet gösterisidir. Hükmetmek ve benim dediğim olur ve
olmalıdır mevzuudur.
Dikkatlice
bakarsanız fark edersiniz. Hükmetmek güç sahibi olmak bazılarına göre aşikâr,
bazılarına göre gizli. Bazılarına göre sezdirmeden.
İktidar
olmak ya da olmamak işte bütün mevzuu bu…
Geçtiğimiz yıl Diyanet İşleri Başkanı bayramın tarihini bir gün önceden
ilan etti fakat Arabistan'da bir gün sonra bayram yapıldı. Malumunuz bayram
günü oruç tutmak haramdır. Kendisi Hac'da olduğu için oraya uymak zorunda
kaldı. Türkiye de ise o gün bayram yapıldı. Peki, sonunda kimin dediği oldu.
Bir de
asr-ı Saadet dönemine bakalım Ebu Cehil ve diğer müşrikler Allah Rasulu
(sav)'in peygamber olduğunu bilmiyor mu idi ki de ona tabii olup sahabe olma
şerefine nail olmadılar.
Yoksa
bilmediğimiz ya da kısmen bildiğimiz farklı sebepleri mi var idi.
Öncelikle müşrikler kendi aralarında
toplanmış konuşurlarken müşriklerin ağzından dökülen cümleler her şeyi
anlatmada tek cümle ile. Ne diyordu Mekke'nin önde gelenleri; "evet onun
peygamber olduğuna inanıyoruz AMA neden O."
Eğer
peygamberlik gelecek birisi var ise o da ben ya da bizden biri olmalıydı.
Mekke’nin
önde geleni, eğitimli, kültürlü, nüfuz para ve güç iktidar sahibi bizler varken
neden Abdulmuttalibin yetimi? Neden okuma yazma bile bilmeyen biri?..., Neden
Muhammed!... Neden O?
Ya
Muhammed, Sen kim oluyorsun da bizim güç kuvvetimize saltanatımıza ticaretimize
hüküm, iktidarımıza kast ediyorsun. Nasıl olur da sen bunları bizden almaya
kalkarsın. Ey Muhammed öyle ise sen ölümü çoktan hak ettin.
Aynı
tavır ve davranış Medine'ye hicret sonrasında Yahudilerde de mevcuttur. Eğer
bir peygamber gelecek ise bizim kavmimizden gelmeli değil miydi?
Neden
onlardan?
Rabbimizin
Kuran-ı Kerim in ifadesi ile "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu
(peygamberi) kendi öz oğullarından daha iyi tanırlar." (En'am-20) buyurur.
İşte asıl
mesele budur. Ben veya sen, biz veya siz!
Peki ya
Firavun Musa Aleyhisselâm’ın peygamber olduğunu bilmiyor mu idi ki de iman
etmedi.
O kadar
mucize ve ibretten sonra ne zaman ki ölüm anı gelip Kızıldeniz yutacağında her
şeyini iktidarını saltanatını kaybettiğini anladığı tam o anda;
"Ben de Musa'nın Rabbine iman ettim inandım"
demiş ama imanı Allah indinde geçerli iman olarak kabul görmemiştir.
Neticede
iman meselesi aslında İMKÂN meselesidir.
İmkân
demek hükmetmek, yönlendirmek güç ve kuvvet servet, siyaset şehvet kapılarının
anahtarlarını elinizde tutmak ya da bırakabilmek demektir. Bunun zevk ve
hastalığı sarhoşluğu ise ayrı bir lezzet verir kimde bulunursa bulunsun elinde
bulunduranlara. Hangi insanda Hangi cemaat, cemiyet, toplumda ve ülkede
bulunursa bulunsun.
Bütün
bunları Allah için terk edebiliyorsanız imanınız o zaman kâmil iman olur. Eğer
ki birileri kalkar da bunu örseler ve böyle değil der ise, bakın siz o zaman
kopan gürültüye dökülen kanlara çekilen kılıçlara.
Hükmetmek
ve benim dediğim olur demek çok ama çok sinsi bir nefis hastalığıdır. Gerek
bireysel gerek toplumsal anlamda.
Evet,
mes'ele ilahi rıza ise insanlar ülkeler gruplar cemaatler cemiyetler şahıslar
bulundukları halden ödün verebilmeli bunu Rıza-i İlahi için yapmalıdırlar.
Bakınız Allah(cc) Kuran-ı Kerimde Nisa suresi 4
ayette ne buyurur.
"Ey
iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir
sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz;
Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin.
Bu daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir."
Unutmayalım ki bir kez daha,
"Lâ
ilahe illallah, La havle ve la Kuvvete illa Billah"
(Güç ve kuvvet yalnız Allah'a mahsustur.) diyerek,
gücün, kudretin kime ait olduğunu hatırlayalım.
Şayet
Maksat eğer Ümmet'in ve İslam'ın menfaati ise Şahsi, Grup, Cemiyet, Cemaat,
hatta ülkeler de çıkarlarından vazgeçebilme erdemini göstermelidir.
Her gün
namazlarımızda defalarca okuduğumuz Fatiha'nın anlamını bin ama kez daha derin
derin tefekkür etmeliyiz.
"Ey rabbimiz Bizi doğru yola ilet;
Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine
değil." (Fatiha-6-7)
Çıkarlar
menfaatler adına durduğumuz tarafı bir kez daha gözden geçirelim.
Sorun
kendinize, Size cevabı kalbinizin en derin köşesi haykırarak verecektir.
Allah (cc)
bu ikazı bizlere hangi zaman, hangi durum hangi zemin için buyurur dersiniz. Bu
ayetin muhatabı iktidar, cemaat, cemiyet, kurum ve ülkeler, inanıyorum diyen
her Müslüman değil midir?
"Mü'minler ancak ve ancak kardeştir."
(Hucurat-49)
"Ey iman edenler iman ediniz." (Nisa-136)
Esas mes'ele aslında şudur;
Biz gerçekten kitaba mı uyduk?
Yoksa kitabına mı uydurduk?
Kaynak: http://www.camiye.com
Yorumlar
Yorum Gönder