Devletimizin Bekası Çocuklarımızın Eğitimi Ve Geleceği
Devletimizin Bekası Çocuklarımızın Eğitimi
Ve Geleceği
Hükümdar Bekir Han ve bilge veziri Osman Alp birkaç
adamı ile birlikte ormanın derinliklerinde ava gitmişti. Hükümdar yanına on
yaşlarındaki şehzade Onurbey’i de almıştı. Ormanda ilerledikçe ilerlediler.
Nihayet yeşil bir vadide dinlenmeye karar verdiler. Bir de baktılar derenin
yamacında otuz kırk hanelik güzel bir köy var. Zaten akşam olmuş hava kararmaya
başlamıştı.
Hükümdar ve vezir bir evin kapısını çaldılar. Kapıyı
kırk yaşlarında bir erkek açarak;
-“Buyurun, ben Gökçayır Köyü’nden Oduncu Ali!” diyerek
misafirleri kabul etti.
Hükümdar kendisini tanıtarak;
-“Bizleri misafir kabul edebilir misiniz? Dedi.
Oduncu Ali;
-“Bizim için şeref olur efendim! Buyurunuz!
Buyurunuz!” dedi. Büyük odadaki divana oturdular.
Hükümdar, oğlu Onurbey, vezir ile beş koruması toplam
sekiz kişiydiler.
Ev sahibi sevinçten uçuyor, ne hizmet yapacağını
şaşırıyordu. Önce herkese yayık ayranı ikram etti. Ayranın lezzeti o kadar
güzeldi ki Hükümdar “İyi ki bu gece misafir olmuşuz!” dedi. Biraz sonra evin
oğlu Ahmet geldi. O da Hükümdarın oğlu gibi on yaşlarındaydı. Misafirlerin
ellerini öptü, “Hoş geldiniz!” dedi. Şaşılacak şey, Onurbey ile Ahmet
birbirlerine çok benziyorlardı.
Ali odunculukla geçimini sağlıyordu. İnekleri,
öküzleri ve tavukları vardı. Halinden memnun görünüyordu. Hükümdar zahmet
verdiklerinden dolayı düşünceli ve üzgündü. Oduncu;
-“Neden üzgünsünüz efendim?” dedi.
Hükümdar çok kibar kul haklarından korkan adil birisi
idi. Endişesini gizlemeyerek;
-“Size zahmet verdik. Bu kadar insan nereye sığarız,
diye düşünüyorum!”
-“Efendim Allah aşkına düşünmeyin! Bizim komşularımız
biraz önce gelerek; “Misafirleri bölüşelim” dedi. Köyümüzdeki tüm evler
sizindir. Komşulara üç dört kişi daha vereceğiz. Atlarınızı da komşu ahırlara
dağıttık. Lütfen istirahatinize bakın! Tanrı Misafiri başımızın üstündedir.
Yemek de gelmek üzere…”
Yere yaygılar serildi. Tahrana çorbası, ayran, köy
somunu geldi. Çorba içilir içilmez pilav ve salata… Tam doyduk derken tepsiler
içinde kuzu çevirme kebabı geldi. Hükümdar ömründe böyle lezzetli yemekler ve
kebap yememişti. Öyle memnun oldu ki… Anlatmak imkânsız. Hükümdarın akıllı
veziri hizmetten nereye koşacağını bilemeyen ev sahibinin oğlu Ahmet’ten gözlerini
ayıramıyordu. Ev sahibinin kulağına eğilerek;
“Hükümdarla bizi yalnız bırakır mısınız!” dedi. Ev
sahibi;
-“Baş üstüne diyerek herkesi kibarca dışarı çıkardı.
Vezir acele söze başlayarak efendim şehzadeyi burada bırakalım, ev sahibinin
oğlunu götürelim. Şehzademiz bir süre burada köy havası alsın! Ev sahibi bunu
başarıyla yapacaktır, eminim!” dedi.
Hükümdar bilge vezirine çok güveniyordu. Kendisi de
uygun gördü. Korumalar başka evde gecelediler. Hükümdar ve adamları Oduncuyla
anlaşarak, şehzadenin yerine oduncun oğlu Ahmet’i alıp sabah erkenden köyden
ayrıldılar. Oduncuya da yüklü altın verdilerse de Oduncu kabul etmeyerek;
-“Onları devlet hazinemize hediye ediyorum. Allah’ü
Teâlâ devletimize zeval vermesin, bize Rabbimizin rızası yeter!” dedi.
Dönüş yolunda bilge vezir Osman Alp hüngür hüngür
ağlamaya başladı. Hükümdar Bekir Han kendisi ağlayacak yerde veziri ağlar
görünce şaşırarak sordu.
-“Neden ağlarsın kardeşim!” dedi.
-“Sizdeki yüksek fedakârlığı, metaneti görünce
dayanamadım efendim. İnanın kimse böyle bir fedakârlık yapmaz. Ben basit bir
teklifte bulunmuştum. Hiç bir insan tam olarak tanıyıp, güvenmediği yere
evlâdını bırakmaz!”
-“Sevgili kardeşim. Devletimizin bekası çocuklarımızın
eğitimi ve geleceği için, yapamayacağımız fedakârlık yoktur. Rabbim utandırmaz
inşallah!”
Sabahleyin şehzadeyi oduncu Ali Amca kaldırdı. Şehzade
babasını sorduysa da Oduncu;
-“Artık sen de benim oğlumsun! Bir süre beraber
kalacağız! Babanlar çoktan gittiler. İleride seni tekrar gelip alacaklar!”
dedi. Şehzade Onurbey ağlayıp sızladıysa da söz geçiremedi.
