İnsan Bedeninde Allah’ü Teâlâ’nın Şaşılacak Sun’u
İnsan Bedeninde Allah’ü Teâlâ’nın Şaşılacak Sun’u
İnsanın kalb hâllerinden
anlattıklarımız, böyle bir kitap için kâfidir. Bundan fazlasını öğrenmek
isteyenler için Acâibü’l – Kalb kitabımız vardır. O kitabda ve
bu kitabda, bir insanın kendini tanıması tamamen anlatılamadı.
Anlattıklarımız kalbin
bâzı sıfatlarının izahıdır [açıklamasıdır]. Bu, insanın bir rüknüdür. Diğer
rüknü de bedendir. Bedenin yaratılmasında da şaşılacak hâller çoktur. Dıştaki
ve içteki her bir uzuvda; garib, duyulmamış mânâlar, faydalar vardır.
İnsanın
bedeninde binlerce damar, sinir ve kemik vardır. Her birinin şekli ve sıfatı
başkadır. Her birinin vazifesi ayrıdır. Senin ise onlardan haberin yoktur.
Senin bildiğin şu
kadardır: El ve ayak, tutmak ve yürümek içindir. Dil, konuşmak içindir. Ama
gözün on ayrı kısımdan yapıldığını, bunlardan biri vazifesini yapmazsa görme
işi olmayacağını bilmezsin ve yine bu kısımların her birinin ne yaptıklarını ve
hangi sebeple görmeye tesir ettiklerini bilemezsin. Gözün madde olarak
büyüklüğünü herkes bilir. Ona ait bilgiler ise cildlerle kitaplarda ancak
anlatılmıştır.
Bunu da
bilmemene şaşmamak lâzım. Karaciğer, dalak, öd kesesi, böbrek ve buna benzer iç organların vazifelerini de bilemezsin.
Karaciğerin vazifesi, mideden kendisine gelen çeşitli gıdaları kan renginde bir
hâle getirmek ve yedi uzva, yâni bütün vücuda yayacak şekle sokmaktır.
Kan,
ciğerde oluşunca üstünde sarı renkli bir köpük bulunur. Bir de tortu bırakır.
Bu ise lenftir. Dalağın vazifesi bu safrayı, lenfi kandan almaktır. Sarı renkli
köpük safradır. Öd kesesinin vazifesi bu safrayı emmek, toplamaktır. Kan,
ciğerden çıkınca, gayet ince ve suludur. Böbreğin vazifesi, kandan suyu
almaktır. Ancak böylece kan, safrasız ve lenfsiz kendi renginde ve kıvamında damarlara
ulaşır.
Safra
kesesinde bir arıza olursa, safra kana karışır. Sarılık hastalığı meydana
gelir. Safra ile alâkalı diğer hastalıklar da baş gösterir. Dalak iyi
çalışmazsa lenf kana karışır. Lenfavî hastalıklar meydana gelir. Böbrekler
çalışmazsa su kana karışır, istiska [deri altı su toplama – ödem] hastalığı
meydana gelir.
Bunun
gibi, insanın dışındaki ve içindeki her parçayı bir iş için yaratmışlardır.
Beden bunlarsız sağlam olamaz. Belki, insanın bedeni, âlemin bir nümunesidir,
muhtasarıdır. Âlemde yaratılan her şeyin insanda bir numunesi [misali] vardır.
Kemik dağ gibi, damarlar nehirler gibidir. Kıllar ise ağaçlara, beyin göklere, duygu azaları
yıldızlara benzemektedir. Bunu uzun anlatırsak çok sürer.
Âlemdeki
her şeyin insanda bir numunesi, bir benzeri vardır. Domuz, kurt, at, şeytan,
cin ve melek gibi. Daha önce bunlara işaret eyledik. Âlemde olan her san’atın
onda bir benzeri vardır. Midedeki kuvvet, aşçı gibidir. Yemekleri hazmeder. Saf
gıdaları ciğere, tortu ve posalarını bağırsaklara gönderen şıracı gibidir.
Gıdaları
ciğerde kan hâline getiren boyacıdır. Kanı göğüste beyaz süt yapan, iki
yumurtada beyaz nutfe [meni] yapan çamaşırcı, böbrekler de ciğerden su çekip
mesaneye götüren saka, büyük abdesti dışarı atan, çöpçü gibidir. Safrayı ve
lenfi harekete getirip, bedene zarar veren kuvvet, hırsız gibidir. Safrayı ve
hastalıkları gideren kuvvet, adil bir başkana benzer ki, uzatırsak bunun da
sonu gelmez.
