Allah İçin Muhabbet ve Buğz

Allah İçin Muhabbet ve Buğz

Rivâyetlerde bildirildiğine göre Allah Teâlâ Hazret-i Mûsâ’ya:

“–Ey Mûsâ, sırf Ben’im için işlediğin bir amelin var mı?” diye sorar.

Mûsâ -aleyhisselâm- da:

“–Allâh’ım! Sen’in için namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim, secde ettim. Sana hamd ettim, kitabını okudum, Sen’in adını andım.” der.

Allah Teâlâ buyurur ki:

“–Yâ Mûsâ! Namaz senin kılavuzundur, oruç sana kalkandır, verdiğin sadaka üzerine gölge olacaktır, secdedeki tesbih senin için cennette ağaç olacaktır. Kitabımı okuman sana köşk ve hûri sağlayacaktır. Ben’im adımı anman da senin ışığın olacaktır. Sırf Ben’im için hangi ameli işledin?”

Bunun üzerine Mûsâ -aleyhisselâm-:

“–Yâ Rabbî! Bana sırf Sen’in için olacak bir amel bildir ki, onu işleyeyim.” der. Allah Teâlâ:

“–Ey Mûsâ! Ben’im için hiç dost edindin mi? Yine Ben’im adıma hiç kimseyi düşman bildin mi?” buyurur.

Böylece Hazret-i Mûsâ, Allah katında en makbul amelin, O’nun için sevmek ve O’nun nâmına düşmanlarından nefret etmek olduğunu anlar. (Mükâşefetü’l-Kulûb, 86)

Bu hususta Îsâ -aleyhisselâm-’a da şu şekilde vahyedildiği rivâyet olunur:

“Eğer bütün yerdekilerin ve göktekilerin ibâdetini yapsan ve içinde Ben’im için dostluk ve Ben’im için düşmanlık olmazsa, bütün bu ibâdetlerinin Sana hiçbir faydası olmaz!”

Bütün ibâdet ve muâmelâtımızın kemâli, rûhî derinliğimiz nisbetindedir. Bu yüzden kalbimizdeki muhabbet de buğz da nefsimiz için değil, Allah için olmalıdır.

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de hakîkate îtiraz edilmesi ve hakkın çiğnenmesi hâricinde öfkelenmezdi. Bir hak çiğnendiği zaman da hak yerini buluncaya kadar öfkesi sükûn bulmazdı. Aslâ kendisi için öfkelenmez, kendisi için kimseyle münâkaşaya girmezdi.

Yâni mü’min, îman asâletinden olan buğz-i fillâh’ı, kuru bir öfkeyle karıştırmamalı; nerede, ne zaman ve nasıl öfkeleneceğini bilmelidir. Öfkesinin nefsinden mi, îmânından mı kaynaklandığına dikkat etmelidir. Zîrâ öfke, nefisten olunca mezmumdur. Aklı baştan giderir, şeytan oraya hücûm eder. Eğer öfke Allah içinse, bu takdirde büyük bir olgunluk ve fazîlettir.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın Allah için cenk ettiği bir kâfiri tam öldürecekken o kâfirin can havliyle yüzüne tükürmesi karşısında onu öldürmekten vaz geçmesi, bu hususta müstesnâ bir numûnedir. Bu esrârengiz davranışa akıl erdiremeyen adam, ölmeyi öldürmeyi unutup hayret ve dehşet içinde sorar:

“–Yâ Ali! Beni tam öldürecekken niye durdun? Ne oldu ki, şiddetli bir hiddetten târifsiz bir sükûna geçtin? Bir şimşek gibi çakmakta iken bir anda sâkin bir hava gibi duruluverdin. Bu ânî değişikliğin hikmeti nedir? Bu hâlin bana bir muammâ oldu.” der.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu cevâbı verir:

“–Ben ancak Allah yolunda cihâd ederim. Allah düşmanlarının başını yine O’nun rızâsı için vururum. Buna da aslâ nefsimi karıştırmam… Sen ise yüzüme tükürerek bana hakaret etmek ve beni kızdırmak istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni, nefsime tâbî olmak gibi âdî bir sebeple öldürecektim. Hâlbuki ben, gururumu tatmin için değil, Allah rızâsı için gazâ ederim.”

İşte bu fazîlet karşısında o düşman kişi îmân ile şereflenir.

Velhâsıl, aklı baştan gideren ve insanı hata ve yanlışlara iten öfke, nefisten kaynaklanan ve dizginlenmesi îcâb eden öfkedir. Ancak dîn, îman, ahlâk ve mâneviyâta karşı bir saldırı veya zulüm söz konusu olduğunda bîgâne ve umursamaz bir hâl içinde olmak, öfkeyi dizginlemek değildir. Bilâkis böyle bir davranış, derin bir gaflettir. Allah rızâsına nâiliyet için öfkeyi yenmek kadar, lüzûmu hâlinde Allah için öfkelenmek de ehemmiyetlidir.

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, küfre, zulme, haksızlığa karşı son derece sert ve celâlli biriydi. Bu yüzden onun bulunduğu yerde kimse haksızlığa cür’et edemezdi. Zîrâ onun, Allah için sâhip olduğu öfke ve buğz sebebiyle şeytan bile ona rastlasa derhal yolunu değiştirir, ondan kaçardı.

Keşif ehli bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri’nin yanına gider. Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını görür. O zât, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yanına yaklaşınca, yüz hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp sorar:

“–Ey Cüneyd! Biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır. Fakat çok öfkeli olduğunuz hâlde, şeytan niçin sizden kaçıyor? Bunun hikmeti nedir?”

Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şu cevâbı verir:

“–Bilmez misiniz ki, biz nefsimiz için kızmayız. Başkaları, nefisleri için kızdıklarından şeytan onlara musallat olur. Bizim kızmamız Allah için olduğundan, şeytan bizden, kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiçbir zaman kaçmaz.”

Cenâb-ı Hak bu kalbî kıvâmı bizlere de ihsân eylesin! Muhabbetimizi de buğzumuzu da rızâ-yı ilâhîsine muvâfık kılsın! Bizlere hakkı hak bilip ona sarılmayı, bâtılı da bâtıl bilip ondan sakınmayı nasîb eylesin!

Büyük bir sabır ayından sonra lutfeylediği mübârek bayram günlerini de, garipleri sevindirecek, mâtemlere tesellî olacak, feryatları dindirecek rûhânî gayret ve hizmetlerle ebediyyet bayramının sermâyesi kılsın!

Âmîn! (Alıntı)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Esmaül Hüsna (Arapça- Türkçe) دُعٰٓاءُ اَسْمٰٓاءُ الْحُسْنٰى

Şifa Salavâtı (Salavâtı Tıbbil Kulubi/Salâvatı Tıbbiye)

Güzel Ahlakla ilgili 40 Hadis