Oduncu Ali ve hanımı Sümeyye Hatun;
-“Oğlum sakın kaçmaya kalkma! Orman vahşi hayvanlarla
dolu... Derhal seni parçalarlar. Ancak bizim izin verdiğimiz yerlere
gidebilirsin!” Dedi.
Hükümdarın emriyle kısa sürede köye bir cami ve
medrese; köy deresine küçük bir gölet yaptırıldı. Medreseye hocalar, camiye
imam verildi. Köy halkının sevincine diyecek yoktu. Hem camileri hem
medreseleri hem gölete kavuşmuşlardı.
Şehzade ve köyün çocukları eğitimlerine başladılar.
Şehzade harıl harıl çalışıyordu. O sabah ahırı süpürdü. Tavukları yemledi.
Hayvanları otlağa götürdü. Öğleyin Ali amca azık iletti. Şehzade Onurbey akşam
hayvanları getirdi. Kümesten yumurtaları topladı.
Akşam çorbasını içerken ne kadar yorulduğundan, neler
yaptığından bahsediyordu. Morali düzelmiş Ali Amca ve Sümeyye Hatun’u çok
sevmişti. O akşam erkenden uyuya kaldı. Hemen Ahmet’in odasına yatırdılar.
Sabahleyin erken kaldırdılar. Ahıra inerek işe girişti.
Kısa sürede hayvan otlatmayı, odun kesmeyi, çam yıkmayı ve soymayı, hayvanlara
bakmayı, sebzeleri sulamayı, toplamayı bir sürü işler öğrendi.
Köy medresesinde güçlü bir eğitime başladı. Köydeki
arkadaşları ile çelik çomak, güreş tutma, sinsin… Daha birçok oyunlar oynuyor,
arkadaşları ile gölette yüzüyordu. Yağmur, güneş ve hareketlilik sayesinde kısa
sürede kasları ve kemikleri gelişti. Benzine kan geldi.
Medresede normal eğitimini; camide dini eğitimini
alıyordu. Medrese ve camide sık sık bilgi, koşu, bayrak kapma, esir alma,
Kur’an-ı Kerim ve ilmihal okuma yarışmaları yapılıyordu.
Şehzade Onurbey yaklaşık bir yıl bu köyde kaldı.
Sevgiyi, saygıyı, çalışmayı, köy çocukları ile yağmurda soğukta çelik çomak
oynamayı, hayvan otlatmayı; kısacası ekmeğini taştan çıkarmayı öğrendi. Hiç mi
hiç kaçmaya teşebbüs etmedi. Gökçayır Köyü’nü ve arkadaşlarını çok seviyordu.
Bir sonbahar günü Hükümdar Bekir Han ve Bilge Vezir adamlarıyla
çıka geldiler. Oduncuya ve tüm köy halkına birçok hediyeler getirmişlerdi.
Şehzadenin ayrılışı çok acıklı oldu. Arkadaşları ve
tüm köy halkı ağlarken Şehzade daha çok ağlıyordu.
“Sizi hiç unutmayacağım! Güzel köyün güzel kalpli
insanları! İnşallah her yıl tekrar geleceğim! Hoşça kalın! Allah’ü Teâlâ’ya
emanet olun!” Diyerek vedalaştı.
Hükümdar ve bilge Vezir de yaptıklarından çok
memnundu. Onlar Şehzade Onurbey’e güzel bir kamp yaptırmışlardı. Bu arada
eğitimini de ihmal etmemişler, aynı zamanda köye de hem eğitim hem maddi hizmet
götürmüşlerdi.
Onurbey’in sağlığındaki düzelmeyi görünce sevince gark
olmuşlardı. Çünkü sarayda Onurbey sık sık hastalanıyor, benzinin sarılığı bir
türlü gitmiyordu.
Oduncunun oğlu Ahmet de başkentte iyi bir medresede
okutuluyor, tüm masraflar hükümdarın kendi kesesinden karşılanıyordu.
Şehzade Onurbey sözünde durdu. Her yıl Gökçayır
Köyü’nde kamp kuruluyor; Şehzade Onurbey’e ve köy çocuklarına ünlü hocalar
tarafından komando, yüzme, atıcılık, binicilik gibi… Dersler
veriliyordu. İleride o köyden ünlü devlet adamları yetişmeye başladı.
Şehzade Onurbey en iyi medreselerde okutuldu. Asla
şımartılmadı. Üç yabancı dili, ana dili gibi konuşuyordu. Stajını memleketin sınır
noktasında bir şehirde yaptı. Babasının ve önemli devlet büyüklerinin yanında
çalışarak devleti yönetme tecrübesi kazandı.
Ayrıca ünlü hocalardan; Eğitim, Adalet, Yönetim,
Ekonomi, Yeni Teknolojiler, Stratejik hedefler, İlmi siyaset, Halk idaresi,
Sabır ve Öfke Kontrolü, vb. dersler aldı.
Nihayet babası tahtını canı gönülden oğluna devretti.
Hükümdar Onurbey kısa sürede halka kendini sevdirerek gece gündüz demeden
çalışmalara başladı.
Eğitim, adalet, üretim, kalite ve çalışmaya büyük önem
veriyordu. Hükümdar Onurbey’in ülkesi kısa sürede büyük bir “Cihan
Devleti” olmuş, dünya siyasetini yönlendirmeye başlamıştı.
Yorumlar
Yorum Gönder