Bunlardan
maksat, bedenin içinde iş yapan nice organlar olduğunu bilmendir. Her biri bir
işle meşgul olurken, sen tatlı tatlı uykudasın. Onlar sana hizmetten bir ân
bile geri durmuyorlar. Sen ise onları tanımıyorsun. Aynı zamanda sana olan
hizmetlerine de şükretmiyorsun!
Bir
kimse hizmetçisini bir gün sana hizmet ve yardıma gönderse, bütün gün belki
hayatın boyunca ona teşekkür edersin. Ama bu kadar san’atkârları bedenin içinde
hizmetinde bulunduran, hayatın boyunca onları sana hizmetten bir an geri
bırakmayanı hatırlamazsın.
Bedenin
yapısını, terkibini ve her azanın faydalarını bilmeye ilm-i teşrih denir. Bu,
derin bir ilimdir, insanlar bunu bilmezler ve dokunmazlar. Okuyanlar tıb
ilminde müderris [profesör] olmak için okurlar. Halbuki tıb ve tıb ilmi de
muhtasardır, kısadır. Lüzumlu ise de, din ile alâkası yoktur.
Fakat
bedenine Allahü Teâlâ’nın yarattıklarındaki akılları durduracak incelikleri
görmek için bakıldığında, Allahü Teâla’nın sıfatlarından üç sıfat kendiliğinden
olur:
Birincisi,
bilir ki, bu kalıbın [bedenin] ustası ve bu şahsın yaratıcısının kudreti
tamdır. Noksanlık ve acizlik O’nun kudretine yanaşamaz. Zira, bir damla sudan
böyle bir insan yaratabiliyor. Bunu yapabilen, ölümden sonra diriltmeyi daha
kolay yapar.
İkincisi,
bu bedeni yaratanın ilminin, her şeyi kuşatan bir ilim olduğunu bilir. Zira,
böyle şaşılacak şeylerin, böyle şaşılacak faydalarla bir arada bulunması, ancak
en üstün bir ilimle olabilir.
Üçüncüsü,
kullarına lütuf, rahmet ve inayetinin sonu yoktur. Zira, yaratılması lüzumlu
olanlardan bir tane bırakmayıp, hepsini yarattı. Onlar zaruri lâzımdırlar.
Kalb, ciğer, beyin ve canlılık gibi. İnsanın ihtiyacı olduğu, fakat zaruri
olmadığı şeyleri de yarattı. El, ayak, göz ve dil gibi. Hepsini o verdi. Lâzım
olmayan, zaruri de olmayan fakat fazlalık da olmayıp güzelliğe sebep olanları
da verdi: Saçın siyahlığı, dudağın kırmızılığı, kaşın kavisliği ve kirpiklerin
düzgünlüğü ve buna benzer şeyler.
Bu
lütuf ve inayetini yalnız insanoğluna vermedi. Bütün yaratıklarına,
sivrisineğe, arıya ve sineğe de verdi. Evet, bunlardan her birine lâzım
olanları verdi. Şekillerini ve suretlerini, güzel çizgilerle ve renklerle süsledi.
O hâlde
insanın vücudunun yaratılmasına dikkatle bakmak, Allahü Teâlâ’nm sıfatlarını
bilmenin anahtarıdır. Bu şekilde ve bu sebeple bu ilim kıymetli olur. Hekimlerin
bu ilme ihtiyacı olmasında, bu şeref yoktur.
Şiirdeki,
kitap yazmadaki ve san’attaki incelikleri ne kadar çok bilirsen, şairin,
yazarın ve san’at sahibinin büyüklüğü, kalbinde artar. Allahü Teâlâ’nın
işlerindeki incelikler ve aklın eremediği mânâlar, bunları yapan Allahü
Teâlâ’nın büyüklüğünün anahtarıdır. Bu da kendini bilmekten bir
kısımdır. Fakat kalb ilmine göre muhtasardır.
Çünkü
bu, beden ilmidir. Beden ise binek hayvanı gibidir. Kalb, üstündeki süvariye
benzer. Maksat süvarinin yaratılmasıdır, bineğin değil. Çünkü binek hayvanı,
ona binen içindir. Binici, binek hayvanı için değildir. Bu kadarını söylemekle
insanın kendisini böyle kolay anlayamayacağını bildirdik.
Hâlbuki, sana senden daha
yakın hiçbir şey yoktur. Kendini tanımayıp, başkalarını tanıdığını, bildiğini
iddia eden, kendini doyuracak yemeği olmadığı hâlde şehirdeki fakirlerin
hepsinin kendi yemeğini yemekte olduklarını iddia etmesine benzer ki, gayet
çirkin ve yakışık almayan bir şeydir.
İmam Gazâli Kimyâ’yı Saadet
Yorumlar
Yorum Gönder